Nisan, yağmurları kadar krizleriyle de anılacak
Referandum dönemi siyasi iletişim muhabbetine burada girmeyeceğim. Bu mevzuyu hariç tutarsak bize göre Nisan ayı iletişim literatürüne geçecek boyutta derin ve bol krizlerin yaşandığı bir ay olmuş.
Bugüne kadar, rakamlarla konuşmak durumunda oldukları için sık sık dayak yiyen araştırmacılar dışında, “başarısız” olduğunu kabullenen bir tek yorumcuya, bir tek siyasi lidere rastlamadım. Bu sefer de değişen bir şey olmadı…
Referandum tartışmaları başladığı ilk günden, hadi daha da abartarak iyice geriye gidelim, günlük gazete köşe yazısı yazmaya başladığım 2000’li yılların başından bu yana yazdığım yazılar benim web sitesinde duruyor. Meraklısı ne demişiz, ne zaman demişiz oraya bakar öğrenir. O nedenle referandum dönemi siyasi iletişim muhabbetine burada girmeyeceğim.
Bu mevzuyu hariç tutarsak bize göre Nisan ayı iletişim literatürüne geçecek boyutta derin ve bol krizlerin yaşandığı bir ay olmuş.
Siyasî anlamda Kılıçdaroğlu’nun mevcut parlamenter sistemi anlatarak, ona karşı olduğunu ifadeyle AK Parti’nin ekmeğine bol miktarda yağ sürmesi; CHP Konya Milletvekili Hüsnü Bozkurt’un evet diyenleri İzmir’den denize dökeceklerini açıklaması; Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Şükrü Karatepe’nin eyalet sistemi tartışmasını seçime iki gün kala gündeme getiren konuşması, siyasi iletişimde kendi ayağına sıkmanın en güzel örnekleriydi.
Nisan ayının diğer ünlü krizleri şöyle sıralanabilir:
1- Batı kültürünün ve batıl inancın “St. Valantine Day” gibi bir alışkanlığı olan 1 Nisan (Poisson d’avril) için “hesaplaşma zamanı” mesajıyla hazırlanmış, özünde küçük kardeşlerin abla ve ağabeylerine şaka yaparak intikam almalarını konu alan, fakat son derece itici, kafalarda soru işaretleri bırakan ve kötü animasyon filmi yüzünden başı belaya giren Ülker.
2- Fazladan bilet satışı skandalı sonucu Chicago uçağından rastgele birkaç yolcuyu indirmek durumunda kalırken aralarından hastalarıyla olan randevularına yetişmek için inmemekte ısrar eden Asyalı doktor yolcunun yaka paça alınıp sürüklenerek uçaktan çıkartmasıyla United Airlines.
3- Yaşar Topluluğu M. Selim Yaşar’ın Referandum sonucunu, Facebook hesabından yorumlarken Pınar markasıyla sponsor oldukları Karşıyaka kulübünün Karşıyakalı taraftarlarının tepkisini toplaması, ardından yorumunu silerek tartışma ortamı yaratıp devamında da yaptığı “samimi açıklaması” sonucu markalarını geniş kitlelerce boykota sürüklemesiyle bir anda itibar krizi yaşayan Yaşar Holding. Daha sonra, ifadelerin Selim Bey’i bağladığını, onun şahsi görüşlerini dile getirdiğini ifade eden Yaşar Topluluğu, krizi daha da derinleştirdi. Çünkü bir Yönetim Kurulu Başkanı veya CEO’nun nefes alış verişi bile tüm topluluğu bağlar.
Bu üç markanın yaşadığı krizin ortak noktasına gelince, üç tespit yapabiliriz:
- Kriz iletişimi açısından üçü de “iletişim en kötü nasıl yönetilir”e mükemmel birer örnek teşkil ediyor.
- Üçünde de ya krizleri doğrudan üst yönetim çıkarıyor ya da üst yönetim ve/veya liderler tavırlarıyla yangına benzin döküp krizin etkisini ve hasarını artırıyor.
- Öncesi-sırası-sonrası aşamalarıyla ele alınması gereken kriz iletişimini son aşaması olan soğutma sürecini de doğru yönetemedikleri için “itibardaki kanama” azalmadan devam ediyor.
Üst yönetimlerin yapmaları gerekenleri üç başlıkta sıralayabiliriz:
- İletişimi bilmediklerini bilmek. Onu tüm diğer süreçlerde yaptıkları gibi bir uzmanlık alanı olarak görmek. İletişimin sürdürülmesi gereken, kesintisiz (permanent) bir süreç olduğunu, sadece ihtiyaç duyulduğunda başvurulan bir taktik mesele olmadığını kavramak;
- Kriz iletişimini, 1950 model tanımlarını (telefon zincirini çalıştır, kriz masasını kur, sözcüyü belirle, kilit mesajları tespit et, hasarı tazmin et, gerçekleri söyle gibi) bir kenara bırakıp, 1950’den bu yana değişen pazar ve ilişki biçimleri gereği ortaya çıkmış yeni stratejileriyle ele almaya çalışmak (hasar tespiti, hız, hiyerarşisiz iç haberleşme, kanal tespiti, kanala ve hasara göre değişken taktikler uygulama gibi…)
- “Bize bir şey olmaz” hissiyatı değil, bilimsel olarak kriz soğuyana kadar sürekli ölçümleme, değerlendirme ve adımları düzeltme sistematiğinin uygulanması.
Zoru ölçümlemenin mükafatı
Bazı konularda ölçümleme yapmadan tabiri caizse “sallamanın” ne kadar yanlış olduğunu bilmeyen kalmadı artık. Gençler garipseyebilirler. Ancak biz şundan 5-10 sene önce; “İtibarınızı ölçelim” dediğimizde “Vay, sen bize itibarsız mı, diyorsun” diye üstümüze yürüyen patronları unutmuyoruz…
Oysa British Telecom’un 1981-2002 yılları arasındaki CEO’su Ian Vallance bundan otuz küsur yıl önce, Türkçesiyle iki kelimede bitirmiş işi: “Ölçmüyorsan Yapma!…”
İletişimin başka alanlarında yıllarca önce yaşanan bir durum şu sıralar sosyal medya konusunda gündemde. “Sosyal medya danışmanlığı hizmeti veremem” diyene rastlamak zor.
Burada da taşlar zamanla yerine oturacaktır.
Sosyal medya performansı ölçtüğünü vadeden bir dolu şirket var; fakat bu hizmeti layıkıyla yapanların sayısı tahmin edilenden çok az. Bunlardan biri de hiç şüphesiz BoomSonar. İletişimin mükemmeliyet merkezlerinden biri olan Marketing Türkiye ile BoomSonar Türkiye’deki büyük bir eksikliği görüp güçlerini birleştirmişler.
Söz konusu eksiklik sosyal medya performanslarının objektif verilere dayalı olarak değerlendirildiği bir yarışma. “Social Media Awards Turkey” bu eksikliği kapatmak adına iddialı bir girişime benziyor. Sosyal medyadaki en başarılı kampanyaları “gerçek zaman”, “özel gün”, “mikrosite”, “kurumsal blog”, “fikir önderi”, “veriden esinlenen sosyal medya”, “sosyal CRM yönetimi”, “sosyal sorumluluk iletişimi”, “topluluk yönetimi”, “online-offline entegrasyonu” gibi toplam 13 kategoride değerlendireceklermiş. Aynı zamanda SocialBrands sosyal medya marka endeksi sonuçlarına göre veri analitiği ödülleri de verilecekmiş. İkincisi için markaların başvuru yapmasına gerek yok. İlki içinse 12 Mayıs’a kadar markaların başvurularını almaya devam ediyorlarmış.
Bize sorarsanız emekleme dönemindeki sektörün kendisine doğru bir yol haritası çizmesi ve “taşları yerine oturtması” için iyi bir fırsat.
“Hayat Gittiğin Yol Kadar”
Bu yalın ve etkili söz, “Trafik Hayattır” jingle (cingıl) yarışmasının kazananı Başak Gürcan’a ait… Belki hatırlarsınız, Doğuş Otomotiv’in kurumsal sosyal sorumluluk platformu Trafik Hayattır geçtiğimiz yıl sonunda trafik güvenliği hakkında farkındalık yaratmak için mecra olarak radyoya odaklandığını jingle yarışmasıyla duyurmuştu.
Yarışmayı kazanan kişi de Nil Karaibrahimgil ile beraber jingle’ı düzenleyip seslendirme fırsatını yakalayacaktı. İşte o şanslı kişi Başak Gürcan olmuş. Sözler tam kararında. “Trafik Hayattır Yolu Seç Sen Hayatı Seç” ifadesi sayesinde jingle’ın mesajıyla platformun adı çok güzel örtüşmüş.
Başak Hanım, Hacettepe Üniversitesi Biyoloji Bölümünü bitirdikten sonra aynı üniversitenin konservatuvarında Caz Anasanat Dalı Caz Vokal Bölümünden mezun ol-muş. Modern dansla ilgili seslendirme projeleri ile çeşitli müzik türlerinde parçalar seslendirdiği belirli bir sahne deneyimi olduğunu da öğrendiğimiz Başak Gürcan’ı da, Trafik Hayattır’ı da kutlamak lazım.