Türkiye’nin inovasyonla yükselişi “tasarım odaklı düşünme” ile mümkün (mü)
“Design Thinking” (Türkçeye çevrilme çabaları doğrultusunda en fazla kullanılan tabir olarak “tasarım odaklı düşüme”), kavram olarak ortaya çıktığı 1968’den itibaren ABD’nin ünlü Stanford Üniversitesi’nde sistematik bir program olarak başladığı 1980’lerden bu yana, pek çok alanda yeni ürün ve hizmet yaratmak için kullanılan bir metodoloji. Eleştirel Düşünme, Problem Çözme Teknikleri, De Bono’nun 6 Şapkalı Düşünme tekniği, SCAMPER gibi düşünce biçimlerinin iyi bir bileşimi olan tasarım odaklı düşünme, bu tekniklerden farklı olarak sadece fikri üretmek değil, o fikri bir prototip üreterek elle tutulur bir hale getiriyor.
Çıkış noktası tasarım ve görsel düşünme. Tasarımcıların ve mimarların yaratıcılığının, mühendislik başta olmak üzere farklı alanlara nasıl aktarılacağını odağına alan, ancak sadece mühendislik ile sınırlayamayacağımız bir problem çözme yöntemi. Bu yöntemde, analitik düşünmeden farklı olarak, ilk bakışta işlemeyeceği ya da saçma olduğu düşünülen fikirler dahi elenmeden değerlendirilmeye alınıyor.
Tasarım odaklı düşünme yönteminin öncüsü ve en çok sahiplenen kurum olarak bahsedebileceğimiz Stanford Üniversitesi, kurduğu d-school ile, dünyaya bu düşünme sistematiğini öğretmeye çalışıyor.
d-school’un kurucularından ve dünya devi yazılım şirketlerinden SAP’nin de kurucu ortaklarından olan Hasso Platner de Almanya’da kurduğu enstitü ile bu sistemin Avrupa’da yaygınlaşmasını sağlıyor. Ayrıca, dünyada kurulan “tasarım atölyeleri” de, tasarım odaklı düşünme sisteminden faydalanmak kurumlara hizmet veren şirketler olarak dikkat çekiyorlar.
Bu yazıda tasarım odaklı düşünme sisteminin ne olduğundan ziyade, Türkiye için neden önemli olduğundan bahsetmek istiyorum.
Bugün ABD ve Avrupa başta olmak üzere, gelişen Asya ülkelerinde de yoğun şekilde kullanılan tasarım odaklı düşünmenin, Türkiye’de çok da bilinmediğini görüyoruz. Bu konuda öncü olmasını beklediğimiz üniversitelerde dahi, birkaç kişisel girişim ve SAP gibi şirketlerin yaygınlaştırma çabalarından başka çalışma maalesef çok yok. Ancak ilginçtir ki, ilköğretim ve ortaöğretimde bu konuyla ilgili çalışmalar yapan okulların olması küçük bir umut olarak karşımıza çıkıyor. Stanford Üniversitesi’nin d-school’una kayıtlı ve sistematiğini uygulamaya çalışan 12 ilk ve orta öğretim kurumu var Türkiye’de. Bu girişimlerin de bireysel ve sınırlı olduğunu söylemek lazım. Söz konusu 12 okulun 10 tanesinin devlet okulu olması sevindirici, ancak burada da idealist öğretmenlerin bireysel girişimleri görülüyor.
Yaratıcılık daha spontan ve kişiye özel bir durumken, düşünmek ise toplumsal bir kültür olarak görülür. Dünyada pek çok ülke, farklı düşünme sistemlerini eğitim sistemlerine entegre ediyor ve bu sistemleri henüz ilkokul çağından itibaren uygulamaya başlıyor. Dünya çapında müfredatlarına -birbirlerinden farklı da olsa- kabul gören düşünme sistemlerini alan ülkelerin inovasyon ile öne çıktığını görüyoruz. İsveç ve Finlandiya bunun en önemli örnekleri.
Türkiye’de ise eğitim sistemimiz hala 2. Sanayi devrimine yönelik bir üretim metoduna insan kaynağı yetiştirmek üzere çalışıyor. Özel okulların çabaları ile gündeme giren ve ders olarak okutulmaya başlanan kodlama güzel bir başlangıç olsa da, yeterli değil.
Endüstri 4.0 konuştuğumuz ve bu sayede Türkiye’nin gelişmiş ülkeler ligine zıplayabileceği bugün, inovatif düşünmeyi geliştirecek herhangi bir adım atmamamız düşündürücü. Çünkü mevcut girişimler yeterli değil. Dünyanın uygulayarak sonuçlarını almaya başladığı tasarım odaklı düşünme sisteminin eğitim sistemine uygulanması Türkiye’nin inovasyon anlamında ilerleyebilmesi için bir define sandığı niteliğinde. Ancak bunun için sadece tasarım odaklı düşünme elbette tek başına yeterli değil. Başka iyileştirmelerin de yapılması eğitime katkıda bulunacaktır.
Örneğin OECD’nin uluslararası öğrenci değerlendirme programı, PISA’nın, “Öğrenci Refahı” araştırmasının sonuçları da sistemdeki yetersizlikleri gözler önüne seriyor. 72 ülkeden, 540 bin öğrencinin okul performansları, arkadaşları ve öğretmenleri ile ilişkilerini, okul dışında nasıl zaman geçirdikleri ve aile ortamlarının mercek altına alındığı raporda Türkiye; ‘Yaşam Memnuniyeti’ sıralamasında 10 üzerinden 6.12 puanla son sırada yer aldı. PISA verilerine göre, Türkiye’de 15 yaş düzeyindeki öğrencilerin 28.6’ı hayatından hiç memnun değil. Bu noktada yapılacak iyileştirmeler de eğitim sistemimizde bir fark yaratmak için önemli.
Bugün pek çok kurum ve şirket endüstri 4.0’ı bir şiar olarak benimsemiş durumda ve her söylemlerinde bu konuyu ön plana çıkartıyor. Ancak Türkiye için endüstri 4.0 girişimi sadece söylemlerde kalıyor. Uygulamaya geçirecek kabul edilebilir fikirlerimiz maalesef yeterli sayıda değil.
Pek çok ülkenin imrenerek izlediği Apple, Facebook, Google gibi örneklerin çıkışı kendiliğinden olmadı. Bir sistemin, bir yaratıcılık kültürünün ürünleri. Hatta bu şirketler kendi içlerinde de bu kültürü oluşturmak, yaygınlaştırmak için çalışıyor. Sadece yazının başında belirttiğim SAP değil, bu şirketler de tüm süreçlerinde tasarım odaklı düşünme sistemini benimsiyor. Böylece çıkardıkları her ürün ile değerlerine değer katıyorlar. Bugün birçok otomobilde görmeye başladığımız ayağınızı göstererek açılan bagaj fikri 2013 yılında “tasarım odaklı düşünme” sistemi sayesinde ortaya çıktı.
Braun’un Nesnelerin Interneti kavramını birleştirdiği Oral-B Smart Brush isimli elektrikli diş fırçasına müzik yükleyebiliyor ve dişlerinizi fırçalarken aynı zamanda müzik dinleyebiliyorsunuz. Öte yandan fırça sizin dış fırçalama aktivitenizi ve sürelerini kayıt altına alarak sizin performansınızı da ölçüyor. Son dönemlerde oldukça popüler olan bu elektrikli diş fırçası da Braun’un tasarım odaklı düşünme sistemi ile geliştirdiği ve hayata geçirdiği bir ürün. Bugün dünyada 1,6 milyar insan elektrik enerjisine erişimi olmadan yaşıyor.
Çok kuvvetli motoru olan bir spor arabanız olduğunu düşünün. Ancak bu arabayı kullanmayı bilmediğiniz sürece bu motorun hiçbir faydası yok. Formula 1 aracını kullanmayı bilmiyorsanız, hareket bile ettiremezsiniz.
Bugün dünyanın inovasyon açısından en gelişmiş ülkeleri, bunu tasarım odaklı düşünme sistemini, eğitim sistemlerine ve kurumlarının DNA’larına entegre ederek gerçekleştiriyor.
Biz neden yapmayalım? Ülke olarak üst liglere çıkmamız inovasyon ile mümkün. Ancak “haydi inovatif olalım” diyerek akşamdan sabaha inovatif olmak mümkün değil. Bir sistem gerek. Tasarım odaklı düşünme ile bu sistemi kurmak mümkün. Düşünmeye değmez mi?