“2028 Olimpiyatları böyle olmasın” diyorsak…
2024 Paris Olimpiyatları, ülke olarak damağımızda acı bir tat bıraktı. 40 sene sonra, oyunları hiçbir branşta altın madalya alamayarak ve toplam sekiz madalya ile kapattık. Genel sıralamada 64. sırada yer aldık. Oysa bir önceki 2020 Tokyo olimpiyatlarında, ikisi altın toplam 13 madalya ile 35. sırada yer almıştık. Aslında bu sonucun bir sürpriz olarak değerlendirilmesi yanıltıcı olacaktır. Zira 2004 Atina Olimpiyatları sonrası Türkiye’nin madalya sıralamasında Tokyo hariç hep 40’lı sıralarda yer aldığını görüyoruz ve bu geçmişteki olimpiyatlara kıyasla düşündürücü bir tablo. Yani karşılaştığımız tablo gümbür gümbür geliyorum diyordu…
Varsayımlar üzerinden değerlendirme yapmamalıyız
Madalya sayısının ve renginin, genel sıralamadaki konumun nüfus, GSMH, spora ayrılan bütçe gibi kıstaslar üzerinden değerlendirilmesi durumunda ise durum çok daha üzüyor. Tabii ki tek bir altın madalya bile bizi daha üst sıralara taşıyacaktı ancak neticede bu gerçekleşmedi. Dolayısıyla varsayımlar üzerinden değerlendirme yapmamalıyız. Ama yine de eğer “üç gümüş madalyamızdan biri altın olsaydı” diye soranlarımız varsa, böyle bir senaryoda İsviçre ile 48. sırayı paylaşacaktık. Sıralama önemli; çünkü spordaki başarı, bir ülkenin ve toplumun bütünsel anlamda aynası gibi. Ardında birçok faktör yattığından, aslında gayet net bir KPI. Olimpiyatlar da spordaki en önemli vitrin yani değerlendirme merkezi. Örneğin BM Gelişmişlik Endeksi’ne (HDI) göre 54. sıradan 45. sıraya yükselen bir Türkiye var. Bu gerçekten çok güzel bir gelişme ancak spora yansımamış durumda. Bazı şeyleri hızla değiştirmezsek, yakın bir vadede yansıyacak gibi de gözükmüyor.
Ekolü olduğumuz dallarda artık ismimiz anılmıyor…
Kendi alanlarında en iyiler arasında yer alan, en umut vadeden sporcularımız bile tel tel döküldüler. Güreş, halter, tekvando gibi geleneksel olarak iddialı olduğumuz branşlarda bu kez başarı sağlayamadık. Bir zamanlar domine ettiğimiz, ekol olduğumuz dallarda artık ismimiz anılmıyor. Mücadele veren, ter döken sporcular için yolun sonu madalya olmalı. Emeklerinin karşılığını almalılar. Alabildiler mi? Hayır… Çünkü dördüncü ya da yirmi dördüncü olmak madalya açısından ne yazık ki bir şey değiştirmiyor. İlk üçteki sıralama ve hangi madalyayı kazandığınız ise çok şeyi değiştiriyor. Bu oyunlarda yüzümüzü bir nebze gülümseten, kadın sporcularımızın, özellikle de boksta, başarısı oldu. Büyük tartışmaların damga vurduğu bir branşta, güzel sonuçlar aldılar.
Herkes için öz eleştiri zamanı
Şimdi, herkesin şapkasını önüne koyup düşünme ve öz eleştiri yapma vakti. Ayrıca tabii ki birbirimizi de eleştirebilmeliyiz. Bakanlıktan federasyonlara, kulüplerden sporculara herkes neyi daha farklı, daha iyi yapabilirdik diye düşünmeli. Ve bu düşüncede kalmamalı, aksiyonlar alınmalı. Çözümler, uzun vadeli programlar masaya yatırılmalı. Taze bir başlangıç yapılmalı. Hatasını görebilme, istifa etme, özür dileme, özür dilesek bile bunda samimi olma gibi kavramların bizim kültürümüzde pek bir yeri yok. Ne yazık ki bu yaklaşım, gelişimin önündeki en temel engellerden biri olarak sadece sporda değil, her alanda karşımıza çıkıyor.
Yine de burada sporcularımızı biraz kayırmak istiyorum. Olimpiyatlara katılabilmek öyle kolay iş değil. Branşlarında dünyanın en iyi sporcuları ve takımları gidebiliyor. Dolayısıyla elbette ki orada ülkemizi temsil eden tüm sporcularımızın hakkını teslim etmeli, onlara saygı duymalı, veteran sporcularımıza müteşekkir olmalı, genç sporcularımızım gösterdikleri gelişimi takdir etmeliyiz. Dolayısıyla eleştiriler yapıcı olmalı ve eleştirilecek kişiler arasında belki de en son sırada sporcularımız yer almalı. Ancak kuşkusuz, onların da çıkaracak dersleri var. Basın ve sosyal medyada bol bol “canınız sağ olsun”, her şey için teşekkürler” ve “bir daha ki sefere” mesajlarına şahit olduk. Bu güzel temenniler cesaret verici ve teselli edici. Bir sonraki olimpiyatlarda dilerim ki en çok denk geldiğimiz mesaj “tebrikler” olsun.
Başarıya aç olan halkımızın tuşlarına en iyi basma yöntemlerinden biri spordaki başarı ve kazanımları hızlı bir şekilde kullanmak. Gerek kurumlarımız, gerekse basınımız bunun gayet farkında. Yıllardır değerlendiriyorlar zaten. Öyle ki; sporcularımızın bazen sporculuk kimliklerinin önüne, reklam yıldızlığı kimlikleri geçiyor. Sonuçta bu da bir endüstri, durumu anlayışla karşılamak lazım. Peki, bunun sporculara ve başarılarını etkisi nedir? Onu artık psikologlara danışmak daha iyi olur.
Altın madalya ve Yusuf Dikeç…
Ve tabii bazı diğer gerçekleri atlamamak gerekiyor: Dünyanın en iyisi olup; yasaklı madde kullanımı sebebiyle olimpiyatlardan men edilen sporcumuz var. Ne kadar gündemde yer aldı, tartışılır… NBA’de oynayan bunca başarılı oyuncumuz varken, ülkemizde basketbola bu kadar yatırım yapılmışken neden Paris’te yoktuk, tartışılır… Federasyonlarımız ne derece özerk ve liyakatli, tartışılır… Takım sporlarında kadrolar açıklanırken bile toplum olarak kulüpçülük yapmamız, sporcularımızın yaşam tarzları üzerinden ikiye bölünmemiz, tartışılır… Az ile yetinmemiz, başarıda daha fazlasını istemekteki çekingen halimiz, tartışılır… Ve hepsinden önemlisi bunları yeterince tartışmıyor olmamız, tartışılır… Geçmişte de bunları gerektiği gibi tartış(a)madık ve neticede 101 sporcu ile gittiğimiz olimpiyatlardan sıfır altın ve Yusuf Dikeç’in fenomen olan resmi ile dönüyoruz.
Kurumsallaşmada derin sulara yolculuk: Halka arz ve organizasyon yapısına etkisi