İsmail Polat, William Blake’in bir tablosundan esinlenerek ajansının ismini belirleyip stratejisini şekillendirdiğinde takvimler 2017’yi gösteriyordu. Bir sanat eserinden ilhamla doğan OBERON’un yaratıcı tarafının bunca güçlü olması her ne kadar sürpriz olmasa da ajansın dünyasının ressamlar, heykeltıraşlar ve müzisyenlerle genişlediğini söylediğinde, taşlar tam anlamıyla yerine oturuyor. OBERON’un renkli dünyasından PR sektöründe yarattığı farka, iş yapış biçimlerinden gelecek hedeflerine dek merak ettiğimiz soruların yanıtlarını Ajans Başkanı İsmail Polat’tan dinledik…
Öncelikle OBERON’un hikayesini sizden dinleyebilir miyiz?
Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü mezunuyum. Öğrencilik yıllarımda dönemin “efsane” gazetesi Radikal’de başlayan gazetecilik serüvenim TBMM’deki çok sevdiğim uzun dönem politika stajlarım ve kısa bir reklam ajansı deneyiminin ardından, televizyon gazeteciliğiyle devam etti. Çok sevdiğim ve güzel şeyler biriktirdiğim gazetecilik kariyerim dergicilik ve daha sonra tesadüfen yollarımın kesişmesiyle iletişim danışmanlığıyla farklı bir dünyaya evrildi. Birkaç yıl farklı PR ajanslarında çalıştıktan sonra 2017’de OBERON PR&Event adıyla kendi ajansımı kurdum.
Yıllar önce Londra’da çok sevdiğim İngiliz sanatçı William Blake’in Tate Britain’daki ikonik sergisini gezerken, gözüm bir anda bir esere takıldı ve dakikalarca önünden ayrılamadım. Eserin adı “Oberon, Titania and Puck With Fairies Dancing” idi. Eserden o kadar etkilenmiştim ki, sabah uyandığımda “Ajansın adı OBERON olmalı” dedim ve ajansın tüm görsel dünyasını bu ilhamla hazırladım. Sekiz yıldır çok çalışarak, doğru ve güçlü bir şekilde özgün ruhumuzu korumaya çalışıyoruz. Yurt dışıyla olan güçlü bağlantılarımızla da global markalar başta olmak üzere birçok lüks otel, otomotiv, yeme içme, tekstil, teknoloji ve çok sayıda lifestyle markaya iletişim danışmanlığı hizmeti veriyoruz. Son üç yılda OBERON’un etkinlik kısmını büyüttük. İletişim danışmanlığının yanı sıra birçok projeyi A’dan Z’ye OBERON imzasıyla yapıyoruz.
Kendi ajansınızı kurma fikri nasıl oluştu?
Aslında hayat, kendi kurgusuyla ağlarını örüyor. Ben de konuşmaya, anlatmaya, araştırmaya ve okumaya olan tüm merakımı bir şekilde mesleğe dönüştürmüşüm. Gazete ve dergi okumayı çok severdim, gazetecilikte aldım soluğu. Devamında ise biriktirdiğim tüm içerikleri şimdi iletişim danışmanlığı başlığı altında yaratıcı ve etkileyici projelerle, doğru kitlelerle buluşturmaya gayret ediyorum. Bu kimi zaman bir dergi kapağı, kimi zaman etkileyici bir davet, kimi zaman unutulmaz bir basın gezisi kimi zaman da akıllara kazınan bir lansman partisi olarak kayıtlara geçiyor. Hepsi bir arada da iletişimin keyifli dünyası olarak şekilleniyor. Markalar ve kitleler arasında kurduğum bu keyifli yolculuk OBERON’a dair yaratmaya çalıştığım dünyayı bütünlüklü ve güçlü kılıyor. Umarım bu keyif hep böyle devam eder.

Ajansınızın yapısı nasıl? Kaç kişilik bir ekiple çalışıyorsunuz?
OBERON; kapsamı oldukça geniş ama butik ruhunu korumaya fazlasıyla özen gösteren, dinamik bir ajans. Klişelerden uzak, her zaman yeninin izini süren, araştıran ve fark yaratmaya özen gösteren bir ekip ruhumuz var. Kemik kadromuz küçük olsa da birlikte çalıştığımız oldukça geniş bir dünyamız var. Ressamlardan heykeltıraşlara, müzisyenlerden gezginlere dek farklı disiplinlerden proje bazlı çalışan profesyonellere uzanan bir liste bu…
OBERON’u sektörde farklılaştıran nedir?
Dünyayı ve yaşadığımız çağı yakından takip etmek bizim için oldukça önemli. Bunu yaparken gelecekle geçmiş zaman arasındaki tüm olguları şimdiki zamanın gerçekleriyle harmanlamak bizim için paha biçilemez. Bu sebeple çok okumak, araştırmak, her zaman daha fazla ve doğru insana hızlı bir şekilde ulaşmak en büyük farkımız. Ayrıca her daim global düşünmek ve global markalarla çalışmak da farklı bir disiplin ve zihinsel işleyiş kazandırıyor. Çalıştığımız her markayla hep büyük düşünüyor, yaratıcılığın ve cesaretin sınırlarını zorlayarak yurt dışına nasıl açılabiliriz motivasyonuyla hareket ediyoruz. İnanmak ve heyecan duymak; bunu karşı tarafa veya projeye yansıtmak da OBERON için hayati bir önem taşıyor. Bunun büyük bir motivasyon ve güç de olduğunu düşünüyorum.
Türkiye ve dünyadaki PR çalışmalarını karşılaştırdığınızda arada ne tür farklar görüyorsunuz?
En önemli fark çalışma disiplini, sınırlara takılıp kalma, vizyon ve projeler için ayrılan bütçeler. Türkiye’de maalesef iletişim hep son dakika akla gelen veya birilerinin hatırlatmasıyla gündem olan bir detay oluyor. Dünyada ise ilk konuşulan başlıktır iletişim. Dolayısıyla işin temeli atılırken bunu yapmak büyük fark yaratıyor. Ekip kurma ve yönetme işi de yurt dışında daha profesyonelce ve zamanlı ilerliyor. Bitmeyen “eş, dost, tanıdık” üçlemesi var ki, maalesef Türkiye’de işleri büyük sekteye uğratıyor. Bir de uzak durmaya gayret gösterdiğim “old school” bir gelenek var: Yıllardır yapılan şeyin tekrar edilme tembelliği…
Önümüzdeki dönem için hedefleriniz neler?
Yaptığımız ve gururla anlattığımız iletişim çalışmaları ve projelere yenilerini eklemek için fazlasıyla çalışıyoruz. Yeni isimler ve hayallerle umarım çok daha güzel işlerle karşınızda olacağız. Bir de daha kurumsal bir işleyişle Avrupa ve ABD’ye açılmamızı hedefleyen OBERON Europe yapılanmamız var. Buna ağırlık verip daha fazla global markayla ses getirecek global projeler yapmak istiyoruz.