Bir tarafta dönüşen medya düzeni ve dinamikleri, diğer tarafta bağımsız gazetecilerin yükselen sesi… Evet, bunların hiçbirisi yeni değil ve hayli zamandır araştırmalar “medyaya güven azalıyor, haberler bağımsız gazetecilerden alınıyor” diyor… Yeni olan şu ki medyanın aksine güvenilirliğini korumayı başarmış, gazeteciliğin son 20 yılına damga vurmuş isimlerin başında gelen Fatih Altaylı da serüvenine artık “bağımsız” olarak YouTube’da hatta kendi deyimiyle “yayıncılığın Kapalıçarşı’sında” devam ediyor. Kendisinin maharetlerine methiyeler düzmeye elbette gerek yok, zira yaptığı her işle o kendisinden söz ettirmeyi ve gündemi belirlemeyi her seferinde başarıyor… Ancak yolculuğundan ve yarına bakışından öğrenilecek çok şey var. Aldığı bu radikal kararı ve arkasındaki içgörüleri, haberciliğin geçirdiği dönüşümü, geleceğini, başarısını ve “medyanın ayıbı”nı kendi sivri cümlelerinden dinledik…
Söyleşi: Ferruh Altun, Nafizcan Önder
İletişim kanalları çeşitlenip dikkat süreleri kısalırken, bir gazeteci geliyor önce veda mektubunu yayınlıyor gazetedeki köşesinden, ardından iki ay kadar kısa bir sürede her gün ortalama 3,5 milyon kişiye sesini ulaştırmayı başarıyor! Neresinden bakarsanız bakın tarihe not düşecek kadar büyük bu başarıyı tek başına sahiplenmiyor Fatih Altaylı. Önce ekibine paye veriyor sonra da ekliyor: “Bu bizim başarımız olduğu kadar Türk medyasının da ayıbı…”
Kimi söyleşiler vardır ki, her yanıt ayrı bir manşet olur. Fatih Altaylı’nın yanıtları da tam olarak öyle. Türkiye’de gazeteciliğin ve toplumun haber alma biçimlerindeki değişimini sorduğumuzda “İnternet var diye gazeteler okunmuyor değil. Gazeteler ortada, gazeteye benzer bir şey kalmadığı için okunmuyor belli ki!” diyor, “Gazete ve gazetecilik bitmez. Kağıda basılı gazete de Türkiye normalleştiği zaman yeniden etkili olur” diyor, iş birliklerini sorduğumuzda “Kamu müteahhitlerinden gelen tekliflere kapımız kapalı. Bağımsız tavrımıza zarar vermelerine izin vermeyiz ama algı da önemli. O yüzden istemiyoruz” diyor, YouTube’daki rekabeti sorduğumuzda “YouTube yayıncılığın Kapalıçarşı’sı. Fikir, bilgi, haber, eğlence alışverişi yapmak isteyen herkes buraya gelecek” diyor.
Hal böyleyken sözü çok da uzatmadan sahibine bırakmak en iyisi… Öyleyse buyurun sohbete…
“Bana katlanan herkese teşekkürler” başlığıyla gerçekleşen vedanız ve ardından tam anlamıyla sıfırdan başlanan bir yolculuk… Oldukça büyük ses getiren ve gündem belirleyen yayınlarınıza geçmeden önce bu vedayı konuşabilir miyiz? Kararınızdan mutlu musunuz?
Çok kısa bir yanıt vermek gerekirse mutluyum. Hatta çok mutluyum. Şunu gördüm, Türk medyasının ve tabii Türkiye’nin içinde bulunduğu durumda bir patronla çalışmak artık bana göre değil. Turgay Ciner gibi sevdiğim, saygı duyduğum biriyle bile çalışamıyorsam, başkasıyla çalışmam mümkün değildi. Bu yüzden hem ayrılık hem de kendi yolumda ilerleme kararımdan dolayı mutluyum. Bazıları “Keşke daha önce ayrılsaydın” falan diyor. Ona da şöyle yanıt veriyorum. Bir şey başka türlü ve başka zaman olamayacağı için o şekilde ve o zamanda olmuştur. Doğru zaman şimdi imiş.
Veda ederken YouTube kanalınızda bağımsız gazetecilik yapma fikri var mıydı aklınızda?
Aslında vardı. YouTube’da yayıncılık yapma fikri beş yıldır kafamdaydı. Gazetecilik mesleğimi burada sürdürmek dışında bir yolum olmadığını epeydir biliyordum. Zaten YouTube’daki “fatihaltayli” kanalını da beş hatta altı yıl önce kurmuştum. Veda ederken de elbette böyle bir ikram vardı. Ayrılırken Kenan Tekdağ Bey ile ayrılışımı konuşurken “Ne yapacaksın?” diye sordu. Muhtemelen YouTube’da bir şeyler yaparım ama önce biraz dinlenmek istiyorum dedim. Ama nasip olmadı. Dinlenemeden hemen başladım. Galiba çalışmadan duramıyorum.
Yeni nesil bağımsız gazetecilik aslında bugünün konusu da değil… Cüneyt Özdemir, Nevşin Mengü ve daha niceleri uzun süredir gazeteciliklerini bağımsız şekilde sürdürüyorlardı. Onların varlığı bu anlamda size cesaret verdi mi?
Başkalarından cesaret alma gibi bir alışkanlığım yok. Ben YouTube kanalımı kurduğum zaman zannediyorum onlar henüz YouTube yayıncılığına başlamamışlardı. Bir süre aktif olarak kullandığım bu kanalı Turgay Ciner’in ricası üzerine askıya almıştım. Ama bir gün ayrılıp orada olacağımı bildiğim için tutuyordum. Ama bu arkadaşların başarısı elbette kendileri açısından önemli ve değerli.
Yeri geldi “yandaş gazeteci” yakıştırmaları, yeri geldi “muhalif gazeteci” yakıştırmaları yüksek sesle dile getirildi sizin için. Bu durum size nasıl hissettiriyor? Siz bu yakıştırmalar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Önyargı, cehalet, kötü niyet. Hepsi. Ben kendimi ne muhalif olarak görürüm ne yandaş. Benim meselem bu değildir. Ben doğruyu aramak ve söylemekle mükellefim. Beni sujeler değil, fiiller ilgilendirir.
Ama 40 yıllık gazetecilik, 30 yıllık televizyonculuk kariyerime bir bütün olarak bakılırsa genel olarak herkese ve her şeye muhalifimdir. Gazeteci eleştirir. Ben de gazeteciyim. Bana yandaş diyenlerin de muhalif diyenlerin de büyük bölümü tek bir yazımı okumamış, tek bir programımı izlememiş önyargı sahipleridir.
Gezi döneminde Başbakan Erdoğan ile yaptığım programdan dolayı kızanlar vardır. Yandaş derler. O programda Erdoğan’a sorulan soruların yöneltilen ithamların bir tekini sanki başkası yapmış ya da yapabilmiş gibi… Ya da Levent Kırca’nın “Fatihcim senin programına çıkmak istiyorum” diye gelip sonra bana saldırmasını izleyenler bana sallarlar. İyi de o süper muhalif Levent Kırca’yı programına çıkaran kim?! Dediği gibi yandaş olsam ona niye kapı açayım. Ya da niye gerçekten yandaş olan birilerinin programına çıkmadı. Neyse, o bana durduk yere saldırırken, ona dönüp “Levent Abi, sen de AKP Siyaset akademisinde ders verirken, sanatçının partisi olmaz demiyor muydun?” dememem kabahat aslında.
Ya da “Yahu içerdeki tüm paşalar, kızları, damatları, eşleri Teke Tek’e çıkıp kendilerini ifade ettiler. Benden başka onlara ekranda söz veren olmadı…” Ama bunu kimse hatırlamak istemiyor. Ben de hasta olduğunu bildiğim konuğuma bunu yapmak istemedim. Belki de yapmalıydım.
Aslına bakarsanız, her şeye rağmen halimden de çok şikâyetim yok. Sonuçta çok da eğitimli olmayan ve zeka ortalaması çok da yüksek olmayan bir toplumda yaşıyoruz. Herkesin yüzde yüz doğru değerlendirme yapmasını bekleyemeyiz. Herkes elinde olan veya olmayan verilerle bir değerlendirme yapıyor. Üstelik herkesi eleştirirken, eleştirilmekten şikayetçi olmamız mümkün değil.
Toplumun habere ulaşma biçimlerindeki dönüşümü siz nasıl yorumluyorsunuz?
Geleneksel medyanın güç ve güvenilirlik kaybı nedeniyle oluşan bir dönüşüm. Bize has. Batıda, medeni ülkelerde hala geleneksel medyaya bir güven var. Yüksek değil ama var. 1990’ların ortasında ABD’de 40 günlük bir çalışma grubunun üyesiydim. Medyadaki tiraj kaybının nedenleri üzerine çok kapsamlı bir araştırma yürüttük. Bir rapor hazırladık. Tüm ABD medyası ve Batı medyası bu raporu aldı, okudu. Türkiye’de kendi gazetem dahi ilgilenmedi. O günden bugüne Amerikan medyasında tirajlar arttı.
Demek ki mesele teknoloji ile değil, güvenle ilgili. İnternet var diye gazeteler okunmuyor değil. Gazeteler ortada gazeteye benzer bir şey kalmadığı için okunmuyor belli ki!
Bizde geleneksel medya Ak Parti etkisiyle yerle bir oldu. Televizyonuyla, gazetesiyle… Güvenilmiyor, zaten güvenilecek bir halleri de yok. Kamplaşma korkunç boyutta. Medyanın ve gazetecilerin korkusu artık dışardan görünüyor, korku kokusu burunları yakıyor. Birgün Gazetesi dışında okuduğum gazete kalmadı. Haber televizyonu izleyemiyorum. Zekama hakaret ediyorlar çünkü. O zaman da ister istemez dönüşüm başlıyor. Herkes kendi mecrasını arıyor. Oradaki sorun ise eko etkisi. Algoritma nedeniyle kendinizi kapalı bir evde bulmanız mümkün.
Bugün kendi açımdan gözlemim YouTube’da eskisinden 10 kat daha fazla okunuyor, 10 kat fazla izleniyor, etki yaratıyorum.
Gençler artık televizyon açmıyor. Evlerine televizyon almıyorlar. Geleneksel medyayı zaman kaybı olarak görüyorlar. Geçenlerde YouTube’un bir etkinliğinde söylediğim bir cümle var. Televizyon nedeniyle 30 yıldır tanınıyorum. Ama hiç bu kadar tanınmış olmamıştım. Artık YouTube ve TikTok gençliği var. Türkiye’de YouTube elbette çok daha kaliteli bir ortam. Ve artık gençlerin arama motoru bunlar, bilgi kaynağı, eğlence kaynağı bunlar. İşin ilginci daha yaşlı bireylerde de YouTube’un etkinliği ve erişimi hayret verici. Reklamveren açısından da çok daha cazip. Çünkü çok katmanlı olarak ölçümlenebilen ve hedef odaklı kampanyalara imkan sağlayarak pazarlama maliyetlerini çok aşağı çeken bir yapı.
Bağımsız gazeteci olmanın, bir kurum çatısı altında çalışmaya göre en büyük avantajları ve dezavantajları sizce neler?
Çok basit. Avantajı bağımsız olmak. Tek sorun ay başında garanti maaşınız yok. Ayrıca her şeyi kendiniz yapmak zorundasınız. Avukatınız da kendinizin olacak, muhasebeciniz de. Ama karışan da yok. Tam bir özgürlük var. Ne sizin yüzünüzden başkasının başı belaya giriyor ne de siz başkasının hatalarının sorumlusu olmak zorunda kalıyorsunuz.
Bağımsız gazeteciliğin en temel meselelerinden biri de elbette gelir modeli yaratmak. Markalı iş birlikleri de bu anlamda en çok öne çıkan yöntemlerden birisi. Sizce bu noktada gazetecilik etiğinin çizgileri nasıl belirlenmeli?
Modeller çok basit aslında. YouTube zaten izlenme oranınıza bağlı bir gelir yaratıyor. Buna programatik geliri diyorlar. Yani çalışkansanız, sürekli içerik üretiyor ve içeriklerinizi izletmeyi başarıyorsanız YouTube’dan azımsanmayacak bir gelir elde ediyorsunuz. Ama dediğim gibi üretmek ve ürettiğinizi izletmek zorundasınız. İzlenmeyen işin geliri de olmuyor. Yok eğer büyük bir iş yapayım, çok eleman çalıştırayım, prodüksiyona çok para harcayayım, farklı kanallar açayım diyorsanız o zaman YouTube geliri yetmeyebilir. O zaman da iş birliklerine gitmek zorundasınız. Yani farklı programlara farklı sponsorluklar… Bunlar da izlenme oranınıza göre, izleyen kitlenin sosyoekonomik durumuna göre oluşturulan bir fiyatla oluyor ama ne yazık ki Türkiye’de bu alanda hoş bir ortam yok. Bir kural, bir disiplin getirilmemiş. Çok marka diye düşündüğünüz isimler çok yanlış fiyat politikaları izleyip, işi kötü bir yola sokmuşlar. Ben bunu biraz olsun hale yola sokmak gerektiğine inanıyorum. Bu işi ciddiye alan başka YouTube içerik üreticileri ile bu konuyu konuşuyoruz.
YouTube kanalınızda sizin de marka iş birlikleri yaptığınızı görüyoruz. İş birliği yaptığınız markaları neye göre belirliyorsunuz? İlkesel olarak çalışmayacağınız markalar var mı?
Ben daha yola çıkmadan önce, Habertürk’ten ayrıldığım andan itibaren çok fazla medya içi veya dışı yatırımcı gelerek birlikte bir iş yapmayı teklif ettiler. Çoğunluğu YouTube üzerinden. Açıkçası aralarında çok iyi tanıdığım dostlarım bile vardı. Hepsini geri çevirdim. Sonra yola çıktık. Birinci ayımız dolmadan yatırımcı teklifleri gelmeye başladı. Onları da reddettim. Sonrasında sponsorluk talepleri gelmeye başladı. Doğrudan ya da aracı ajanslar ile… Ben sadece eskiden beri tanıdığım, medyadan bildiğim ve güvendiğim ajanslarla çalışmayı kabul ettim.
Kabul ettiğimiz ilk sponsor Icrypex oldu. Motorsporları Federasyonu ve Formula 1 yayınlarının sponsoru olduğu için tanıdığımız bildiğimiz bir firmaydı. O arada başka firmalarla da uzun görüşmelerimiz oldu. Kamu ile işi olmayan firmaları kabul ediyoruz. Kamu müteahhitlerinden gelen tekliflere kapımız kapalı. Bağımsız tavrımıza zarar vermelerine izin vermeyiz ama algı da önemli. O yüzden istemiyoruz.
Çok uluslu firmalar tercihimiz. Saygın köklü firmalar istiyoruz. Bunlardan biriyle, Siemens ile anlaşma yaptık. Siemens Ev Aletleri olarak Teke Tek Bilim’e kurumsal sponsor oldular. Ayrıca Teke Tek Bilim’in burs programını da destekleyecekler. Castrol ile anlaşmamız var. 30 kadar farklı firmayla görüşüyoruz. Talep çok ama elimizdeki ürün sayısı az. Bu yüzden ince eleme imkanımız var. Bize saygı duyan ve bizim saygı duyacağımız markalarla iş birliği yapıyoruz sadece.
Bir medya kuruluşunun çatısı altından çıktığınızdan beri insanlar dilinizin daha sivrileştiğini söylüyor. Siz bu düşünceye katılıyor musunuz?
Aslında söylediklerimin içeriği aynı ama dil biraz daha sert. Bu da normal. RTÜK yok, RTÜK’ten ceza gelecek korkusu yok. Kurumun yayın lisansını iptal ettirmekten çekinme yok. Medya Grup Başkanı’nın sizinle aynı fikirde olduğu halde, sizden utana sıkıla biraz daha dikkatli olmanızı istemek zorunda kalması yok. Bu yüzden daha sert değilse bile daha direkt bir söylem var. Zaten YouTube’un özelliği de bu değil mi?
Öyle haftalar oluyor ki sizi sürekli TT listelerinde görüyoruz. Bu gündem belirleme gücünün arkasında nasıl bir yaklaşım var?
Bu benim açımdan yıllardır süregelen bir durum. Hürriyet’te yazarken de Sabah veya Habertürk’te yazarken de gündeme etki eden bir yazardım. Şimdi bu daha fazla çünkü sosyal medya artık geleneksel medyadan daha güçlü ve daha etkin. Buradaki etkileşim de daha fazla. Tabii bir diğer mesele benim tarzım. Kıvırma yok. Ne söyleyeceksem en anlaşılır biçimde, en kestirme şekilde kıvırmadan söylüyorum. Bu da etkili oluyor. Bir de ben aslında çok sade bir hayata sahibim ve bu da bana güç veriyor. Şöyle ki, sokakta gezerim, herkesle konuşurum, çarşıya, pazara çıkarım, esnafla sohbet ederim. Bana atılan mailleri, videoların, yazılarımın altındaki yorumları okurum. Bu da halkın gerçek gündemine yakın olmamı sağlar.
“fatihaltayli” YouTube kanalınızın şu an 700 bin abonesi var ve gündemi yorumladığınız içerikleriniz ortalama olarak 400 bin izlenmeye ulaşıyor… Böylesi bir ilgiyi öngörüyor muydunuz?
Doğrudur. Günlük yorumlarım 400, bazen 500 bin izlenmeye ulaşıyor. Her gün 3 milyon 500 bin kişiye dokunuyormuşuz.
Bir ay içinde YouTube’da yaklaşık 250 milyondan fazla erişim elde ettiğimiz oluyor ve her ay artıyor. Teke Tek Bilim videoları 1 milyon ila 3 milyon arasında izleniyor. Cumartesi röportajları 3,5 milyon izlenmeleri buluyor. Instagram gibi yerlerde bizim dışımızdaki paylaşımlar bu sayıya dahil değil. Herkes bizim programlara katılmak istiyor artık. Sekretaryamız konuk olma taleplerine yetişemez halde.
Açıkçası bu kadarını bekliyordum dersem büyük palavra olur. Bu duruma geleceğimizi biliyordum ama bu kadar hızlı olacağını hiç zannetmiyordum. Ancak gerçekten müthiş bir ekibimiz var ve Emre en büyük şansım. Bu benim kadar onun da başarısı. Bir artı bir beş oldu. İki yıllık hedefe iki ayda ulaştık. Bu bizim başarımız olduğu kadar Türk medyasının da ayıbı.
Gerek röportajlarınız gerek gündem değerlendirmeleriniz gerekse “Celal Şengör’ün Kütüphanesi” ile YouTube kanalınız tam anlamıyla bir medya platformuna dönüşüyor… Burada izleyicileri bekleyen yeni içerikler de olacak mı? Neler için heyecanlanmalıyız?
Celal Şengör’ün kütüphanesi eski içerik. Onu 5 yıl önce çekmiştim. Ama dediğiniz doğru. Çok farklı içerikler üretmeye başladık ve başlayacağız. Benim “Yorumluyor” var. Teke Tek Bilim var. Teke Tek var. Teke Tek Arşiv var. Yakında Celal Şengör ile “Dinozor Dede” kod adıyla andığım bir program başlatacağız. Celal Şengör gençlere bilim anlatacak. Levent Erden ile üç farklı kanal ya da içerik gelecek. İstanbul Kafası, Malumatfuruş ve Next Akademi sırayla yayına alınacak. İçinde muhtemelen benim de olduğum bir otomobil kanalı olacak. Bir spor kanalı gelecek. NASA’dan bir bilim insanıyla bir teknoloji kanalı açacağız. Bir ekonomi kanalıyla ilgili çalışmalarımız sürüyor. Bir psikoloji kanalı planlanma aşamasında. Lüks tüketimle ilgili bir “Elegant” kanalımız olacak. Bir de tüm yaptığımız işlerin kamera arkasını paylaşacağımız “Emre” kanalı da gelmek üzere. Ayrıca halen içerik üreten ama hak ettiği ilgiyi bulamamış bazı YouTuberları da çatımız altına almak istiyoruz.
YouTube’daki rekabeti nasıl değerlendiriyorsunuz? Dahası kimlerle rekabet içerisinde olduğunuzu düşünüyorsunuz?
Kimseyle rekabet içinde değilim. YouTube muhteşem bir ortam. Geleceğin yayın platformu. Bana göre ne Netflix, ne Amazon ne Disney kalır. YouTube ve benzeri düşüncedeki ortamlar ayakta kalır ve her türlü yayıncılık faaliyeti buradan yürür. Bu yüzden de YouTube’u bir rekabet ortamı olarak görmüyorum. YouTube yayıncılığın Kapalıçarşı’sı. Fikir, bilgi, haber, eğlence alışverişi yapmak isteyen herkes buraya gelecek. Birbirimizin rakibi değil promotörüyüz. Herkes birbirini destekliyor.
Medyanın ve gazeteciliğin hem bugününü değerlendirmenizi hem de yarınını nasıl gördüğünüzü sorsak bize neler söylersiniz?
Bundan 30 yıl kadar önce Faruk Süren “Bir televizyon kanalı kuralım” demişti ve ben de bir fizibilite hazırlamıştım. O zaman sadece TRT ve Magic Box vardı. Ben de bir süre araştırıp şöyle bir şey söyledim Süren’e: “Yayıncılık uzun vadeli bir iş değil. Riskli bir yatırım ve Türkiye gibi ekonomisi sık sık krize giren bir ülkede akılcı bir iş değil. Üç sene para kazanır gibi olur, sonra tüm kazandığını bir senede batırır. Önemli olan içerik yani content. Televizyon kuracağımıza bir yapım şirketi kuralım” dedim. Sonra o Galatasaray işlerine daldı. Değil yeni bir işe girmek, eski işleri ile ilgilenemez oldu. Bizim yapım şirketi işi de olmadı.
Bugün de durum değişmedi. İçerik kral. Öyle ki, televizyon şirketlerinin bile kârı artık yurt dışına dizi satışlarından geliyor. Türkiye’nin en büyük yapım şirketinin bu yıl sadece internet yayıncılığından elde ettiği gelir 25 milyon doların üzerinde. Ama bu içerik artık kendine daha etkin ortamlar arıyor. Başarıya endeksli gelir modelleri arıyor. Televizyonlar bunu bir ölçüde sağlayabilir ama hantal ve masraflı yapılar. Bir yapımcı niye bir televizyon kanalının kötü yönetiminin bedelini ödemek zorunda kalsın? Bir gün yapımcılar da Youtube gibi mecralara kaymak zorunda kalacaklar.
Şunu söyleyeyim. Gelecek büyük oranda YouTube ve TikTok gibi mecralarda olacak. Belki yeni fikirlerle benzer özgür ortamlar da artabilir. Bilenler bilir, ben para karşılığı konuşma falan yapmam. Fikirlerin serbestçe ve bedava yayılabileceği ortamlara inanırım. YouTube buna çok uygun. Yayıncılığın geleceği bu. Ama şunu da herkes bilsin. Gazete ve gazetecilik bitmez. Kağıda basılı gazete de Türkiye normalleştiği zaman yeniden etkili olur.