Bazı markalar pasaport gibidir
Tüketim, sadece bir alışveriş etrafında oluşan “tüketme” eyleminden ibaret değildir. Tüketim, simgeler ve imajlar içeren sosyal ve kültürel bir süreçtir. Her tüketim, insanların kimlik oluşturma, kimliklerini ifade etme ve kendilerini diğerlerinden ayırt etme ya da bir gruba dahil etme çabasının bir ifadesidir. Baudrillard’ın dediği gibi, “İnsanlar markaları tüketirken, kimliklerini inşa ederler.”
Gençliğimde lisanslı yüzücüydüm . O zamanlar hepimizin gıptayla izlediği, örnek aldığı şampiyon yüzücülerin tümü aynı marka mayoyu giyerlerdi. Bana, bir yüzücünün o meşhur marka mayosu olmadan bir yarışı kazanması mümkün değilmiş gibi gelirdi. Sanki “şampiyonlar kulübüne” girmek için o çok ünlü markayı giymek bir mecburiyetti.
İzleyen yıllarda voleybol oynadım. Voleybolda da bir ayakkabı markası, başarının anahtarı gibi görünüyordu. Dönemin yıldız oyuncularının hepsi, o meşhur marka ayakkabıyı giyiyordu. Sanki o ayakkabıyı giymeden iyi voleybolcu olmak hayaldi!
Eminim bu duygu size çok tanıdık geliyordur. Sizin de markalarla ya da en azından bir markayla benzer bir ilişkiniz olmuştur mutlaka. Sizin de bir gruba dahil olmak için mutlaka sahip olmak ve kullanmak zorunda hissettiğiniz markalarınız olmuştur.
Bugün bazı küresel ayakkabı ve çanta markaları da aynı etkiye sahip. Bu markaları giyen kadınlar, “iyi giyinen kadınlar kulübüne” dahil olurken; bu markaları giymeyenler kendilerini eksik hatta ezik hissediyorlar.
“Pasaport markalar” en çok gençleri etkiliyor
Aynı şekilde, akıllı cep telefonlarının ve tabletlerin de benzer bir işlevi var. Özellikle bizim gibi, statüye düşkün olan toplumlarda elektronik aletler, sahibinin kimliğini desteklediği, toplumdaki yerini belirlediği düşüncesiyle satın alınıyor.
“Pasaport markalar” en çok gençleri etkiliyor. Onlar kendi kimliklerini oluşturma konusunda hepimizden daha hassas bir dönemden geçtikleri için, bu konu onların hayatlarında daha öncelikli bir yer işgal ediyor.
Beğensek de beğenmesek de büyük markaların “pasaport” işlevi gördükleri bir gerçek. Bu durum içinde yaşadığımız tüketim kültürünün doğal bir sonucu.
Üstelik bir markanın kimlik işlevi görme si sadece moda ya da elektronik sektörüne özgü bir durum değil. Mesela süt ya da peynir markalarından da “pasaport seviyesine” yükselmiş markalar var. Bunlar birçok kadının börek ya da kek yaparken “mükemmel lezzeti” ortaya çıkaracak favori peynir ve tereyağı markaları. Kadınlar bu markaların sihirli etkisine o kadar inanırlar ki, onlara göre bu markalar olmadan bir böreğin ideal lezzete ulaşması katiyen mümkün değildir.
Tüketim, sadece bir alışveriş etrafında oluşan “tüketme” eyleminden ibaret değildir. Tüketim, simgeler ve imajlar içeren sosyal ve kültürel bir süreçtir. Her tüketim, insanların kimlik oluşturma, kimliklerini ifade etme ve kendilerini diğerlerinden ayırt etme ya da bir gruba dahil etme çabasının bir ifadesidir. Baudrillard’ın dediği gibi, “İnsanlar markaları tüketirken, kimliklerini inşa ederler.”
Markalar birer platformdur
Markalar, tüketicilerin kendi kimliklerini inşa etmelerine imkân veren birer anlam platformudur (John Sherry). Bu nedenle markalar insanların kendilerine sordukları, “Nasıl biri olmak istiyorum?” sorusuyla çok yakından ilgilenir.
Markalar insanlara, olmak istedikleri kimliği ortaya çıkarmalarına destek olacak anlamlar ve simgelerle “paketlenmiş” ürün ve hizmetler sunarlar. İnsanlar bir markayı kullanırken, kendilerini o markanın yarattığı dünyanın bir parçası hissederler ve markanın değerleriyle kendi kimliklerini ifade ederler.
Kişiliğimiz genetik mirasımızla doğuştan edindiğimiz ve yaşadığımız süre boyunca üzerine eklediğimiz özelliklerimizdir. Kimliğimiz ise sosyal hayatımızda üstlendiğimiz rollerdir. İnsanın toplum içinde birden fazla kimliği olur. Hepimiz çocuk, kardeş, anne, baba, arkadaş, sekreter, yönetici, patron gibi kimliklere sahibiz.
Kimlik inşaatımız çocuklukta başlar. Çocuklar, anne babalarını taklit ederek, onları kendilerine rol model alarak, çizgi film ya da roman kahramanlarına öykünerek kendi kimliklerini oluştururlar.
Sonrasında insanın hayatı, “Ben kimim, nasıl biri olmalıyım?” sorularının cevaplarını aramakla geçer. Bu cevapları bulma çabamız, bizim hayattaki kimlik oluşturma çabamızdır.
Nereye aitsiniz?
Prof. Aydın Uğur, “Kimlik dediğimiz şey, çocukların lego’su gibi bir şey. Unsurlar var; yani bir tekerlek var, bir düz parça var, bir pervane var, siz değişik zamanlarda onlardan kâh uçak, kâh köprü yapıyorsunuz. Bunların hepsi sizin. Bir sürü yerde gezindiğimiz, bir sürü karşılaşmalar içinde olduğumuz modern hayatta, kimliklerimizi lego gibi değiştiriyoruz” der.
Kimliklerimiz içinde yaşadığımız toplumun kültüründen etkilenerek şekillenir.
Kültür, gelenekten töreye, gündelik konuşmalardan müziğe, yiyecekten içecekten eğlence biçimlerine, kentlerin şekillenmesinden evlerin mimarisine, modadan ilişki kurma biçimlerine kadar bütün insanî davranış kalıplarını içeren karmaşık bir oluşumdur. Yeryüzünde ne kadar topluluk varsa o kadar da kültür vardır.
Hepimiz içinde yaşadığımız kültüre özgü davranış kalıplarını ve düşünceleri benimseriz. Kimliğimiz bu anlamda “bir aitlik bildirisi” gibidir. Nereye ait olduğumuz kimliğimizi belirler ya da nereye ait olmak istiyorsak, oranın istediği kimliği benimseriz.
“Ben de bu grubun parçasıyım”
Aidiyet ihtiyacımız, sadece içine doğduğumuz kültürle özdeşleşme ihtiyacı değildir. En az onun kadar, sonradan girmek, parçası olmak istediğimiz gruplara kabul edilmek için de kendi kimliğimizi, söz konusu grubun talepleri doğrultusunda yeniden şekillendiririz. Edindiğimiz ve öne çıkardığımız kimlik özelliklerimizle “Ben de bu grubun parçasıyım” demek isteriz.
Markalar “Ben de bu grubun parçasıyım.” duygusunu yaşatma işlevi görürler. İnsanlar bu nedenle bu markaları satın alıp onları “pasaport” gibi kullanırlar.
İnsanların kimlik oluşturma çabalarını ve içinde yaşadıkları kültürle olan ilişkilerini inceleyip onların bu çabalarına destek olmak, onlara çözüm üretmek, marka yönetmenin temel işlerinden biridir. Marka yönetmek, insanların kimlik oluşturma çabalarına yardım etmek demektir.