“Maymun Çiçeği” gelmeden…
Medyada “Maymun çiçeği” (MPox) olarak anılan hastalığa ilişkin Sağlık Bakanlığı, 11 sorunun yanıtını web sitesinde paylaşmış. Bakanlık “M çiçeği” rehberini de güncellemiş… Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu da bazı açıklamalarda bulunmuş; özeti şöyle: “2024’te ülkemizde maymun çiçeği hastalığıyla ilgili bir tanı konulmadı… Bilim kurulumuzu oluşturduk… Bütün planlamalarımızı ve hazırlığımızı yaptık. Kovid temasla değil, solunum yoluyla bulaştığı için yaygın bir hastalıktı; Afrika dışındaki yerlerde tek tük olacaktır ama bilim insanlarının söylediği kadarıyla Kovid gibi salgın şeklinde olmayacaktır… Biz, sağlık sistemi olarak buna hazırlıklıyız. Tüm önlemlerimizi almaya başladık. Nasıl Kovid’te başarılı olduysak, sağlık sistemimizle, insan gücümüzle buna da hazırlıklıyız. Testinden aşısına kadar her türlü önlemi alıyoruz.”
Memişoğlu ayrıca, çiçek aşısı olanların bu hastalıktan yüzde 85 oranında korunduğunu belirtmiş ve ülkemizde 1980’e kadar çiçek aşısı olmayan neredeyse kimsenin kalmadığının altını çizmiş… “İletişim Aklı”na göre içinde bulunduğumuz durum, üç aşamanın, yani krizin “öncesi-sırası-sonrası” süreçlerinin ilkini yaşadığımıza işaret ediyor. Peki, bu aşamada ne yapılır? Bakanlık açıklaması gerekli midir? Evet, gereklidir.
Yeterli midir? Kesinlikle değildir. O hâlde “yeterli şart” nasıl sağlanabilir? Özellikle grafiklerle ve görsel anlatımla muhtemel kanalların tamamı kullanılır ve Bakanlık açıklamasının özünü oluşturan argümanların “algılanması” ve “içselleştirilmesi” sağlanır… Kovid 19 krizinde “gecikme olduğu” iddiasını pekiştiren unsurların başında, “öncesi” aşamasında, yani olay Çin’de başlar başlamaz “iletişim aksiyonlarının” alınmamasının rolü büyüktür. Yani Maymun Çiçeği ile ilgili bulunduğumuz aşamada; alınacak önlemlerle salgına ilişkin ya da herhangi bir pandemik gelişme söz konusu olduğunda ne yapılacağı geniş kitlelere benimsetilmelidir… Başka bir deyişle, halk sağlığında da önlemler tek başına yetmez, bunların halka anlatılması sürecin yönetiminin ayrılmaz bir parçasıdır.
Zaten tatildeyiz…
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz Başkanlığında düzenlenen “Yatırım Ortamının İyileştirilmesi Koordinasyon Kurulu” nda (YOİKK) uzaktan ve esnek çalışma modeli konusu gündeme gelmiş. Uzaktan, kısmi ve geçici süreli çalışmayla platform çalışması gibi yeni nesil esnek çalışma modellerine dair mevzuat değişikliği ihtiyaçlarının, iş dünyası gerekleriyle iş-özel yaşam dengesi gözetilerek belirlenmesi kararı alınmış.
Kendimizle ilgili “dipnot” vermekten her ne kadar geri durmaya çalışsak da bazı kavramlar gündeme geldiğinde tüylerimizin diken diken olduğunu itiraf etmeliyiz. Bunlardan birincisi “evrensel”… Yani, sadece dünya değil, kâinat için de geçerli olduğu iddiası… İkincisi “küresel”; tüm dünyanın üzerinde uzlaştığı ve ülkemiz gibi diğer tüm ülkelerle milletlerin de kültürünü, değerlerini bir kenara bırakıp uyması gerektiği iddiası… Bunlara şimdilerde “yeni nesil” de eklendi ki sormayın… Mesela “yeni nesil meyhane”… Meyhanenin yeni nesli mi olurmuş, ne kadar eski, o kadar köklü ve geleneksel değil midir?.. Bu işin makbulü de bu değil midir zaten?! Bir de “yeni nesil PRcı” var… Biz ona “spin doctor”luk diyoruz ki ne yenidir ne de makbul…
Dönelim konumuza…
Pandemi sonrası pek çok sektörde “hibrit” dedikleri ne idüğü belirsiz bir çalışma modeli devreye girdi mi? Girdi… Bu modele evden, uzaktan ya da çevrim içi çalışma falan diyenlerden değiliz… Biz buna “tatilden çalışma” diyoruz… “Mahsuru mu var” derseniz… Evet, var. Bütün ülkeler, aileler dâhil tüm kurumların varlıklarını sürdürmek için dayandıkları iki kavram, kültür ve değerler, bu tür tatilden çalışma modunda nasıl bütünleşir, içselleşir ve yaygınlaşır; anlamak mümkün değil… O nedenle Bakanlığın mesai saatini, Almanya’yı da takip ederek “küresel-evrensel” anlamda ve “yeni nesil” bir yaklaşımla 40 saate düşürmesinin, zaten düşmüş olan bir şey daha fazla düşürülemeyeceğinden, pek de bir anlamı yoktur… İrili ufaklı pek çok kurumun “normal” mesai saati ve modeli uygulamasına dönmeye çalışmasını anlamaksa mümkündür…
Demokrasi “her zaman” çalışmaz
HDI Sigorta ve Fibabanka’nın Türkiye’nin en başarılı kurumsal markalarından olduğunu iddia etmek hiç de abartılı değildir. İkisi de kendi alanlarında finans dünyasının en gelişmiş örneklerini sunarak merkezde konumlanırlar. HDI Sigorta, finans alanındaki başarılarını spora verdiği desteklerle taçlandırarak fayda sağladığı alanı her geçen gün genişletirken Fibabanka, “Son teknoloji ve stratejik ortaklıklar yoluyla finansal hizmetleri geliştireceğiz” taahhüdü doğrultusundaki uygulamalarına her geçen gün yenilerini ekliyor.
Bu iki firmanın ortaklığında kurulmuş Fibasigorta, 1. yılına özel, tüm müşterilerini ve takipçilerini davet ettiği bir yarışma açmış: “Sloganı yaz, ödülü kazan!” Jüri tarafından yaratıcılık kriterleri esas alınarak yapılacak değerlendirme sonunda çeşitli ödüller dağıtılacakmış.
Niyet gayet iyi… Ancak, bilindiği üzere, “Cehennemin yolları iyi niyet taşlarıyla döşelidir…” Demokrasi iyi bir şeydir; ama her yerde geçerli olamaz. İnovasyon ve yaratıcılık söz konusu olduğunda sistem, aşağıdan yukarıya değil, yukarıdan aşağıya çalışır. Slogan, bir ürün ya da kurumun “varoluş nedeni”ne işaret eder. Varoluş nedeni ise hedef kitleye sorularak oluşturulmaz. Umarız, bu saygın kuruluşun yetkilileri söz konusu yarışmayı bir oyun gibi düzenler ama son kararı, yani geniş kitlelere ulaşacak mesajlarını, kurumun kültür ve değerleri doğrultusunda en üst düzeyde belirlerler.