İstanbul’dan Paris’e uzanan İz(l)er!
Kübizm pek çoğumuzun zihninde elbette akımın öncüsü Picasso’yla ve hatta belki de Guernica ile canlanıyor. Peki ya bu coğrafyadan filizlenen, renklerini dünyaya taşıyan ve sanat hayatının başlangıç yıllarında kübist eserler ortaya koyan Zeki Faik İzer’le karşılaşma şansınız oldu mu? Gelin, 1950’li ve 1960’lı yıllarda Modern Türk Resmi’nin temsilcisi olan İzer’in çizgileriyle ve modern sanattaki izleriyle birlikte tanışalım.
Zeki Faik İzer’in hikayesi 1905’te İstanbul’da başlıyor, yolu henüz ilkokulda Agâh Efendi ile kesişen İzer ilk resim eğitimini de o yıllarda alıyor. Sanat hayatının olgunluk yıllarında benimsediği “serbest soyutlama”, kendisinin 13 yaşında şiir yazmaya başlamış olan zihninin renklere dönüşmesi olarak referans gösterilebilir pek tabii…
Vefa Lisesi’ni bitirdikten sonra resim sanatına olan ilgisinin etkisiyle Sanayi-i Nefise Mektebi’ne (Güzel Sanatlar Akademisi) kayıt olan İzer, 1923-1928 yılları arasında Hikmet Onat ile İbrahim Çallı’nın öğrencisi oluyor. Takvimler 1928 gösterdiğindeyse Avrupa öğrenimi için açılan sınavı kazanarak Paris’te André Lhote Atölyesi’nde “teknik ve estetik bağlamda” dersler almaya hak kazanıyor.. Dünyaca ünlü oryantalist ressam olan Achille-Émile Othon Friesz’in atölyesinde gelişimini sürdürüyor…
1933’te ülkesine geri dönen İzer, kendisi gibi yurt dışında eğitimlerini tamamlayarak dönen genç sanatçı arkadaşları Nurullah Berk, Elif Naci, Cemal Tollu, Abidin Dino ve heykeltıraş Zühtü Müridoğlu ile sanatlarını toplumla paylaşmak dürtüsüyle D Grubu’nun temelini atıyorlar…
Düzensizliğine müzikalite ve ritim vermeyi çok iyi bilen, sanatını “Ritmi desende buldum: Bazen hareketli, bazen sükûnet içinde” sözleriyle tanımlayan Zeki Faik İzer’in eserleri hep coşku doludur. Resimlerinde içten gelen doğal bir kendiliğindenlik, neşe, dinamizm ve enerji hissedilir. Tuvallerindeki renkler, kıvrak fırça kullanımı ile oluşturulan lekeler ve dokular üst üste gelerek, resimde ifade edilmeye çalışılan düşünceyi ve duyguyu en üst seviyeye taşıyarak izleyene yansıtır.
Büyük ressamın üslubunda genel tavır olarak başlangıçta kübist ve geometrik etkiler, 1950’li yıllarda ise soyut dışavurumcu ve lekeci eğilimler görülüyor demek fazla teorik kalıyor. O nedenle usta kalem ve Zeki Faik İzer’in dostu Ahmet Hamdi Tanpınar’a sözü bırakmanın tam da sırası…
Ahmet Hamdi Tanpınar 1948 yılında Zeki Faik İzer’in Fransız Konsolosluğu’nda açtığı sergide İzer’i ve sanatını: “Zeki’yi çok defa ayrı ayrı teknikleri olmakla, şahsiyetini bölmüş olmakla itham ettim. Fakat eserleriyle baş başa geçirdiğim şu son altı ay, yirmi senelik dostumun bana tek bir şahsiyet, tek bir palet, tek bir görüş ve son tablolarının verdiği merhaleye doğru tek bir gelişme olduğunu gösterdi.” sözleriyle tanımlıyor…
Torunu Prof. Ayşegül İzer ise Zeki Faik İzer’in resminden referansla: “Doğayı olduğu gibi tasvir etmek yerine, sanatçı, duyguları ve iç dünyasını ortaya koymalı, gerçek olanın biçimini bozarak, kendi öznel duygularını ifade etmeye çalışmalı. Formüllerden ancak orta kaliteli sanat eseri çıkar. Fakat formüller, şaheser resimlerden çıkmıştır.” diyor.
Bu coğrafyanın en güzel renklerinden biri olan Zeki Faik İzer, doğumunun 118’inci yılında Prof. Ayşegül İzer ile Emre Zeytinoğlu’nun birlikte hazırladığı “Paris, İstanbul, Nice” sergisiyle İş Sanat Kibele Sanat Galerisi’nde sanatseverlerle buluşuyor… Sergide, çeşitli koleksiyonlardan ödünç alınan eserlerin yanı sıra, aile arşivinde bulunan ve ilk kez gün yüzüne çıkarak izleyici ile buluşacak Zeki Faik İzer yapıtlarını görmek de mümkün…
Kibele Sanat Galerisi, her gün 10.00 – 19.00 arasında ücretsiz ziyaret edilebilir. Grup rezervasyonları ve atölye çalışmaları için [email protected] adresine e-posta atabilirsiniz.