Çetin Kımız ve Gözdem Durat Kımız tarafından 14 yıl önce kurulan KIMIZandKIMIZ, kalıplara uymayan alışılmadık stratejisiyle sektörün “oyun bozanı”. “Yaptığımız işi ‘algı ve itibar yönetimi’ olarak adlandırmayı tercih ediyoruz” diyen Gözdem Durat Kımız’a göre en güçlü kasları, “Farklı ve özgün olmak, daha işin başında büyük resme odaklanmak ve buna uygun stratejiler geliştirmek…”
KIMIZandKIMIZ iletişim dünyasında kalıplara oturtamadığımız, klasik bir halkla ilişkiler şirketinden kendini ayrı tutan bir danışmanlık firması. Siz şirketinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Aslında konu bizim kendimizi nasıl tanımladığımızdan ziyade, iş ortaklarımızın bizi nasıl gördüğüyle, bizim onlara nasıl değer kattığımızla ilgili.
İşin en temelinde bence stratejik yaklaşım yatıyor. Biz Çetin ile bu şirketi kurarken de o zamanın kurallarına, oyuncularına, iş yapış şekillerine baktık. Dedik ki, “Bu model 90’ların modeli. Dolayısıyla çok ciddi eksiklikler var. Evet, halkla ilişkiler adı altında bir dünya var ama bu dünya şirketlere, markalara yetmiyor. Onların asıl ihtiyacı olan, onları iş sonuçlarına varacak düzeyde bir değer zinciri yaratabilmek…” Biz kendi tecrübemizle, hayat görüşümüzle bu eksiklikleri doldurabilirsek, sektöre yeni bir bakış açısı getirebiliriz dedik. Böyle başladık işe. Gördük ki bizim ortaya koyduğumuz modelin, o dönemin dünyasında ciddi bir karşılığı var. Model çalışıyor. Ve bu model üzerinden kendimizi, şirketi geliştirmeye başladık. Yani işi klasik PR’dan çıkarıp, yurt dışında iş kültürü olarak çok daha yaygın olan “algı ve itibar yönetimi”ne evirdik. Sonrasında aslında kendiliğinden gelişen bir süreç oldu. Yol boyunca her bir iş ortağımızın ihtiyacına, beklentisine, hedefine göre bu modeli yeniden ele aldık. Yani bazı aynı tutarken, üst dalları biraz terzi usulü geliştirdik. Geldiğimiz noktada da birçoğu Türkiye’nin en büyük 100 şirketi arasında yer alan, farklı sektörlerden 30’un üzerinde iş ortağımıza algı ve itibar yönetimi hizmeti veriyoruz.
Anlattıklarınız kâğıt üzerinde harika duruyor. İş pratiğe gelince başarıya ulaşmak ve ölçmek de kolay mı?
Siz burada iş ortağınızla ne kadar yakın ne kadar samimi çalışırsanız bence bu birlikteliğin başarıya ulaşması da o kadar kolay.
Aslında tüm süreç, çalışmaya başladığınız ilk gün doğru soruları sormakla başlıyor. En temelde; şirketin ya da markanın beklentileri neler? Bu hizmete neden ihtiyaç duyuyor? Belli bir zaman sonrasında nereye ulaşmak istiyor?
Doğru soruları sorduğunuzda, size gelen yanıtlar üzerinden bir yol haritası çalışmanız gerekiyor. Bunun için vereceğiniz mesajları belirlemeniz, o mesajları ulaştıracağınız hedef kitleyi analiz etmeniz, sektördeki rekabet koşullarını analitik ölçekte çok iyi değerlendirebilmeniz gerekiyor.
Bizim burada bence en temel farklarımızdan biri de bu işe sadece bir iletişimci gözüyle bakmıyor olmamız. Mesela, ortağım Çetin Kımız, uzun yıllar yatırım danışmanlığı yapmış, büyük firma ve isimlerin stratejik yatırım kararlarını yönetmiş bir isim. Diğer yandan benim kariyer geçmişim ise daha çok pazarlama odaklı. Dünyanın önde gelen teknoloji şirketlerinden Atos’un uzun yıllar pazarlama direktörlüğünü üstlendim. Bunun dışında şirketimizde de çok farklı eğitimler almış, iş hayatında da farklı pozisyonlarda görev yapmış arkadaşlarımız var.
Bu çeşitlilik bence bizim şirketimize çok büyük bir vizyon katıyor. Olaylara çok farklı perspektiflerden bakabiliyoruz. İş ortaklarımız da bunun farkında. Yeri geliyor, iş geliştirme ya da pazarlama süreçlerinde onlarla aynı dili konuşuyoruz; yeri geliyor iletişim tarafında onlara yol gösteriyoruz. Böyle olunca çok daha keyifli, verimli bir birliktelik oluyor. Bu da her iki taraf için başarıya ulaşmayı kolaylaştırıyor.
Sizin kuruluş hikayenizin odağında yer alan “değişim ve dönüşüm” kavramı artık tüm sektörün kaçınılmaz gerçeği. Şirketlerin iletişimden beklentileri de değişti mi?
Hep diyoruz ya dünya değişiyor, sektörler dönüşüyor diye. Peki ya iletişim? Bugün, iletişim süreçlerini bırakın bundan 10 yıl öncesi, 1-2 yıl öncesinin dahi kurallarıyla kurgulamak neredeyse imkânsız.
Yıllar boyunca kalıplaşan ve hüküm süren kategoriler, ayrımlar ve doğruların da artık değiştiğine tanık oluyoruz. Örneğin uzun yıllar iletişim dilinin ve stratejisinin de temelini oluşturan kategoriler işlevini yitirdi. Mesela B2B, B2C gibi ayrımların artık tedavülden kalktığını görüyoruz. Dijital iletişimin de yaygınlaşmasıyla önümüzde tek bir gerçeklik var o da H2H, human-to-human. Bu yeni kavramla birlikte tüm stratejilerin ve iletişimin odağında da insanın olduğunu tüm sektör olarak deneyimliyoruz.
Şirketlerin iletişimden beklentileri de değişti tabii ki… Neden… Çünkü en temelde, onların hitap ettiği müşteri kavramı değişti. Teknolojinin burada gerçekten inanılmaz bir etkisi var. Modern pazarlama tarihi boyunca her zaman kendilerine söyleneni kabullenen müşteri, özellikle 2010’lu yıllarla yani sosyal medyanın güçlenmesiyle birlikte, sesini duyurmaya başladı. Herkes tek başına bir “medya” oldu. Bu da şirketler için yeni bir meydan okumayı doğurdu: Doğru İçerik.
Biraz önce bahsettiğim H2H yaklaşımının temelindeki unsurlardan biri de bu. Çünkü siz artık, 1990’lardaki gibi, her bir içeriğin tüm hedef kitleler nezdinde aynı etkiyi yaratmasını bekleyemezsiniz. Artık müşterilere tek tek seslenilmesi gereken bir dönemdeyiz. İnsan faktörünün önemi burada öne çıkıyor. Artık herkesin kendi medyası var. Kendi sesi, kendi tonu, kendi beklentisi var. Herkes fark yaratmak istiyor, duyulmak, dinlenmek, muhatap alınmak istiyor. Eskiye göre temek fark da bu bence.
Tüm bu hikâyeyi bugünün şartlarında değerlendirirseniz; sizce başarınızın temel sırrı neydi, nasıl başardınız? Sektörde fark yarattığınızı düşündüğünüz noktalar neler?
Danışmanlıkta başarının iki sırrı olduğuna inanıyoruz; bunlardan ilki güçlü bir ekip. Bu işi kurduğumuz günden bu yana 14 yıl geçti. İlk başlarda sadece ikimizdik. Çok güçlü bir stratejimiz vardı. İkimiz de aklımızı, emeğimizi koyduk. Kısa zamanda da çok güzel şeyler başardık. Bugün ekibimiz çok daha kalabalık. Bizim ilk gün çizdiğimiz strateji aynen devam ediyor. Tabii ufak nüanslar oluyor ama ana strateji hep aynı. Ekibimiz de bunu sahipleniyor, sürekli olarak geliştiriyor. Bu açıdan da çok şanslıyız.
Diğeri ise iş ortaklarımız. Onların ülkemiz ekonomisini büyütmek için yazdıkları yol haritasının, başarı hikayesinin bir parçası olmak ise bizim için heyecan verici. Tam da bu nedenle kendimizi bir ajans değil de “dava arkadaşı” olarak görüyoruz; yaptığımızı da görev olarak değil iş ortaklığı olarak adlandırıyoruz. Bu işi kurduğumuzda bize inanan, birlikte yola çıktığımız iki iş ortağımızla bugün hâlâ iş birliğine devam ediyor olmamız, bu dava arkadaşlığının belki de en somut göstergesi.
Tüm bunlarla birlikte, farklı ve özgün olmak, daha işin başında büyük resme odaklanmak ve buna uygun stratejiler geliştirmek, kendimizi en güçlü gördüğümüz alanlar.