“Kanser ilacının sahtesinin olduğu yerde her şeyin sahtesi olur” sözleriyle aslında marka sahteciliğinin ulaştığı boyutları ve tehlikesini özetliyor marka dedektifi Uğur Akbal. Haksız da değil. Pazarda dünyaca ünlü giyim markalarından hızlı tüketim ürünlerine, kozmetik ürünlerinden ayakkabıya hatta teknolojik ürünlere dek aklınıza ne gelirse farklı kalitelerde taklit ürünler bulmak mümkün. Ülkemizde taklit ve sahte ürün pazarının yaklaşık 4 milyar dolarlık bir boyuta ulaştığı göz önüne alındığında, sahte ürünlerle mücadelede “marka dedektifleri”nin önemi daha da gün yüzüne çıkıyor. Deepx Marka Araştırma Şirketi Kurucusu Uğur Akbal ile hem marka dedektifliği yaparken yaşadığı deneyimleri hem de markaların önemli gündemlerinden biri olan marka sahteciliğini konuştuk…
Marka sahteciliği elbette yeni bir kavram değil. Öyle ki sadece Kapalı Çarşı dendiğinde bile gözümüzün önünde küresel dev markaların çantalarından ayakkabılarına parfümlerinden saatlerine pek çok ürün beliriyor…
Marka sahteciliği dendiğinde ilk akla gelen sahte lüks tüketim ürünleri olsa da mesele kesinlikle bununla sınırlı değil. Lüks tüketim ürünlerinin sahteleri pek çok kez tüketicinin bilinçli olarak satın aldığı ürünler olurken, hızlı tüketim ürünlerinde hikâye değişiyor ve çoğu zaman tüketiciler hiç farkında olmadan evlerine markaların sahte ürünlerini sokabiliyor. Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO) 2021 yılı raporuna göre taklit ve sahte ürün pazarı dünyada 464 milyar dolarlık büyüklüğe ulaşmış durumda ve maalesef ki ülkemiz Çin ve Hong Kong’dan sonra pazarın en büyük oyuncuları arasında yer alıyor.
OECD ve EUIPO’nun birlikte küresel sahtecilik eğilimini incelediği 2021 raporu taklit ve sahteciliğin boyutlarını endişe veren bir tehdit olarak niteleniyor.
Sahteciliğin mağduru olan marka sahipleri, sahte ürünlerle mücadele için marka koruma birimleri oluşturarak bu iş için ciddi bütçeler ayırıyor. İşte bu noktada “marka dedektifleri” olarak da anılan araştırmacılar devreye giriyor ve marka sahiplerinin mücadelesine önemli katkılar sağlıyor… O dedektiflerden biri olan Uğur Akbal ile marka sahteciliğinin perde arkasını konuştuk…
Marka dedektifleri tam olarak ne yapıyor? Görevleri ve başarı kıstasları neler?
Marka müfettişi ya da marka dedektifi olarak adlandırdığımız kişiler küresel markalara saha araştırması hizmeti veren araştırmacılardır aslında. Türkiye’de Marka araştırması hizmeti veren 15 civarı firma bulunuyor diyebiliriz. Biz de ana kalemi marka sahteciliği olan bir araştırma firmasıyız. Bu alanda küresel markaları portföyünüze eklemekse yoğun bir çaba ve network gerektiriyor.
Marka sahibiyle anlaşma gerçekleştirdikten sonra ise süreç başlıyor. Saha araştırmasının amacı perakende noktalarından ziyade sahte ürünlerin üretildiği ve depolandığı merkezlere ulaşmak… Satış noktalarını pek çoğumuz biliyoruz zaten. Biz marka dedektiflerinin amacı görünmeyeni görmek ve bataklığı kurutmak. Bizim işimizde marka nezdinde başarı kriteri işin kaynağına gitmek, üretenleri bulmak, dağıtıcıyı bulmak, depoya ulaşmak ve bir baskında olabildiğince çok ürün elde etmek…
Kendimize koyduğumuz hedefse her ay en az iki üretim yeri tespit etmek ve sonuca ulaşmak.
Peki bir marka, marka dedektifi ile anlaştıktan sonra nasıl bir süreç yaşanıyor?
Bir markayla anlaştıktan sonra saha araştırmasına başlıyoruz. Sahte ürünün kaynağına kendi imkanlarımızla ulaşıyoruz. Daha sonra da bu kaynağı markaya raporluyoruz. Raporu değerlendiren marka tarafı da hedefin doğru olduğunu düşünürse hukuki süreç devreye giriyor.
Bu kez markanın anlaşmış olduğu hukuk bürosuna araştırma raporumuzu iletiyoruz. Kaynaktan aldığımız sahte ürünleri ve değerlendirmelerini de kanıt niteliğinde iletiyoruz. Bu noktada yeterli delilleri sunduktan sonra bizim sorumluluğumuz sona eriyor.
Sonraki süreci de avukatlar yönetiyor. Şüpheli yerler hakkında Cumhuriyet savcılıklarına arama başvurusu yapılıyor ve eğer mahkemeden arama ve el koyma kararı çıkarsa kolluk kuvvetleri nezaretinde baskına gidiliyor. Marka sahibinin sahte ürünleri bu baskında tespit edilirse sahte ürünlere el konuluyor…
Sahte ürün üretiminde pek çoğumuzun aklında yer etmiş üretim merkezleri var. Bunları bir de sizden dinleyebilir miyiz?
Sizin de belirttiğiniz gibi pek çoğumuzun aklına taklit tekstil ürünü dediğimizde ilk olarak tek bir yer geliyor: Merter… Gedikpaşa da yine çanta ve ayakkabı için merkez konumda.
Kapalı Çarşı sahte lüksün merkezi. Saatten ayakkabıya aklınıza gelebilecek bütün lüks tüketim ürünleri oradadır. Vitrinde olabildiğince az ürün vardır ve satın alacağınıza inandıkları zaman sizi gizli showroom’larına götürürler. Burada ise devasa bir ürün yelpazesi karşınıza çıkar…
Bununla beraber, kozmetik, deterjan ve kişisel bakım ürünleriyse profesyonel imalat isteyen ürünler. Bu nedenle onlar için de merkez sanayi bölgeleri oluyor.
Sahte ürün satın alan tüketiciyi nasıl tanımlıyorsunuz?
Alıcı açısından iki tür tüketici kitlesi çıkıyor karşımıza. Bunlardan ilki lüks ürünü daha ucuza, bilerek alan tüketici grubu. Yani bir başka deyişle bilerek ve isteyerek sahte ürün alışverişi yapan tüketici grubu… Burada karşılıklı olarak bir aldatma yok.
Bir de işin bilmeden sahte ürün alışverişi yapan tüketici boyutu var… Özellikle hızlı tüketim ürünlerinde tüketici çoğu zaman bilmeden sahte ürün satın alıyor. Burada gerçek bir aldatmaca var. Tüketicinin ilk bakışta anlamasının neredeyse mümkün olmadığı ve orijinaliyle aynı fiyata satılan ürünlerden bahsediyoruz.
Bu noktada da yine marka dedektiflerine iş düşüyor. Marka dedektifleri markadan aldıkları eğitimle ürünlerin üzerindeki orijinallik kodlarını takip ederek sahte ürünleri tespit ediyor ve bildiriyor.
Bahsettiğiniz bu sahte hızlı tüketim ürünleri tüm raflara girebiliyor mu? Tüketici kendisini bu sahtecilikten nasıl koruyabilir?
Kâr marjının çok yüksek olduğu bu ürünler maalesef ki satıcı için çeldirici olabiliyor. Aklınıza gelen pek çok markanın pek çok ürünü bu şekilde raflarda yerini alıyor. Daha önceden de belirttiğim üzere ne yazık ki tüketicinin çoğu zaman ürünü satın almadan önce orijinal mi değil mi ayırt etmesi çok da mümkün değil.
Ancak şunu söyleyebiliriz ki sahte ürün her yere giremez. Mesela zincir marketlere giremezler. Toptancılar aracılığıyla marketlere girebilen bu ürünler mahalle bakkallarına ve 2-3 mağazalı yerel marketlere daha kolay girebiliyor.
Sahte ürün almayı tercih eden alıcı profilini nasıl tanımlıyorsunuz peki? Özellikle ön plana çıkan bir SES grubu ya da yaş grubu var mı?
Açıkça şunu söylemek gerekiyor ki sahte lüks ürünleri her sosyal sınıftan ve yaş grubundan tüketici satın alıyor. Hatta öyle ki; pazarda herkes için ürün var. Farklı kalitelerde üretilen sahte ürünlerde 1000 dolar gibi bir etiket fiyatı görmek de mümkün 100 lira da… Bütün markaların sahtesi var ve kimileri öyle çok seviliyor ki markalar bununla baş edemiyor.
Önümüz kış. Pek çok kişinin üzerinde orijinali yaklaşık 20 bin lira olan montlar göreceğiz. Peki, hepsinin orijinal olması mümkün mü?
Elbette değil… O taklit ürünler dahi kendi içerisinde kalite olarak ayrışıyor ve hatta buna göre fiyatlandırılıyor. Semt pazarında satılanları da var özel showroom’larda satılanları da.
Sahte ürünlerin ne kadarı Türkiye’de üretiliyor, ne kadarı yurt dışından geliyor?
Hızlı tüketim ürünlerinin sahtelerinin tamamının burada üretildiğini söyleyebiliriz. Lüks ürüne baktığımızdaysa yaklaşık yüzde 60’ı Türkiye’de üretiliyor yüzde 40’ı ise yurt dışından geliyor. Çin bu alanda en çok öne çıkan pazar. Türkiye ise çevre ülkeler açısından bir üretim merkezi konumunda. Buradan orijinal ürün gittiği kadar sahte ürün de gidiyor. Gümrüklerde yakalanan sahte ürünler de bunun en net kanıtı.
Online alışverişte marka sahteciliğiyle ne boyutlarda karşılaşıyorsunuz?
Aslında daha önce de belirttiğim gibi sahte ürünler her yerde. Buna online taraf da dahil. Sosyal medya platformlarından online pazaryerlerine kadar pek çok noktada markaların sahte ürünleriyle karşılaşıyoruz. Marka dedektifleri olarak biz de hedef belirlemede online tarafı zaman zaman kullanıyor, test alımları gerçekleştiriyoruz. Markalar hukuki mücadelelerini online alanda da sürdürüyorlar. Instagram’da ve pazaryerlerinde gördükleri sahte ürün satan sayfaları mahkeme kararıyla kapattırıyorlar.
Evet, markalar burada gerçek bir mücadele veriyor ancak buna rağmen kayda değer sayıda sahte ürün ticareti halen online tarafta devam ediyor. Öyle ki açık açık sahte olduğu belli olan ürünleri tek tek paketleyerek tırlara yükledikleri videoları göstermekten imtina etmeyen pek çok satış sayfası mevcut…
İşin bir de ekonomik boyutu var tabii. Son iki yıldır ciddi bir enflasyonla mücadele ediyor Türkiye. Bu durumun marka sahteciliğine nasıl bir yansıması oldu? Burada dikkate değer bir dönüşüm ve veri söz konusu mu?
Sahadaki bir gözlemci olarak söyleyebilirim ki kötü giden ekonomik koşulların sahte ürün tüketimi üzerinde ciddi bir etkisi var. Gözlemlerimizin ötesinde OECD raporu da bu gözlemi kanıtlar nitelikte ve “Türk Lirası’nın değer kaybetmesiyle birlikte sahte ürün satışının arttığını” söylüyor.
Gençlerin görüp ulaşamadığı her şeyin sahtesi var ve orijinalini satın alamayan insanlar bir çözüm olarak taklit ürünleri tercih edebiliyor.
Yalnız şunu da tekrar belirtmeden geçmemek gerekiyor ki; her ekonomik sınıftan alıcısı var sahte ürünlerin. Kimi ünlülerin de bunu tercih ettiği kulaktan kulağa hep dolaşıyor, Etiler’de açılmış showroom’ları pek çok kişi biliyor…
Türkiye’de sahte ürün pazarı 3 yılda 3 kat büyüdü
OECD ve EUIPO’nun birlikte yürüttüğü ve küresel sahtecilik eğiliminin incelendiği 2021 raporunun verilerine göre; 2017, 2018 ve 2019 yıllarında sahte ürün pazarını domine eden ülke olarak Çin zirvede yer alırken onu Hong Kong ve ardından Türkiye takip ediyor. Verilerde anlamlı derecede fark yaratansa Türkiye’de bu üç yıllık süreç içerisinde sahte marka ekonomisinin üç kat büyüyerek yüzde 4’ten yüzde 12’ye ulaşması oluyor…