Son günlerde “Türkiye gazetesi zamanın çok ötesinde” sloganlı reklam kampanyasıyla adından söz ettiren Türkiye gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Nuh Albayrak, bu reklam kampanyasıyla Zaman gazetesine gönderme yaptıkları yönündeki iddiaları “Böyle düşünülebilir elbette. Fakat Türkiye gazetesi okuyucusu gazetesini tanır. Böyle bir hedefi olmadığını bilir” diye yanıtlıyor. Başka bir gazeteden 10 tane okuyucu almaktansa, üç yeni gazete okuru kazanmayı tercih etiklerini söyleyen Albayrak medyadaki kamplaşmayla ilgili olarak ise “Artık tarafsızlık para etmiyor” diyor. Nuh Albayrak, Türkiye gazetesinin özel haberlerini izinsiz olarak kullanan diğer gazetelere ise veryansın ediyor…
Mühendislik okuduğunuzu biliyoruz. Gazeteciliğe geçişiniz nasıl oldu?
İnşaat mühendisliğinden 1980 yılında mezun oldum. İnşaat sektöründe 1 yıl çalıştım. O 1 yılın sonunda darbe oldu ve Evren Cuntası bir karar açıkladı. Bu kararla bütün hisseli tapulara inşaat ruhsatı kaldırıldı. Bu kararla sektör durma noktasına geldi. Yüksek inşaat mühendisi patronumla birlikte iş aramaya başladık. Üniversitede okurken Türkiye gazetesinin finanse ettiği bir yurtta kalıyordum. Bu sayede Enver Ören’le tanışmıştım. O dönemde gazeteler ofset baskı sistemine geçiyordu. Enver Bey mühendislikten gelen teknik tarafımı bildiği için gazetede teknik bölümde onlarla çalışmamı istedi. Amacım orada teknik servisi kurup kendi işime geri dönmekti. Lise yıllarında bir öğretmenimin yönlendirmesiyle yerel bir gazetede yazılar yazmıştım. Türkiye gazetesiyle birlikte tabiri caizse gazeteciliğe olan ilgim yeniden ayaklandı. Bir süre sonra gazetedeki teknik müdürlük görevimden ayrılıp gazeteciliğe başlama kararı aldım. Bir kat yukarı, yazı işlerine çıktım. Yazı işlerinde çıraklık döneminin ardından ekonomi servisinden spor servisine kadar birçok farklı departmanda muhabir olarak çalıştım. Zaman içinde Türkiye Gazetesi Yazı İşleri Müdürü oldum. 2007 yılında ise istemeyerek de olsa gazetenin Genel Yayın Yönetmeni oldum. İstemiyordum çünkü gazeteci olmakla o gazeteyi yönetmek arasında ciddi bir fark olduğunu biliyordum. Fakat bir şekilde kabul etmek durumunda kaldım.
Bu konuda bir baskı hissediyor musunuz üzerinizde? Gazetecilik ve yöneticilik arasında kaldığınız zamanlar oluyor mu?
Ben sanırım biraz bu görevden korktuğumu hissettim. Söylediğim gibi ben hep mutfakta çalıştım. Dış birimlerle fazla bağlantım yoktu. Halbuki biliyorum ki bu biraz da ilişki meselesi. Hem temsil anlamında hem de vitrin anlamında. Bu anlamda biraz korkuyla karışık bir tereddüt yaşadım. Şimdi 5 yılı aştım bu görevde ve geldiğim noktadan çok mutluyum. Bu süreçte rol yapabilecek bir yapıya sahip olmadığım için ilişkilerimde çok doğal davrandım. Her zaman açık oldum. Belki de bunlar etkili olmuştur artık kendime güveniyor olmam konusunda. Bütün basın camiasına teşekkür etmek istiyorum. Çünkü beni herkes kucakladı bu süreçte. İlişkilerimin kötü olduğu hiçbir meslektaşım yok. Bu da benim için en değerli hazine.
Medya sektöründeki en büyük sıkıntılardan biri de holdinglerin diğer yatırımlarının gazeteciliğe olan etkisi… Siz buradaki olayı nasıl çözüyorsunuz? Size patrondan “şunu yapmayın, bunu yapmayın” şeklinde telefonlar geliyor mu?
Patrondan telefon gelmez. En azından bana gelmiyor. Ama bu patrondan telefon gelip gelmemesiyle sınırlı bir şey değil. Bahsettiğiniz baskı kaçınılmaz. Her grupta bu az çok vardır. Bizim grubumuzda birçok faaliyet yürütülüyor. Patrondan telefon gelmiyor fakat bu faaliyet ya da departmanın başındaki ilgili kişilerin aradığı oluyor. Mesela belediye başkanı “Musluk sularını gönül rahatlığıyla içebilirsiniz” deyip bir bardak da içiyor o sudan. Biz bunu haber yaptığımızda su arıtma cihazı satan şirketimiz bizi arayıp “Bu haberle bizi mahvettiniz” veya “Haber şöyle olsa” dediği oluyordu. Birinin isteğini yerine getirseniz bir diğerinin ayağına basmış oluyorsunuz. Fakat 2009 yılında biz halka açıldık. Bu süreç bize bir standart getirdi. Çok daha anlaşılabilir bir biçimde bu gibi durumlarda işimizin gereğini yapabiliyoruz.
Son yıllarda medyada ciddi bir cepheleşme söz konusu. Bu ortamda Türkiye gazetesinin yayın politikası hangi tarafta duruyor?
Türkiye gazetesi şimdiye kadar kurulduğu dönemde belirlediği yayın politikasından hiçbir taviz vermedi. Bu noktada gazetemizin kurucusunun hâlâ gazetemizin başında olmasını büyük bir şans olarak görüyorum. Ama 1980 öncesi bir tarafta radikal dinci bir kesim diğer tarafta ise aşırı sol diyebileceğimiz bir kesim vardı. Bu iki görüşe de uzak duran kesim toplumun genelini oluşturuyordu ki biz işte bu kesime hitap ediyorduk. Başından beri muhafazakâr bir yayın politikası izlesek de hiçbir zaman radikal olmadık. Hiçbir zaman rejim düşmanlığımız olmadı, bu ülkenin askeriyle derdimiz olmadı. Ama hep demokrasiden yana tavır aldık. Son dönemlerde Türkiye’de toplum açısından birçok şeyin değiştiğini görüyorum. Daha önce var olan orta kesim uçlara yöneldi. Eskiden taraf olmak bir riskti, şimdi ise bir gereklilik… Ama artık tarafsızlık para etmiyor. Peki, neyin tarafı olacağız? İşte burada yayın çizginizi ve tarafınızı belirlemeniz gerekiyor. Dindar mı, anti dindar mı, laik mi, anti laik mi olacağınıza siz karar vereceksiniz. Hatta toplumun genel sorunları olan insan hakları, çevre kirliliği gibi konularda bunlara dâhil olabilir. Bir şeyin tarafı olmanız, bir şeyi savunmanız gerekiyor. Bu analizden sonra biz yine muhafazakarlık ve demokrasi, insan hakları gibi konularda söz sahibi olan bir yayın olmayı seçtik.
Bu bakış açısı gazetede ne tür değişimlere sebep oldu?
Türkiye gazetesi olarak toplumda sosyal sorumluluğu geliştirmek adına dört-beş tane tematik sayfa başlattık. Örneğin her hafta yayınladığımız engelli sayfamız, çevre, sağlık, gençlik, eğitim sayfalarımız var. Özellikle engelli meselesi toplumu yakından ilgilendiren bir meseleyse, bizim bu meseleye ticari yaklaşımın ötesinde bir yaklaşım belirlememiz gerekiyor. Gerçekten bunları önemsiyorsak pazarlama stratejisinin tamamen dışında, hiçbir beklenti olmadan topluma katkı sağlamamız gerekiyor. Herkesin bu konuda bir şeyler yapabileceğini düşünüyorum. Örneğin, kurumlar maddi destek sağlarsa, biz de problemlerle, problem çözme konusundaki uzmanları, akademisyenleri aynı platformda buluşturabiliriz. Dolayısıyla biz bu anlamda eskiye göre daha aktif haber yapmaya çalışıyoruz.
Türkiye gazetesi hâlâ tiraj rekorunu elinde bulunduruyor. Ancak eski okuyucu sayınızın ciddi bir şekilde azaldığını görüyoruz. Siz bu düşüşü neye bağlıyorsunuz?
Tirajdaki düşüş bizim 2001’de yaşadığımız krizle ilgili. Aynı ilkelerle yayın yapmaya devam ediyoruz ama Türkiye’de yayıncılık, habercilik, gazetecilik hâlâ mali birikim gerektiren bir iş. Biz 2001 krizini çok daha derinden yaşayanlardanız. 2001 yılından sonra uzunca bir süre tek derdimiz yayını devam ettirmek oldu. Yarın hangi haberi verelim sorusundan ziyade gazete basılacak kağıdı nereden buluruz sorusuna yanıt arıyorduk. 9 ay boyunca arkadaşlarımızın maaşını ödeyemedik. Tüm bunlara rağmen politikamızdan, değerlerimizden ödün vermedik. Özellikle abonelik sistemi çok maliyetli bir iş ve bu dönemde bürolarımızın yarıdan fazlası kapandı. Büronun kapanması demek dağıtım ağının çökmesi demek. Bir dönem gazetenin tirajını bile bile büyük ölçüde düşürdük. Çünkü o dönemde yeteri kadar basım yapamıyorduk. Bu krizin etkisi hâlâ devam ediyor biz de.
Biraz son reklam filminizden bahsedelim… Sloganınız “Türkiye gazetesi zamanın çok ötesinde”. Burada Zaman gazetesine bir gönderme mi söz konusu? Zaman gazetesini rakip olarak mı görüyorsunuz?
Bu düşünülebilir elbette. Fakat Türkiye gazetesinin okuyucusu gazetesini tanır. Böyle bir hedefi olmadığını bilir. 2000 yılına kadar bizim hitap ettiğimiz kesimde tek gazete bizdik. 2000 yılından sonra rakiplerimiz çıkmaya başladı. Yarını kurtarmaya çalıştığımız o dönemlerde bizden hiçbir eksiği olmayan, bizimle aynı politikayı paylaşan birçok gazete çıktı. Yeni Şafak, Zaman, Vakit, Star hatta şimdilerde Sabah’ı bile bu listeye dahil edebiliriz. Ticari açıdan baktığımızda elbette rakip olarak değerlendirilir. Ama bizim şu andaki bulunduğumuz konum itibariyle herhangi bir gazeteden okuyucu almak gibi bir amacımız olamaz. O tür bir reklamla okuyucu alınabileceğini düşünmek çok saçma olur.
Peki, sizin bu kampanyayla amacınız neydi?
Şu anda Türkiye’de toplam tiraj 4 milyona yakın. Ama bunun gerçek tiraj olduğunu söylemek zor. Birçok takım gazete var çünkü. Türkiye’de potansiyel okuyucu en azından 15 milyon olmalı. İnsanlar gazete almıyor ama online okuyor diyebilsek mesele yok. Türkiye’de gazete okumayan çok büyük bir kesim var. Hem Türkiye’nin hem de gazetelerin amacı bu kesimi analiz edip neden gazete okumadıklarını araştırıp onlara gazete satmak olmalı. Gazete okumayanların büyük bir kısmında medyaya güvensizlik var. 10 tane başka gazetenin okuyucusunu almaktansa üç tane hiç gazete okumayanı almak çok daha iyi.
Kılıçdaroğlu yaptığı bir genel yayın yönetmenleri toplantısına sizi davet etmedi. Bunun üzerine CHP’nin Ankara ve İstanbul’daki yemekli toplantılara İhlas Grubu’nu davet etmediği iddia edildi. CHP ile aranızda böyle bir soğukluk var mı?
Hayır. Bir veya iki toplantıya davet edilmedim. Four Seasons’ta yapılan bir toplantıya davet edildim ve gittim. Davet edilmediğim toplantıların ardından davet edilmediğimi Twitter’da paylaşmıştım. Kurumsal olarak bizim kuruma herhangi bir tavır var mı, yok mu bilmiyorum. Yaklaşık on-on beş gün önce Haluk Koç’la sohbet ettik. Kendisine bunlardan bahsettiğimde “Muhtemelen bir yanlışlıktan kaynaklanmıştır” dedi. İkimiz de sohbetimizin sonunda mutlu ayrıldık. Herhangi bir tavır olduğunu sanmıyorum.
Hükümet yanlısı olarak algılandığınız düşüncesine katılıyor musunuz?
Türkiye’de genelde böyle bir kategorize yapılıyor. Biz muhafazakâr kesime hitap eden bir gazeteyiz. Zaman zaman aynı değerleri paylaşan bir hükümet görevde olunca belli örtüşmelerden sonra hükümet yanlısı yayın yaptığımız yanılgısı oluşuyor. Gazetelerin havuzlarına düşen binlerce haberden belli kısmını alıyoruz. Orada yayın politikanız etkili olabilir. Ben hiçbir zaman hükümet propagandası yapmıyorum. Türkiye’de yayıncılık geleneğinde bir muhaliflik hakim. Bizde habercilikte geleneksel olarak olumlu gelişme haber değeri taşımaz. Burada biraz ayrılıyoruz. Toplum genelinde her gelişmenin haber değeri taşıdığını düşünüyorum. Örneğin; hükümetin sağlık konusunda gerçekleştirdiği bir icraat… Bence vatandaş açısından önem taşıyor ve ben bu icraatı güzel bir haber yaparım. Ama bu hükümet yanlılığı olarak değerlendirilirse bir şey söyleyemem.
Satışlarınızın önemli bir bölümünü abonelik üzerinden yapıyorsunuz. Neden bu istemde bu kadar ısrarlısınız?
Türkiye’ye abonelik sistemini getiren Türkiye gazetesidir. Bir Japon gazetesi ile kardeş gazete olmuştuk. Abonelik sistemi onların kullandığı bir sistemdi. Daha yakın, daha iç içe olmak için kullandığımız ve kullanmaktan memnun olduğumuz bir sistem. Son dönemde abonelik sistemi kusurlu bir sistemmiş gibi bir algı oluştu. Naylon tiraj deniyor, adresler gerçek değil deniyor. Ben son derece haksız buluyorum bu algıyı. Çünkü bu bir dağıtım sistemidir. Bir dönem denetleme şirketi oluşturulmasından bahsedildi. Biz buna her zaman hazırız. Sadece abonelik sistemini kullanan değil tüm gazeteler denetlenmeli. Bayii tirajlarının ciddi anlamda denetlenmesi gerekiyor.
YAY-SAT rakamlarına güveniyor musunuz? Denetlenme ihtiyacı duyuyorsanız bir şüpheniz var demek ki…
Ben kendi rakamlarıma güveniyorum. Onun dışında hiçbir kurum için olumlu veya olumsuz bir şey söyleyemem. Sürekli abonelik sistemine karşı düzenlenen bir saldırı var. Sürekli aynı şeyi tekrarlayan insanlar var. Yanılıyorlar. Yanıldıklarını da ancak denetleme sistemiyle anlayabilirler. Ben hepsinin denetlenmesini istiyorum.