Gelir dağılımı adaletinde son durum ne?
TÜİK geçtiğimiz günlerde 2023 yılı Gelir Dağılımı İstatistikleri’ni yayınladı.
Bu istatistiklerin paylaşılmasının ardından Türkiye’deki gelir dağılımının son yıllarda ne kadar bozulduğuna, ulusal gelirin en çok gelir sahibi olan kesimin zenginliğine daha da fazla katkı sağladığına dair yorum ve değerlendirmeler haber sitelerini ve sosyal medya platformlarını kapladı. Hatta, “Türkiye’deki gelir dağılımındaki bozulma tarihin en yüksek seviyesinde” diye de yazıldı. Oysa ki, bu haberler doğru değil, daha doğrusu gerçeği tam olarak yansıtmıyorlar.
Türkiye gelir dağılımı gittikçe bozulan bir ülke değil. Türkiye, gelir dağılımı her zaman bozuk olan bir ülke ve bu yapı içinde dönemsel olarak küçük ölçekli iyileşmeler olsa da bu yapıyı ciddi olarak dönüştüremiyoruz. 2018 yılından bu yana yaşadığımız ekonomik kriz nedeniyle küçük adımlarla olsa da iyileşen gelir dağılımı özellikle son üç yılda eski yapısına geri döndü. Türkiye olarak neredeyse ezelden beri adaletsiz bir gelir dağılımının içine hapsolmuş durumdayız. Gelir dağılımı yapısının son 60 yıllık macerasına bakacak olursak, yüzde 20’lik nüfus grupları itibarıyla hane halkı kullanılabilir fert gelirleri dağılımının aşağıdaki tabloda olduğu gibi ortaya çıktığını görüyoruz.
Bu tabloya göre, en düşük gelire sahip yüzde 20’lik nüfus 2023 yılı içinde ulusal gelirin yüzde 5.9’unu alırken, en yüksek gelire sahip yüzde 20’lik kitle gelirin yüzde 50’sini alıyor. Gelirden en çok pay alanlarla en az pay alanlar arasındaki fark da son derece yüksek: 8.4.
Teknik bir kavram olan gelir dağılımı eşitsizliği ölçütlerinden Gini Katsayısı, sıfıra yaklaştıkça gelir dağılımında eşitliği, bire yaklaştıkça gelir dağılımında bozulmayı ifade etmektedir. Yukarıdaki tablodan da görüldüğü gibi gelir dağılımındaki eşitsizlik küçük adımlarla nispi olarak düzelme eğilimindeyken, 2023 yılında 2003 değerlerine geri dönmüş. Yakın dönem içinde Gini Katsayısı’nın gelir dağılımı açısından en adil olduğu dönem 2014-2015 yıllarına ait olduğu görülüyor.
Bizdeki bu dengesiz yapıyı uluslararası platforma oturtacak olursak şunu net bir şekilde görebiliyoruz: 2022 yılı verilerine göre, tüm OECD ülkeleri arasında gelir dağılımı eşitsizliğinin en yaygın olduğu dördüncü ülke konumundayız. Bizden daha kötü durumdaki ülkeler Kosta Rika, Şili ve Meksika. Bu arada hemen belirtmek istiyorum, bizim yanı başımızdaki ülkeler arasında ABD, İngiltere ve Bulgaristan yer alıyor. Gelir dağılımı en iyi ülkelerin başında ise Slovakya, daha sonra da Slovenya ve Çekya geliyor. Konuyu daha da netleştirmek için hemen bir kıyaslama paylaşmak istiyorum. Slovakya’da gelirden en yüksek pay alan yüzde 20’lik kesim gelirin %33’ünü, en alttaki yüzde 20’lik kitle de yüzde 9.5’ini alıyor ve en üst grup ile en alt grup arasındaki fark da sadece 3.45 kat ile sınırlı. Bu ülkedeki Gini Katsayısı da 0.21.
Gelir dağılımı ve iyi yaşam
Bir ülkedeki gelir dağılımı ile Türkçe’de iyi yaşam, sıhhat, sağlık, zindelik, esenlik gibi kelimelerle karşılamaya çalıştığımız İngilizce wellness kavramı arasında derin bir bağ bulunuyor.
Kavramı ister Dünya Sağlık Örgütü gibi sadece hasta olmama değil, fiziksel, zihinsel ve sosyal bakımdan da iyi olma durumu olarak ya da National Wellness Institute gibi daha geniş bir platformda duygusal, mesleki, fiziksel, sosyal, entelektüel ve ruhani altı boyut üzerinden tanımlayalım, gelir dağılımının eşitlikçi yapısı toplumların daha refah bir yapı içinde var olmalarının bir ön koşulu olarak karşımızda duruyor.
Bir ülkedeki gelir dağılımı yapısı ile iyi yaşam kavramı arasındaki ilişkiyi değerlendirirken bir çok faktörü dikkate almak gerekiyor.
Bu faktörlerin başında ülkedeki genel olarak halk sağlığı durumu, eğitim ve sağlık gibi temel hizmetlere erişim koşulları, sosyal güvenlik kurumlarının yapısı, toplumdaki egemen ruh hali, ülkedeki siyasi ve ekonomik istikrar gibi temel değişkenler bulunuyor.
İyi yaşam algısı
Bugün bir çok şirketin, markanın doğrudan ya da dolaylı yollardan sahiplenmek istediği iyi yaşam hakkında konunun uzmanlarının geliştirmiş olduğu tanımlamaların ötesinde, bu kavramın toplumun kendisi tarafından nasıl algılandığı ve nasıl değerlendirildiği son derece önemli. Şirketlere yol gösterecek temel içgörüler bu tanımlamanın özünde bulunuyor.
Türkiye’de iyi yaşam konusunda yakın dönemde yapılmış iki araştırma bulunuyor. Sia Insight tarafından 2021 yılının Ocak ayında ve 2023 yılı Aralık ayında 18 – 55 yaş grubu Türkiye kent nüfusu arasında 500 tüketici ile gerçekleştirilen İyi Yaşam Araştırması Ogilvy’nin global Wellness Gap isimli araştırmasından yola çıkılarak gerçekleştirildi.
Bu araştırmaların tarihsel anlamda son derece önemli özellikleri var. 2021 yılı başında gerçekleştirilen araştırma pandemi ile şekillenen iyi yaşam kavramına ışık tutarken, 2023 yılı sonunda yapılan araştırma da ekonomik kriz gölgesi altında bu kavramın nasıl şekillendiğini açığa çıkarttı.
Aynı 2021 yılında olduğu gibi, 2023 yılı sonunda gerçekleştirilen araştırmanın da gösterdiği üzere, iyi ve sağlıklı bir yaşam Türkiye’deki hemen her tüketici için son derece önemli bir konu (yüzde 85). Ancak, bu konuya hassasiyet gösteren tüketicilerin oranı bir önceki araştırmaya kıyasla dört puan gerilemiş durumda. Bu duruma karşın, tüketicilerin hemen tamamı iyi bir yaşam için kendi koşullarını da iyileştirebileceklerine inanıyorlar (yüzde 89).
Beklendiği üzere ve biraz önce paylaştığım rakamların da gösterdiği gibi, ekonomik kriz tüketicilerin iyi yaşama verdiği önemi kaçınılmaz olarak etkiliyor. Genç ve yetişkin tüketicilerin yaklaşık yüzde 80’ini krizin iyi yaşam konusuna verdikleri önemi etkilediğini itiraf ediyor. Üstelik bu oran orta sınıfta çok daha yüksek bir düzeye çıkıyor.
Pandemi sonrasında olduğu gibi, içinde bulunduğumuz günlerde de tüketicilerin iyi bir yaşam için gerçekleştirdikleri etkinliklerin başında sağlıklı yemek yapma konusunun geldiğini görüyoruz (yüzde 60) ve bunu kişilerin kendisine zaman ayırması izliyor (yüzde 58). Bizim için iyi yaşam kavramı sağlıklı beslenme anlayışı ile örülü.
“Sağlıklı yemek” algısının nasıl tanımlandığı ve pratiğe döküldüğü bir tartışma konusu olsa da bu alanda dikkati çeken çok önemli bir değişim var. 2021 yılında, dönemin de hassasiyetinin bir sonucu olarak, iyi yaşam algısı ile özdeşleşen sağlıklı beslenme konusu krizin gölgesi altında yapılan çalışmada irtifa kaybetmiş bulunuyor. Bu konu bir önceki çalışmada neredeyse her 10 tüketiciden 7’si tarafından dile getiriliyordu.
Ekonomik krizin beslenme alışkanlıkları üzerinde yarattığı değişimin neleri dönüştürdüğünü derinlemesine biliyoruz.
Alt sosyo-ekonomik sınıf dışarıda kalacak şekilde, Sia Insight’ın yakın dönemde Türkiye genelinde gerçekleştirdiği Beslenme Alışkanlıkları Araştırması’na göre, genç ve yetişkin nüfus içinde son bir yılda günlük öğün sayısını azaltanların oranı yüzde 23’tür. Bu davranışın en önemli nedeni diyet ve kilo kontrolüyken, yüzde 29’unun öğünlerini azaltmasının nedeni de ekonomik gerekçeler. Bu, tüm nüfus içinde yüzde 7 oranına denk düşüyor. Yani, alt sosyo-ekonomik sınıf dışında, toplumun yaklaşık yüzde 10’u ekonomik nedenlerle en az bir öğünü geçiştiriyor, öğün sayısını azaltıyor. Hiç kuşku yok ki, eğer toplumun alt sınıfı da bu araştırmanın bir parçası olsaydı, yüzde 10’dan çok daha büyük bir kitle ile karşı karşıya kalacaktık. Günlük hayatlarında en çok öğün atlayanlar özellikle kadınlar ve gençler olarak karşımıza çıkıyor; kadınlar öğlen yemeklerini ve gençler de kahvaltıyı atlıyorlar.
Yine TÜİK tarafından açıklanan 2023 Yoksulluk ve Yaşam Koşulları Araştırması sonuçlarına göre, hanelerin yüzde 39’u iki günde bir et, tavuk ya da balık içeren yemek masrafını ekonomik olarak karşılayamadığını beyan etti.
Beslenme ve sağlıklı yemek yapma konusunun ötesinde 2023 yılı sonunda gerçekleştirilen İyi Yaşam Araştırması’nda çok dikkat çeken başka bir özellik daha bulunuyor.
Pandemi sonrası yapılan araştırma bize toplumda iyi yaşam konusunun işin fiziksel boyutuyla ve sağlık konusuyla ön plana çıktığını, iyi yaşamın duygusal, entelektüel ve ruhani boyutlarının daha geri planda kaldığını göstermişti.
Oysa ki, yakın dönemde iyi yaşam üzerine yapılan araştırma günümüzde tüketicilerin bir topluluğa dahil olmak, zihinsel farkındalık, üretkenlik, başkalarına faydalı olmak, hayatta bir gaye sahibi olmak gibi daha entelektüel ve ruhani beklentiler içinde olduklarını ve bu konuları önemsediklerini gösteriyor.
Bu dönüşüm, tüketicilerin hayattaki denge arayışının bir sonucu olarak ortaya çıkmış bulunuyor. Maddi koşullar ile manevi değerler arasındaki dengede terazinin bir kefesi bugün biraz daha ağır basıyor. Maddi koşullardaki yetersizlik manevi değerlerin yükselmesini de beraberinde getiriyor. Bu durum günümüzde tüketicilerin kurumsal itibarın en önemli bileşenlerinden birisi olarak tanımladıkları gaye sahibi olma arayışıyla ve gaye sahibi markalara biçtikleri yüksek değerle son derece net bir şekilde örtüşüyor.
Sonsöz
Tüketicilerin iyi yaşam kavramı üzerinden markalarla kurdukları ilişkinin doğası bize markalara yönelik beklentilerin arttığını net bir şekilde gösteriyor.
Tüketiciler, toplumun çoğunluğunun iyi yaşam koşullarına erişim sağlayabilmesi için şirketlerin ve markaların daha çok çaba göstermesi gerektiğine ve bu alanda atacakları adımları gerçekten içselleştirmesi gerektiğine inanıyor. Ancak, bu beklentilerin karşılanıp karşılanmadığı oldukça şüpheli; bu da iyi yaşam vaadiyle ortaya çıkan markaların günümüzde daha az güvenilir bulunmasına yol açıyor.
Bunun bir adım ötesinde, markaların asıl mücadele etmesi gereken zihinsel erozyon “ödenen fiyata değer” algısında bulunuyor. Tüketiciler ekonomik krizin gölgesinde artan beklentilerinin bir sonucu olarak günümüzde bir çok markayı ödenen paraya daha az layık buluyorlar.
Ekonomik krizin ve yoksullaşmanın hemen herkesi etkilediği günümüzde sağlıklı ve iyi yaşam vaadinde bulunan markaların bu alandaki tüketici beklentilerini karşılayamaması söz konusu bile olamaz. Şirketler ve markalar tüketiciyi ikna edecek, samimi ve gerçekçi yaklaşımlarıyla ödenen paraya değen marka ifadesini hakkıyla sahiplenmelerini sağlayacak stratejileri en kısa sürede belirlemek ve bu konuda çaba sarfetmek zorundalar.