Türkiye İş Bankası tarafından düzenlenen “Atatürk Vizyonuyla Gelecek Yüzyıla Bakış” konferansı, pek çok önemli ismi İstanbul’da, İş Kuleleri’nde ağırladı. Konferansın dikkat çekici konuşmacılarından biri de UNESCO Eski Genel Direktörü Irina Bokova’ydı. Konuşmasında Atatürk’ün kadın haklarına dair katkılarına değinen Bokova’yla dünyada ve Türkiye’de cinsiyet eşitliğinin son durumunu ve çözüm yollarını konuştuk…
21. yüzyılda hala eşitsizliğin insanlığın önündeki en önemli problemlerden biri olduğunu görüyoruz. Sizce, bugün bu soruna karşı daha etkili çözümler üretilmesinin önündeki engeller nelerdir?
Dünyada pek çok konuda eşitsizliğin olduğunu görüyoruz, ancak geçtiğimiz on yıllar için konuşacak olsaydık size bu konuda ilerleme kaydettiğimizi söyleyebilirdim. Bu alanda boşlukların kapandığı, ciddi adımların atıldığı bir dönemlerden geçmiştik. Ancak özellikle COVID, finansal kriz ve jeopolitik değişikliklerle beraber bugün hem toplumların içerisinde hem de toplumlar arasında eşitsizliklerin yeniden artışta olduğunu gözlemliyoruz.
Ben hâlâ ilerleme kaydedildiğine inanıyorum. Eğitim seviyesi açısından, yaşam süresi ve sağlık açısından, bilgi açısından, teknoloji üretimi açısından en iyi nesillere sahibiz… Ancak eşitsizliklerin artış eğilimi son derece rahatsız edici çünkü bu durum toplumları destabilize ediyor. Demokratik toplumlarda tekrar iç çatışmalar yaratıyor; demokrasiyi zayıflatıyor. Diğer ülkelerde ise milyonlarca insan tekrar yoksulluğa geri dönüyor. Elbette bölgeler arasında da istikrarsızlığa neden oluyor. Bu gidişat kesinlikle ahlaki değil, etik değil.
Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma 2030 Gündemi kimsenin geride bırakılmayacağı bir dünya hedefliyordu. Aşırı yoksulluğun ortadan kaldırılması, cinsiyet eşitliği, düzenli iş ve kazanç, çevreye karşı mücadele… Gerçekten de bu eşitsizlikleri ortadan kaldırmazsanız, kapsayıcı ve uyumlu toplumlar yaratmak mümkün olamaz.
Eşitsizliklerin yarattığı boşlukları hepimizin bildiğini düşünüyorum. Örneğin, teknolojiye erişimde eşitsizlik sebebiyle meydana gelen dijital uçurum… Dünyada 2,7 milyar insan internete erişim sağlayamıyor. 2,7 milyar insan! Hala okula gidemeyen milyonlarca çocuk var ve bu sayı COVID sonrası daha da arttı. Pandemi sonrasında 100 milyondan fazla insan tekrar aşırı yoksulluğa geri döndü. Aslında bunları aşmanın yollarını biliyoruz: Mesele şu anda daha çok bir siyasi irade meselesi gibi görünüyor.
Sizce bugün bu sorunları çözecek bir siyasi irade mevcut mu?
Günümüzde dünya belki de daha çok diğer meselelere odaklanmış durumda. Birleşmiş Milletler geçtiğimiz günlerde üç zirveye ev sahipliği yaptı. Gündemde sürdürülebilir kalkınma, iklim değişikliği ve sağlık vardı. Bu konulara eğilmenin, COVID döneminden alınabilecek en önemli ders olduğunu düşünüyorum. Maalesef bu konuda herkesin desteği sözde kalıyor. Hepimiz konuşuyoruz, ancak asıl önemli olan, sözlerinizi doğru politikaların finansmanı ve iş birliği anlamında eylemlere dökmektir. Umarım bu gerçekleşir.
Türkiye’ye dönecek olursak; özellikle kadın hakları ve toplumsal eşitsizlikler bağlamında Türkiye’yi nasıl bir konumda görüyorsunuz?
Bildiğim ve gördüğüm kadarıyla, Türk kadınları oldukça eğitimli ve hemen hemen her alanda aktif bir şekilde bulunuyorlar. Son zamanlarda Türk kadınlarının durumunu değerlendiren bir Dünya Bankası raporu okudum. Maalesef raporda kadınların ekonomiye katılımının hala OECD ülkeleri ve diğer gelişmiş ülkeler seviyesine ulaşmadığı vurgulanıyor. Bu nedenle, daha fazla kadının işgücüne katılmasına yönelik destek önlemleri alınması öneriliyor. Rapor ayrıca Türk hükümetinin aileleri, özellikle de kadınları ve çocukları desteklemek için özel bir plan üzerinde çalıştığını belirtiyor. Ayrıca, Türk kadınlarının inovasyon konusundaki yüksek sıralamaları da dikkatimi çekti. Günümüzde bildiğiniz üzere inovasyon konusu oldukça önemli. İşletmelerin ve endüstrilerin başarısı için inovasyonun kritik bir faktör olduğu konuşuluyor. Bu bakımdan oldukça pozitif bir tablo görüyorum. Kişisel deneyimlerim ise daha çok Türk kadınlarının diplomasi alanındaki olağanüstü başarılarıyla ilgili… Diplomasi zor bir alan olmasına rağmen, Türk kadın diplomatların diğer ülkelere de ilham kaynağı olabilecek bir biçimde örnek teşkil ettiğini düşünüyorum. Türkiye’nin kadın büyükelçilerine büyük bir hayranlık duyuyorum.
Bildiğiniz gibi, bu sene Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılını kutlayacağız. Bu kapsamda, Türkiye İş Bankası’nın düzenlediği Atatürk Vizyonuyla Gelecek Yüzyıla Bakış Konferansı’nda “Atatürk’ün En Büyük Miraslarından Biri Olan Kadın Hakları” başlıklı bir konuşma gerçekleştirdiniz. Atatürk ve Cumhuriyet devrimlerinin Türkiye’de ve dünyada kadın hakları konusunda nasıl bir katkı sağladığını düşünüyorsunuz?
Atatürk, büyük bir reformcu ve büyük bir liderdi. Gerçekleştirdiği en büyük reformlardan biri, kuşkusuz ki kadınlara oy hakkı verilmesi ve kadınların eğitiminin desteklenmesiydi. Bu mesele Atatürk’ün yaşadığı dönemde rahatça anlaşılabilecek bir şey değildi; oldukça vizyoner bir adımdı. Geleceğe dönük bir bakış açısını yansıtıyordu. Birçok başka ülke ve bölgede etki bırakan bir yenilik oldu. Bugün hala kadın hakları konuşulduğunda, Atatürk’ün reformları bu alandaki liderlik örneklerinden biri olarak görülüyor. Gerçekten olağanüstü bir adım. Atatürk bir konuşmasında Türk toplumunu reforme etmenin en iyi yollarından birinin kadınları güçlendirmek olduğunu açıkça belirtiyor. Bu ifadesi, belki de bugün birçok ülke için hala geçerli bir ilkedir. Ben de çeşitli sorunlarla başa çıkabilmek adına her zaman “kadınları güçlendirin” derim. Bu, Atatürk’ün yıllar önce söylediği bir şeydi ve gerçekten başarılı bir liderlik örneğiydi.
Atatürk’ün liderlik özelliğine sıklıkla vurgu yaptınız; peki, sizce kadın hakları konusunda liderler nasıl bir pozisyon almalı? Güçlü bir liderlik ile beraber, konuya ilişkin adımları hayata geçirecek kurumları nasıl bir konumda görüyorsunuz? Kurumlar ve liderlik arasında nasıl bir denge olmalı?
Atatürk’ün modern bir ulusun oluşturulmasına olan katkısı, liderliğin özellikle bir ülkenin tarihindeki kritik dönemlerinde ne kadar önemli olduğuna bir örnektir. Çok kritik bir dönemde doğru bir lidere sahip olduğunuz için çok şanslısınız. Bu anlamda, liderler ve kurumlar arasında bir karşıtlık oluşturmak istemem, çünkü işin farklı boyutlarında yer alıyorlar. Tarihte iyi bir vizyon sahibi olmasına rağmen liderlik konusunda başarısız olan pek çok örnek var. Liderler ne tür kurumlara ihtiyaç duyduklarını ve bu kurumları nasıl inşa edeceklerini iyi bilirler. Öte yandan, büyük fikirleri olan kişilerin bunları nasıl uygulayacaklarını ve temellerini nasıl oluşturacaklarını bilmedikleri örnekler de vardır. Atatürk kesinlikle böyle biri değildi; vizyonunu ulus inşasına, devlet inşasına yansıttı. Bu çok önemli, çünkü aksi takdirde bu ikisi arasında bir kopukluk meydana gelir.
Bulgaristan’da başlayan ve UNESCO Başkanlığına uzanan oldukça etkileyici bir kariyeriniz var. Bir kadın lider olarak, kariyerinizde eşitsizlikler sebebiyle ne gibi engellerle karşılaştınız? Karşınıza çıkan engelleri nasıl aştınız?
Bu konuda şanslı olduğumu söyleyebilirim. Asla ayrımcılıklarla dolu bir çevrenin içerisinde olduğumu düşünmedim. Elbette, hakkımda bazı tereddütler oldu; “Bir kadın olarak liderlik yapabilir mi, başarabilir mi?” gibisinden… Ancak ben her zaman eşit olduğumuza inandım.
Bu konu açılınca sıklıkla gündeme kadınların yeterince yetkin olup olmadığı sorusu geliyordu. Kadınların yetkin ve yetenekli olduklarını biliyordum ve bu nedenle gençliğimde politikada, yönetim kurullarında ve diğer alanlarda kontenjanlar oluşturma fikrine oldukça karşıydım. Kadınlar olarak “Kendi başımıza başarabiliriz, yetenekliyiz” dememiz gerektiğini düşündüm.
Maalesef hayat bana bu yaklaşımla oldukça yavaş bir ilerleme kaydedildiğini gösterdi. Hem kendi deneyimlerime hem de raporlara ve istatistiklere bakarak, politikada, parlamentolarda, siyasi partilerde kadınları destekleyici uygulamaların eşitlikçi bir kültürün oluşturulması ve devam ettirilmesi açısından faydalı olduğunu düşünüyorum. Şüphesiz, bu konuda ilerleme kaydediyoruz. Ancak maalesef ilerleyişimiz oldukça yavaş. Yapılan araştırmalara göre global çapta cinsiyet eşitsizliği sebebiyle oluşan uçurumları kapatmak için 136 yıllık bir süreden söz ediliyor. Bu süreyi düşürmek adına bazı şeyleri daha farklı biçimlerde düşünmek ve uygulamak gerekiyor.