Türkiye “Pi-Ar” yapıyor”!..
Türkiye’de ne hikmetse PR hizmeti almak, “algıyı yönetmek”, olumsuz anlamda kullanılır. İletişim hizmeti alanı ve bunu planlı programlı yapanı “Pi-Ar yapıyor!”; kara propagandayla karıştırdıkları stratejik uygulamaları da “Algı operasyonu yapıyor!” diye eleştirirler.
Bilmezler ki bu şekilde bir yaklaşım ve reddiye, toplumsal her türden pratik içinde, eğer ortada rekabet varsa, doğal ihtiyaç olarak ortaya çıkan iletişim ihtiyaçları konusunda başarısızlığın ilk habercisidir…
Bu bağlamda, Washington’daki Büyükelçiliğimizin Sayın Cumhurbaşkanı’nın son ABD seyahati öncesinde başlayarak yılsonuna kadar ABD’deki iletişim çalışmaları için Burson-Marsteller PR ajansıyla anlaşmış olması takdirle karşılanmalı.
Yapılan anlaşmaya göre Burson-Marsteller bu iş için 1,1 milyon dolar alacakmış. Şimdi bazı çokbilmişlerin hemen mırıldanmaya başladıklarını duyar gibiyim. “Ne lüzumu var efendim o kadar para vermenin! Saçı bitmemiş yetimin hakkı var o paralarda! Çok daha ucuza halledecek bir Türk şirketi yok muymuş?” vb…
Her zaman “İyi daha iyinin düşmanıdır”. Bu zihniyete kapıldınız mı durur kalır, hiçbir şey yapamazsınız. Hani, bütün müteahhitler hırsız olabilir diye düşünen belediyelerin kalakalmaları gibi…
PRWeek’te çıkan habere göre sosyal medya çalışmalarını da yürütecek olan ajans Boston, Chicago, Houston, Los Angeles, Miami ve New York’daki Türk konsolosluklarının da iletişimini üstlenecekmiş.
15 Temmuz darbe girişimi sonrası oluşan olumsuz havayı dağıtmak üzere düşünülmüş, yedi ülkeyi kapsayacak benzer bir iletişim atağı için Ekonomi Bakanlığı’nın koordinasyonunda TOBB ve TİM tarafından kapsamlı bir çalışma yürütülüyor. Bu projede Türkiye’de faaliyet gösteren uluslararası markaların en üst düzeydeki yöneticileri kameraların karşısına geçip neden Türkiye’de bulunduklarını anlattılar.
Bazı batı basın organlarının karalama ve engelleme çalışmalarına rağmen hayata geçirilen kampanya için açılan konkurda üç kuruluş ipi göğüsledi: PR konusunda Ketchum; medya satın alma ve içerik yönetimi konusunda Global Connection ve sosyal medya yönetimi alanın da Apco Worldwide.
Türkiye nihayet önyargıları ve iletişim kabuklarını kırmak ve kendi algılanmasını düzeltmek için uluslararası standartlarda hizmet alma kültürünü devreye sokmaya başladı. Umarız, “Böyle bir iş yapılacaksa ben yapmalıyım, iş bana verilmiyorsa baltalamalıyım” diyen hasetçilikle her türlü gelişimin düşmanı kesilen “habâset erbabı” burnunu sokup da bir çuval inciri berbat etmeye kalkmaz. Bir de zamanlama meselesi var tabii. Unutmamak gerekir ki, algılar bu kadar kısa zamanda hop diye düzeltilemez; iletişim uzun süreli bir yatırım işidir ve sabır ve sebat gerektiren bir faaliyettir.
Haber Değeri Yoksa Başınız Belada…
Arkadaşlar Habertürk’ten Esin Övet Hanım’ın bir yazısını bana yollamışlar ve demişler ki: “Hiç de haksız değil… Ancak bizim üzerimizdeki müşteri baskısı da malum. ‘Haberimiz çıktı mı; çıkıyor mu? Ne zaman çıkacak? Siz haberimizi çıkartamıyorsanız, ne için sizinle çalışalım ki?’ türünden sürekli bir talep bombardımanı… Esin Hanım biz PR’cılardan illallah demiş…”
Ben bu tür baskıların her çeşidine tanık olmuşumdur. “Neden haber Hürriyet’te çıkmadı?” en tipiğidir mesela. Ya da “Neden arkalarda çıktı da birinci sayfada çıkmadı?” ya da “Neden bu kadar küçük çıktı?”… “Bak bizim rakibin haberi ne kadar büyük çıktı!”… Bir de “Biz her haberinizi çıkarırız!” diye tepinen PR müsveddeleri var… Yıllar öncesinde fiilen sahada çalıştığım günlerde bir kez Hürriyet gazetesinin ekonomi sayfasında 4 sütun 10 santim içinde görülmüş bir haberle ilgili şu taleple bizzat karşılaşmış ve isyanımı gizleyememiştim: “Ali Bey, aynı haberin aynı gazetede daha büyük yer almasını sağlayın. Onca tanıdığınız var. Siz mutlaka halledersiniz. Biz bilmem ne markasıyız. Daha fazlasını hak ediyoruz…”
Ağır konuşmamak için kendimi zor tutmuş, derdimi ancak kurumsal iletişim direktörünü atlayıp biraz da beyaz saçlarım sayesinde (tecrübe) doğrudan patronla konuşarak anlatabilmiştim…
Bu çok eski bir ikilemdir. Hem PR çalışanları haklıdır hem de gazeteciler.
Bakın Esin Hanım ne demiş köşesinde:
“Son yıllarda PR’cıların durumu: ‘Esin Hanım e-mail attım geldi mi? Esin Hanım e-mail’im elinize ulaştı mı? Esin Hanım davetiye yolladım hem e-mail hem WhatsApp’tan, elinize ulaştı mı? Esin Hanım davetiye elinize ulaştı mı katılabilecek misiniz? Esin Hanım size bir haber attım, kullanabilecek misiniz? Esin Hanım size bir haber attım, mümkünse köşenizde bu hafta sonu yazabilir misiniz? Esin Hanım bu gece katılacak mısınız?
Yeteeeeeer, lütfen yeter hanımlar – beyler. Bir kere arıyorsunuz, bir kere mesaj ve e-mail atıyorsunuz tamam. Ama birden fazla, hatta on kere bu işlemleri yapanınız var. El insaf.”
Burada kritik bir noktada mutabık olmakta yarar var. Eğer bir olayın, yolladığınız bir basın bülteninin, bir açıklamanın, bir lansmanın, bir etkinliğin haber değeri, iletişim değeri varsa; hiçbir gazeteci, haber müdürü, bölüm müdürü yolladığınız bilgiye, habere, davete duyarsız kalamaz.
Problem, haber değeri taşımayan, sıradanlık düzeyini zorlayan bir bilginin müşterinizin itelemesi ve talebiyle medyadan itibar görmesini sağlamak için ısrarcı olmaya başladığınızda çıkıyor. O zaman üç tane çıkış yolu olabilir: 1. Sizden hizmet alan kişi ya da kurumu, haber değeri konusunda ikna etmeniz. 2. Edemiyorsanız beklentisini aşağıya çekmeye çalışmanız 3. O konuda da önünüz tıkanıyorsa, müşteriyi kaybetmeyi de göz alarak “Hayır!” deme cesareti göstermeniz.
Tabii bazen müşteri size iddianızın tam tersi uygulamaları da örnek olarak gösterebilir: Bir markanın kesinlikle haber değeri olamayan bir bülteninin neredeyse birebir alıntıyla medyada yer aldığını gözler önüne serebilir. Orada da sizin dışınızdaki pek çok faktör devreye girmiştir. Mesela “Güçlü reklam veren olmak ya da çok yukarıdan gazetenin patronu düzeyinden kurulmuş olan temas”… O zaman da yapacağınız pek fazla bir şey yoktur zaten… Bunu da anlatabilmelisiniz müşterinize.
Sosyal medyada gizli reklama denetim!..
Hani bizde dijital ortamda faaliyet gösteren ticarî faaliyetlere kısıt ya da malî kontrol getirilmek istendiği zaman, özgürlükler bahsi açılarak ciyak ciyak bağırılır ya… Hani, sınırsız sorumsuz internet ortamının ticarî dahil her türlü faaliyete açık olması, vergi falan verilmemesi savunulur, bireysel hakaret ve saldırının serbest olması bir şekilde istenir ya… Bakın “özgürlükler ülkesi” (!) ABD’de olay nasıl tecelli ediyor…
BBC’nin haberine göre, ABD’de tüketici haklarını koruma organı Federal Ticaret Komisyonu, Instagram kullanan ünlülerin ve çok takipçisi olan hesapların, bir ürününün ya da markanın reklamını yapmaları halinde bunu açıkça beyan etmeleri gerektiği uyarısını yapmış. Bu bizde de çok yaygın. Takipçi sayısı yüksek olanlar bu işi ticaret haline getirmişler, tahsil ettikleri ciddî rakamlar karşılığında hesaplarından ürün ya da hizmet markalarını açık ya da gizli bir şekilde tavsiye ediyorlar… Kayıtlı kurallı bir durum pek yok ortada tabii…
ABD’de vergisi ödenmemiş bir kazanç elde etmenin neredeyse imkânsız olduğu gerçeği bir yana, Federal Ticaret Komisyonu tüketiciyi korumak adına, 90’dan fazla ünlüye ve pazarlama şirketine gönderdiği mektupta, Instagram’a bir marka ya da ürünü tanıtan reklam amaçlı ve ücret karşılığı yayınlanan bir gönderi konulduğu zaman bunun çok net bir şekilde takipçilere beyan edilmesi gerektiğini ifade etmiş.
Uyarı, tüketici haklarının korunmasıyla ilgili çalışmalar yapan “Kamu Vatandaşı” adlı bir sivil toplum oluşumunun girişimi sonucunda devreye alınmış. Hiçbir medya kuruluşu da sosyal medyanın kullanımın “sınırsız sorumsuz” olması gerektiğini savunmamış. Darısı başımıza…