“İklim Değil İnsanlık Krizi” kitabı için “Konu ne kadar karmaşık olursa, geniş kitleler tarafından anlaşılması ve kabul edilmesi de o kadar zor oluyor. Ben bu karmaşayı, iletişimci lensinden çok daha basit ve anlaşılabilir yazılara dökerek daha net bir çerçeveye oturtmaya çalıştım” diyor Yapı Kredi Kurumsal İletişim Direktörü Arda Öztaşkın… Sarsıcı gerçekleri yalınlıkla anlatan kitap, odağına sürdürülebilirliği alan marka ve iletişimciler için de tam bir kılavuz niteliğinde. “Bilim insanları görevini yaptı, sıra iletişimcilerde!” diyen Öztaşkın ile hem iklim krizinin yalın gerçeklerini hem de iletişimcilerin çözüm yolundaki sorumluluklarını konuştuk…
“İklim Değil İnsanlık Krizi” kitabını yazma fikri nasıl çıktı ortaya? Sizi kitabı yazmaya iten nedenler neler oldu?
Yola aslında kitap yazmak için çıkmadım. Kitap kendi öğrenme sürecimin bir çıktısı oldu.
Ekonomi, insan, gezegen odaklı sürdürülebilirlik gündemi hem biz bireyleri varoluşsal olarak hem de mevcut ekonomik sistemi sebep-sonuç ve dönüşüm gibi meselelerle son derece yakından ilgilendiriyor.
İnsanlık zor bir kıskacın içinde. Bir yanda artık kaynaklarının sonsuzcasına tüketilmesine tepki veren gezegenimiz, diğer yanda artan nüfus ve katlanan tüketme hırsıyla iyice sağlıksız noktaya gelen üretim ve tüketim pratiklerimiz, jeopolitik sorunlar, ekonomik sıkışma, çözemediğimiz temel insanlık konuları; toplumsal cinsiyet eşitliği, insanca yaşam, özgürlükler, farklı coğrafyalarda göz ardı edilen dramlar, bir de iyi ya da kötü tarafta tüm bunları kaldıraçlayan teknolojik gelişmeler…
Son dönemin moda kavramı gibi algılanmasına rağmen aslında sürdürülebilirlik birbiriyle ilişkili bu kapsamlı konuların geniş bir ekosistem olarak yönetimi açısından kritik önemde. Yani, sadece ağaç, çevre hassasiyeti meselesi değil. Son derece rasyonel ve insanlık adına da yaşamsal.
Tüm bu boyutlarıyla sürdürülebilirlik son derece karmaşık ve derin. Konunun her yönüyle ele alınması ve böylece sağlıklı yönetilmesi için tüm dikeylerde meseleye hâkim olmak, onun için de çok okumak ve araştırmak gerekiyor. Ben de böyle başladım. Hem kurumumda yönettiğim sorumlulukları daha doğru ve etkin yerine getirebilmek hem de bir birey olarak gerçek sorumluluklarımın farkında olabilmek için.
Konu ne kadar karmaşık olursa, geniş kitleler tarafından anlaşılması ve kabul edilmesi de zor oluyor. Ben bu karmaşayı, iletişimci lensinden çok daha basit ve anlaşılabilir yazılara dökerek daha net bir çerçeveye oturtmaya çalıştım. Bunları da kendi blogumda paylaşmaya başladım.
3 yıl gibi bir sürenin sonunda bu kitap ortaya çıktı.
Bir iletişimci olarak, akademik iddia içinde olmadan, meseleyi farklı yönleriyle olabildiğince çok kişiye aktarmayı ve ufak da olsa bu konularla ilgili bireysel sorumluluk almamız gerektiğini vurgulayarak, farkındalık yaratmayı amaçladım.
İklim krizi konusunda şimdiye kadar pek çok kitap yazıldı. “İklim Değil İnsanlık Krizi” hangi açılardan fark yaratıyor?
Sürdürülebilirlik kapsamında ister çevresel, ister ekonomik, ister toplumsal her ne sorun varsa bunların merkezinde insan var. İnsanlığın bugün kendi yaşadığı temel yaşamsal meseleler de yine insan kaynaklı. Bugüne kadar tercihleriyle her şeyi belirleyen insan. Bundan sonra da böyle olacak.
Kitap temelde bunu söylüyor. Ekonomiyi, yapay zekâyı, makine öğrenmesini, vahşi yangınları, küresel ısınmayı, çevresel sorunları, toplumsal cinsiyet eşitliğini ve temel özgürlükleri konuşuyoruz ama bu noktaya gelmemizi sağlayanın yine insanlık olduğunu gözden kaçırabiliyoruz. Ya da tüm bu büyük sorunlar karşısında birey olarak sorumluluk almamız gerektiğini…
Kitap tüm bu noktalara temel bir bakış açısı ortaya koymaya çalışıyor. Meselelere bakarken, bugün sanki arka planda kalan ahlak, erdem, vicdan, adalet gibi temel insani değerleri de öne çıkarıyor. Daha sağlıklı ve yaşanabilir bir dünya peşindeysek; bu, sadece seçkin bir grup için değil, elbette tüm insanlığı kapsayacak şekilde olmalı.
Bilim insanları artık verilerle ortaya net konulmuş sürdürülebilirlik gündemiyle ilgili sorumluluğunu yerine getirmiş durumda. Şimdi mesele, bu bilimsel veriler ışığında kitlelerin gereken dönüşüm yolculuğuna başlaması. Bunun için de pazarlama ve iletişimin devreye girmesi gerektiğini düşünüyorum.
Biz iletişimciler madem içgörüler üzerinden davranış değişikliği yaratma beceri ve araçlarına sahibiz, bunu neden daha sağlıklı ve iyi bir dünya yaratmak için kullanmıyoruz? Bu yolda kitlelerde dönüşümü tetikleyecek ikna süreçlerinin oluşturulması, platformların sağlanması bizlerin sorumluluğunda. Kendi etki alanımızda bu dönüşüm adına gerçek fayda yaratan işler yapmamız şart. Buna iş yapış biçimlerinin değişimi de dâhil. Konu sadece çarpıcı reklam filmleri yapmak değil! Arka tarafta tüm süreçleri buna göre samimi ve net şekilde değiştirmek meselesi.
Kitabın sürdürülebilirlik konusunda “pozitif” bir yaklaşımı olduğunu söylüyorsunuz? Bu ne anlama geliyor?
Felaket çağrıları yapmanın fayda sağlayan bir tarafı yok. Ya da bireyin gücünü hafife almanın.
Farkındalıkla başlayan ve bilgiyle gelişen süreçte bireylerin tüm bu konular ekseninde çok büyük etkisi var. Meseleyi kendinden çok büyük gören bireylere aslında küçük hareketlerle büyük etki yaratmanın yollarını anlatmak ve bu konuda herkesi birer dönüşüm elçisine çevirmek gerekiyor. Benim de amacım bu. Küçük de olsa atacağımız adımların bu yolda çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. Bireylerin kendi dönüşümüyle birlikte çevrelerini hatta markaları, hükümetleri, kurum ve kuruluşları da etkileme; onlar karşısında birer baskı unsuru oluşturma gücü var. Bunu gözardı etmek yerine, bu farkındalıkla hareket ettiğimizde attığımız her adım büyüyecek ve kolektif bir harekete dönüşecek.
Dolayısıyla evet kitapta tüm bu zorlu kriz ortamına karşı pozitif bir yaklaşım var. Bir şey yapmadan izleyerek, şikâyet ederek ya da çözümü başkasından bekleyerek sağlayacağımız bir fayda yok. Onun için küçük adımlarla da olsa harekete geçmek hem eko-anksiyeteyi önleyecek hem de bu somut adımlar büyüyerek, gerçek faydaya dönüşecek.
İklim krizini bir insanlık krizi olarak yorumluyorsunuz. Bu söylemin gerisindeki içgörüyü detaylandırır mısınız?
Söylediğim gibi, bugün yaşadığımız her sorunun arkasında insan tercihleri var. Dolayısıyla adına ekonomik, sosyal, çevresel ne krizi derseniz deyin, yaşanan şey aslında bir insanlık krizi.
İklim için bu daha da bariz. Doğayla yüzyıllar içinde dengeli yaşamayı öğrenen insan, endüstri devrimiyle birlikte, bu ilişkiyi kendi lehine, doymak bilmez tüketim açlığını gidermek için sonsuz bir kaynağa dönüştürdü. Dengeli yürüyen ilişki temelinden sarsıldı. Doğa, net ve tutarlı olmaktan çıkıp, daha kestirilemez tepkiler vermeye kaydı. Bunu da daha önce görülmemiş düzeyde sıcaklıklarla, yangınlarla, seller ve kuraklıklarla ortaya koydu.
İklim değişikliği, insanın üretim ve tüketim pratikleriyle yarattığı ve bugün bile sonuçlarını tam olarak kestiremediği çok ağır bir kriz. Bundan keskin olarak etkilenecek de 4,5 milyar yaşındaki dünyamız değil, yine insanlığın kendisi olacak. Rasyonel bir varlık olmayan insan, bugün hala bu konuları anlamakta ve kabul etmekte zorlanıyor. Gezegenimiz ölmüyor, mesele insanın kendisi ve yaşamsal problemleriyle ilgili.
Sürdürülebilir sağlıklı bir dünya, sadece doğa ve insan ilişkisiyle sınırlı değil. İnsanların kendi aralarındaki ilişkiyle de yakından ilgili. Ekonomi, temel insan hakları, insanca yaşam, cinsiyet eşitliği, adalet gibi konular da sürdürülebilir bir gelecek için yaşamsal konular. Dolayısıyla, insanlığın yarattığı ve kemikleşen bu tür temel meseleleri de gözden kaçırmamak gerekiyor.
Kuşkusuz iklim krizi iletişim sektörünün de ilk gündem maddelerinden biri. Ancak pek çok şirketin konuya sadece “iletişim” çerçevesinde yaklaştığını da görüyoruz. Bu noktada sizce iletişimcilere düşen görevler neler? Doğru bir iletişim süreci için önerileriniz neler olur?
Sürdürülebilirlik, markalar için dönemsel ayrıştırıcı bir pazarlama ve iletişim aracı olmaktan çıkartılmalı. Çünkü bu haliyle kavramın içi boşaltılıyor ve önemi arka plana atılıyor. Şirketlerin tüm süreçleriyle bu yolda gerçek bir dönüşüm sağlamadığı noktada sadece ‘mış’ gibi yapılan işlerle ortalığa çıkması zaten karmaşık olan konunun iyice bulaşık suyuna dönmesine ya da sığ algılanmasına yol açıyor. Oysa konu, hafife alınacak ya da markalar için anlık sahte parlamalar yaratacak durumda değil. Peki, ne yapılmalı? İletişim, iklim değişikliğinin içselleştirilmesi açısından kritik önemde. İletişimciler, iklim değişikliği hakkındaki duyguları dile getirmenin, adlandırmanın, işlemenin ve bunları günlük hayata entegre etmenin yollarını yaratmaya yardımcı olabilir. Bireysel, sosyal ve politik dönüşüm için gereken kolektif farkındalığı ve bilinci sağlayıp, eylemi tetikleyebilir. Bilimin söylediği korkutucu gerçekliği, savunma mekanizmalarını atlatacak şekilde içgörüyle paketleyip, insanlara sunabilir. Dolayısıyla iletişim gücü, artık manipülasyon (greenwashing) için değil, gerçek anlamda dönüştürücü eylem için kullanılmalı. Sadece kitleler üzerinde değil, politika yapıcılar üzerinde de etkili olacak; davetkâr, kapsayıcı ve duygu, amaç ve anlam içerecek şekilde… İletişim dünyasının bu ağır ve ciddi sorumlulukla hareket etmesi gerekiyor.
Konuyla ilgili pek çok kaynak sorunu tanımlıyor ancak artık çözüm yolunda adımlar atılması gerektiği de aşikâr. Siz çözüm önerileriniz neler?
Çözüm bizde, bireylerde! Bakmayın siz bireysel olarak etkimizin ne kadar küçük olacağı, esas önlem alması gerekenlerin devletler ve kurumlar olması gerektiğini söyleyenlere. Bugün o koca koca şirketlerin ve kısa dönemli ajandalarla çalışan hükümetlerin aldığı iyi ya da kötü aksiyonların tetikleyicisinin yine bireyler ve bireysel talepler olduğunu akıldan çıkartmamak gerekiyor. Karanlık bir tablo var önümüzde. Ama bu, tüm sorumluluklarımıza daha da sıkı sarılmamız için önemli bir sebep.
Konu sadece çocuklarımızın geleceği değil. Konuştuğumuz tüm bu sorunlar tam da bugünün meselesi. Onun için harekete geçmemiz gerekiyor. Her şey bireyden ve aileden başlıyor. Atacağımız bireysel adımların, çevremizi de dönüştürücü etkisi olacak. Bireysel her bir adım; insanlığın o ardına saklandığı parlak ikiyüzlülüğünü bir kenara koyarak, ortak bir duyarlılık ve farkındalık oluşması için katkıda bulunacak. Ufak olarak da başlasa, çabalar birleşerek büyüyecek.