Prensimiz çok yaşa!
Önce tiyatro dekorları arasından bir pelerin bulun geçirin sırtına karakterin, ardından parti malzemeleri satan bir dükkandan alınmış beş liralık bir taç ve kötü malzemeden yapılmış bir peruk kafasına. Ruhuna da korkaklık, bencillik, zalimlik ve türlü çeşit kompleksler üfleyin: İşte karşınızda Bongomia Prensi… Peki başrolünde bu karakterin olduğu bir hikaye, diziye dönüşüp insanları merakla her hafta ekran karşısına geçecek kadar kendine bağlayabilir mi? Eğer bu hikaye Giray Altınok’un kaleminden çıkıyorsa bir de o taç onun kafasına takılıyorsa hiç kuşkunuz olmasın… Prens’in alametifarikasından Altınok’un kendi yolculuğuna, ilham aldığı isimlerden Türkiye’de deri değiştiren mizaha, özetle Giray Altınok’un dünyasına gelin kendi kelimeleriyle bakalım!
Son dönemin en sıra dışı ve en sevilen dizilerinden biri oldu Prens… Bir yanıyla Game of Thrones’a göz kırpıyor, bir yanıyla Kahpe Bizans’a selam veriyor. Hiç var olmamış bir evren yaratıyor, içine yine hiç alışık olmadığımız bir anti kahraman koyuyor ve izleyen herkesi o evrenin varlığına da güldürüsüne de ikna ediyor…
Söz konusu ikna etmek olunca Giray Altınok’un zorlanmayacağı aşikâr. Zira seyirci ilkinde yer almadığı Ölümlü Dünya filminin ikincisinde onu gördüğünde de aileden biri olduğuna ikna oluyor, Güldür Güldür’de oynadığı her bir karaktere de… Kim bilir belki de Giray Altınok’tan Bongomia Prensi’ne en çok yansıyan özellik de bu ikna etme yeteneğidir. Giray Altınok’u anlatmaya ve başarılarından uzun uzun konuşmaya devam etmek mümkün. Ama onun yerine kendisinin de söyleşide “En iyi hikaye bitmesi gereken yerde biten hikayedir” dediği gibi “En iyi giriş yazısı bitmesi gereken yerde biten giriş yazısıdır” diyerek sözü Altınok’a bırakalım…
Prens’in hikayesinden önce sizin hikayenizle başlayalım. Giray Altınok yazar ve oyuncu olmayı ilk ne zaman hayal etti? Bu yolculuğunuzda dönüm noktaları neler oldu?
Hayalden ziyade biraz mecburiyet oldu diyebilirim. Üniversitede futbol oynuyordum. Hayalim profesyonel olmaktı ama bir sakatlık yaşadım. Birdenbire hayalinizden uzaklaşınca kendinize yeni bir yol arıyorsunuz. Ben de o zaman tiyatroyla tanıştım. Üniversitenin tiyatro kulübünde oyunlar yazmaya ve oyunculuk yapmaya başladım. Sanırım benim dönüm noktam da buydu.
Kendi mizah dilinizi yaratırken kimlerden ilham aldınız ve alıyorsunuz?
Bence herkes bu konuda ilk önce ailesinden ilham alır ki benim ilk seyircim de ailemdi, bayramlarda seyranlarda akrabalar arasında hep komik çocuk oldum. Bu topraklarda mizah yapmak için ya da bir espri üretmek için çok zorlanmıyorsunuz, öncelikle kendi ailenize kendi akrabalarınıza dikkatli bakmak yetiyor.
2020 yılında Güldür Güldür ile birlikte çok daha geniş bir izleyici kitlesinin karşısına geçmiş oldunuz. Güldür Güldür kariyerinizde nasıl bir etki yarattı?
Güldür Güldür tabii ki benim kariyerim için çok önemli. Geniş kitlelerle tanışmam Güldür Güldür sayesinde oldu. Açıkçası oraya ilk adım attığım andan itibaren bir aileye dahil olmuş gibi hissettim, hala da öyle hissediyorum. Türkiye’de mizah yapan insanlar için BKM bir yuvadır. Bu ülkede ana akım medyada komedi anlamında ayakta duran tek içerik Güldür Güldür. Ben de her zaman o ailenin bir ferdi olmaktan gurur duydum. Güldür Güldür sayesinde daha çok tanındıkça mizahta kendi biçimimi bulmakla ilgili daha cesur oldum. Buradan da bir kez daha aileme teşekkür etmek isterim.
Çok kısa bir sürede külte dönüşen Ölümlü Dünya’nın devam filminde rol almanız için teklif geldiğinde nasıl hissettiniz? Filmin ardından gelen geri bildirimler nasıldı?
İnsan her zaman hayranı olduğu bir filmin ikincisinde oynama şansı elde edemiyor. Bu benim için tarif edilmez bir duygu. Şenol rolü ilk geldiğinde öncelikle filmin diğer karakterlerinin neler yaptığına baktım senaryoda. Çünkü Şenol’u okuyacak kadar cesur değildim ve çok heyecanlıydım. Okuduktan sonra rolün ağırlığını, filme katkısını ve ne kadar boyutlu ve şahane yazıldığını gördüğümde iyice heyecanlandım. İlk filmden beri bir arada olan şahane bir oyuncu grubunun içine dahil olacağım için çok heyecanlandım. İnsan kendini değerlendirmiyor ama filmle alakalı aldığım geri bildirimler beni çok mutlu etti. Çünkü Şenol’u ailenin bir üyesi olarak kabul etmişlerdi ve bu mükemmel bir şeydi.
Gelelim Prens’e… Prens karakteri ile aslında çok daha öncesinde Instagram’da Bongomy TV’de yayınladığınız skeçlerle tanışmıştık. Karakterin doğuşunu ve o günlerde aldığınız reaksiyonları sizden dinleyebilir miyiz? Bir gün bu karakterin diziye dönüşeceğini düşünüyor muydunuz?
Bu çok soruluyor ama tam olarak nasıl cevap vermem gereken bir soru açıkçası bilmiyorum. İnsan tabii ki ürettiği bir mizahın muhatabıyla buluşmasını, sevilmesini benimsenmesini çok istiyor ama tiyatro dekorları arasında bulunmuş bir pelerin, parti malzemeleri satan bir dükkandan alınmış beş liralık bir taç ve kötü malzemeden yapılmış bir perukla bu kadar izlenen ve sevilen bir dizi yaratabileceğini düşünmüyor.
Bu noktada Prens’in hikayesine inanan ve öyle bir dönemde bu büyük riske giren yapımcımız Müşvik Guluzade’ye ve tabii ki bütün dünyasını birlikte kurduğumuz Kerem Özdoğan’a sonsuz teşekkür etmem gerekiyor. Onlar olmasaydı Prens gerçekleşmeyecek bir hayalden öteye gitmezdi.
Sektörün acımasızlığından ve “ezberlenmiş” işlerin tekrar edildiğinden yakınıyor pek çok oyuncu ve sektör paydaşları. Prens ise karakterlerinden komedi diline dek tam anlamıyla ezber bozan bir iş. Nasıl oldu da var olmayı başarabildi bu dizi? O dönemde karşılaştığınız zorluklar nelerdi?
Prens gerçek bir anti kahraman. Bir insanda olmaması gereken bütün özellikler Prens’te var. Korkak, bencil, kompleksli, çocuksu, empatiden yoksun, zalim ancak tek bir iyi özelliği varsa o da doğru zamanda doğru şeyi yapması.
Sektör tektipleşiyor birbiri ardına birbirine çok benzer hikayeler karakterler ve olaylar izliyoruz ve bu döngü o kadar sık tekrarlanıyor ki yeni bir şey izlediğimiz, yeni bir fikirle karşılaştığımız an korkunç bir önyargı oluşturuyoruz. Herkes aynı şeyden yakınıyor ancak kimse bu döngüyü kırmak için bir şey yapmıyor. Kabul edelim MGX film olmasaydı kimse bizim için bu riske girmezdi ve siz asla böyle bir dizi izleyemezdiniz. Sektörün yeni fikirlere alan açmaya ihtiyacı var, altını çiziyorum istek değil ihtiyaç. Yoksa işler hiç iyi bir yere gitmiyor.
Prens bir biçimiyle “katlanılamaz” bir karakter ama bununla birlikte büyük bir tutkuyla seviliyor izleyenler tarafından. Nedir sizce alametifarikası?
Dediğim gibi günün sonunda şartlar ne olursa olsun Prens doğru şey neyse onu yapar. Gerekirse ailesi için canını vermekten hiç çekinmez belki bir yerde bir şekilde kölenin kılına bile zarar gelse hayatını tehlikeye atarak intikamını alır ama köleyi bir bardağı yere düşürdüğü için öldürebilir. Sanırım bu emin olamama durumunu seviyoruz.
Köle ölmez bu arada ama hamam böceği gibi bir şekilde kesinlikle yaşar…
Hikayesi kadar oyuncu grubu da çok güçlü bir proje. Kastı nasıl oluşturdunuz? Teklif götürdüğünüz oyunculardan ilk aldığınız tepkiler nasıldı?
O anlamda ne kadar şanslı olduğumuzu ikinci sezonda bir kez daha gördük. Bu bir komedi dizisi ama kendine ait bir biçimi var ve bu biçim alışılageldik bir biçim de değil.
Kast görüşmeleri sırasında açıkçası oyunculara bunu anlatmakta zorlandık. Haklı olarak hayat verecekleri karakterlerin neden bu kadar güçlü dramatik alt yapıları olduğunu anlamakta zorluk çektiler. Aslına bakarsanız onlar şaka yapmadıkça şakanın çok saf bir şekilde ortaya çıkacağına emindim.
Herkesin Game of Thrones ciddiyetinde oynadığı bir yerde bir delinin işlerin ne kadar içinden çıkılmaz bir hale getireceğini işin kurgusu bittiğinde görecektik ama onlara bunu anlatabilmek hiç de kolay olmadı.
Bir sürü deli birlikte bir şey deniyordu ve sonucu kimse kestiremiyordu. İlk etapta bize inanan bizimle bu yolu yürüyen tüm oyuncu arkadaşlarım inşa ettiğimiz bu binanın tuğlalarını koydular. İyi ki de koydular.
2. sezonun finaline geldiğimizde kehanet gerçeğe dönüştü ve “Kadınlar Çağı”nın başlangıcına tanıklık ettik. Yeni çağda bizleri neler bekliyor? Bomgomia evreninde başlayan Kadınlar Çağı bir gün bizim evrenimizde de yaşanır mı?
Ben kadınların dünya üzerinde olan işlerin yüzde 99’unu erkeklerden daha iyi yapabileceğini düşünüyorum, biz erkekler o yüzde 1 için yaşıyoruz.
O yüzden üçüncü sezonu kadınların aldığı kararlar doğrultusunda ilerletip o çağı bir de bu gözle görmek en büyük isteğimiz açıkçası. Henüz Kerem’le üçüncü sezonu derinlemesine konuşmadık ancak başladığımızda her şey çok hızlı ilerler bizde. Muhtemelen onun kafasında da birçok şey var, masaya yatırdığımızda biz de üçüncü sezonu sizden önce göreceğiz ve sizden önce gülmeye başlayacağız.
Türkiye’de mizahın evrimine ilişkin olarak, Prens’ten Gibi’ye, Ayak İşleri’nden komedi kulüplerinin popülaritesinin artmasına dek pek çok ipucu var elimizde. Siz bu dönemi nasıl tanımlıyorsunuz?
Harika bir deri değiştirme döneminden geçiyoruz. Dijital dünyanın açtığı alanlarda birçok senarist, oyuncu, yönetmen, yapımcı ve sektörün teknik alanında profesyonelleşmiş birçok emekçi alternatif bulmaya başladı.
Kendi mizahını kendi hikaye anlatma biçimini muhatabıyla buluşturmak isteyen birçok insan bir seçenek kazandı. Kaderimizin birkaç insanın iki dudağı arasında kalmadan özgürce, en azından “nispeten özgürce” izleyiciyle buluşturma fırsatı bulduk. Ofansif mizahla tanıştık, şu anda merhaba merhabayız ancak yakında daha sıkı fıkı olacağız.
Mizahçıların en üretken zamanlarından birine tanıklık ediyoruz ve elbette bir mizah üreticisi olarak bu beni çok mutlu ediyor.
Zaman zaman “mizah” kendisinin “mizah” olduğunu anlatana kadar linçlere maruz kalabiliyor; ya da bağlamından koparılmış 30 saniyelik bir kesitle komedyenler, sanatçılar çok büyük bir tepkiyle karşılaşabiliyor. Bu durum hem bir yazar hem de bir oyuncu olarak sizi etkiliyor mu? Dahası özgür bir üretim ortamı olduğunu düşünüyor musunuz?
Özgürlük görece bir kavram. Bence her istediğini her istediğin zaman yapabilmek de özgürlük değil. Özgürlük doğru tanımıyla istemediği bir şeyi yapmamak. Yani çok daha yaratıcı insanların ev kirasını ödeyebilmek için insanları aptal yerine koyan içerikleri yapmak zorunda kalmaması. Ancak bu şekilde özgürleşebiliriz.
Bir içerik izleyicinin beğenisine tabiidir. Avatar filmine 2 milyar dolar harcanması o filmin iyi bir film olduğu anlamına gelmiyor. Bir izleyici bu filme kötü dediği anda o film kötü oluyor, en azından o izleyici için. Bu kadar beğeniye göre değişen bir iş yaparken izleyicinin yorumlarıyla ya da linçleriyle duygusal bir bağ kurmak akıllıca değil. Bir içeriğin size iyi gelmesi o günkü ruh halinizle, aldığınız haberlerle, yaşadığınız günle alakalı. Bir gün önce çok gülebileceğininiz bir şeye bugün gülmeyebilirsiniz. Biz kendi güldüğümüz şeyi yapıyoruz, seyircide karşılığı olursa ne mutlu.
Son olarak Prens ile bitirelim öyleyse… 3’üncü sezon için bir tarih vermeniz mümkün mü? İzleyicilerin kolay kolay doyabileceği bir dizi değil Prens. Siz projenin ne kadar sürmesini diliyor ve öngörüyorsunuz?
En iyi hikaye bitmesi gereken yerde biten hikayedir. Uzayan her şey insanı yorar, hikayeler de buna dahil. Prens’in daha anlatılacak hikayesi var bence. İlişkimizin tadını, kalitesini, mizahını koruyabilelim istiyoruz. 3’üncü sezonun ne zaman yayınlanacağına dair tarih vermek şu an için mümkün değil ama çok uzamayacağına söz verebilirim.