İngiltere’deki türden PR skandalı bizde olmaz
Geçen yıl Ağustos ayında PR sanayiinin en büyüklerinden Bell Pottinger’in kurucu ortağı Lord Bell’in istifası ve firmayı terk etmesinin ardından Eylül ayının üçüncü günü yeni bir haber, iletişim dünyasına nükleer bomba gibi düştü. Ajansın, Güney Afrikalı müşterisi Oakbay Investments için yürüttüğü etik dışı çalışmaların ifşa olmasından bir gün sonra ajansın hisselerinin yüzde 20’sinden fazlasına sahip olan CEO’su James Henderson skandalın sorumluluğunu üstlendi ve istifa etti.
Bell Pottinger aynı günlerde İngiliz PR sektörünün etkili STK’sı PRCA’in mesleki etik kodlarına aykırı hareket etmekle suçlanmış, birlik tarafından sektörün itibarını korumak gerekçesiyle üyeliği iptal edilmiş ve beş yıl süreyle yeniden üyeliğe başvurması engellenmişti.
Ajansın hizmet verdiği Oakbay Investments, Güney Afrika Devlet Başkanı Jacob Gedleyihlekisa Zuma’nın yakınlarına ait bir şirketti ve Zuma’nın muhaliflerinin şikayeti üzerine açılan davaya 18 Ağustos günü bakılmıştı. Ancak mızrağı saklayacak herhangi bir çuval artık kalmamıştı…
Londra merkezli çok uluslu halka ilişkiler, itibar yönetimi ve pazarlama ajansı Bell Pottinger Private (BPP), Güney Afrika’da içine daldığı skandal ve bu skandalla ilgili soruşturma neticesinde, pek çok müşterisini kaybetti, satılığa çıkarıldı ve kapanmanın eşiğine geldi.
Demir Leydi Margaret Thatcher’ın “favori” halkla ilişkiler danışmanı olarak bilinen Lord Bell’in 1987 yılında kurduğu BPP’yi bu noktaya getiren sürecin ise Hint asıllı Güney Afrikalı milyarder bir müşterisi için aylık 100 bin sterlin (yaklaşık 470 bin TL) ücret karşılığında Güney Afrika’da “Irk temelli gerilimi artırma” stratejisini yönettiği iddia ediliyor. Burada esas amacın algıyı kontrollü bir şekilde skandalın odağındaki milyarder aileden başka bir yöne çekmek olduğu tespit ediliyor.
Peki, olay nasıl başlıyor? İpler gidip bir düğünde düğümleniyor…
Ülkenin önde gelen zenginlerinden Hindistan asıllı Güney Afrikalı Gupta ailesinin üyelerinin de içinde yer aldığı bir düğün telaşı olayları tetikliyor: 2013 yılında Hindistan’dan gelen özel bir jet bu düğün için Güney Afrika Hava Kuvvetleriʼne ait askeri piste iniyor. Bu özel iznin Başkan Zuma’nın düğün hediyesi olarak o aileye verildiği belirtiliyor. Ve nam-ı diğer Guptagate skandalının temeli böylece atılıyor.
İki çocuğu Gupta ailesine ait şirketlerde çalışan Güney Afrika Devlet Başkanı Zuma, tüm bu iddiaları parlamento huzurunda reddediyor. Başlayan soruşturma ise yavaş yavaş sona erdiriliyor. Ancak, kamuoyunun hafızasında bu olayların izi tam olarak silinemiyor.
Gupta ailesi bu kez muhalefet tarafından, Güney Afrikalı politikacılar üzerinde çok fazla etkiye sahip olmakla suçlanıyor. İddialara göre “Dikkati başka yere çekmek” isteyen Gupta ailesi ise soluğu Lord Bell’in yanında alıyor. Toplantıya, tesadüfe bakın ki, Başkan Zuma’nın oğlu Duduzane Zuma da katılıyor.
Basına sızan bilgilere göre Duduzane Zuma, dikkati Gupta ailesinden başka bir yere çekmek için yapılması gerekeni (brief) tam olarak şöyle özetliyor: “Yürütülecek kampanya, toplumdaki sıradan insanların dikkatini çekebilecek ve her şekilde ekonomik emansipasyon (eşitlik, özgürlük) temelli olmalı. Sıradan insanlar kendilerini bu hikayeyle özdeşleştirmeli, bu hikayeye bağlanmalı ve bu hikaye tarafından birleştirilmiş hissetmeli.”
Böylece Lord Bell, Güney Afrika’daki “ekonomik apartheid”in (ekonomik ırk ayrımcılığının) yarattığı eşitsizliklerle ilgili tartışmaları alevlendirerek ilgiyi başka bir yöne çekmeye çalışıyor. Ancak sonuç istendiği gibi olmuyor. Bugün Bell Pottinger “beyaz tekelci sermaye”ye karşı öfkeyi kışkırtmakla suçlanıyor.
İnternet üzerinde kısa bir araştırma yapıldığında Bell Pottinger’in “Karanlık iletişim sanatlarını” ilk defa Guptagate skandalı için kullanmadığı görülüyor. Wikipedia sayfalarının manipüle edilmesi, insan hakları ihlalleriyle suçlanan ülkelerdeki hükümet içi ilişkilerde nüfuza sahip olunması, çocuk işçi ve insan hakları ihlalleriyle ilgili olumsuz yansımalara boğarak Google sonuçlarının manipüle edilmesinin önerilmesi vs…
Bu arada Bell Pottinger’in tekil bir vaka olmadığı da tespit ediliyor. PR Week’in haberine göre Temmuz ayında Weber Shandwick’in Mısır’da bir “kamusal iletişim” sözleşmesi, Mısır’ın casusluk servislerinden biriyle çalıştıkları gerekçesiyle iptal edilmiş… Yine aynı yayında belirtildiğine göre MSLGroup ve bağı olduğu network Publicis, Suudi yönetimine sundukları hizmet yüzünden insan hakları savunucularının ciddi protestosuyla karşılaşmışlar…
Türkiye’de PR sektörü bu kadar stratejik bir konumda değil. Birkaç tanesi hariç kahir çoğunluk daha çok iyi ilişkiler kurup iş bağlama, basın ajanslığı (haber çıkarma) ve etkinlik yönetimi odaklı işler yürütüyor ve biraz da bu nedenle alınan aylık hizmet bedelleri, İngiltere’deki benzerlerinin kırtasiye giderleri falan düzeyinde… Türkiye’deki pek çok sektör, reklam dahil, her alanda İngiltere’deki benzerleriyle kıyaslanabilirken, Türkiye’deki PR ajanslarının toplam cirosunun uluslararası büyükçe tek bir ajansın cirosundan az olmasının bazen faydalı yanları da olabiliyor… Bizde öyle Bell Potinger numaraları olmaz en azından…
Kamu diplomasisinde çifte standart
Önce hemen bir rakam verelim ki konunun bundan sonrası daha iyi anlaşılsın. ABD’nin özellikle CIA vasıtasıyla yönetilmek üzere kamu diplomasisine ayırdığı yıllık resmi bütçenin 20 milyar dolar olduğu biliniyor. Gayrı resmi bütçenin, örtülü ödenekten lobicilik, yabancı ülkelerdeki “embedded journalists” (gömülü -yerleştirilmiş- gazeteciler), psikolojik operasyonlar (psyops), kara propaganda ve kamu diplomasisinin gerekli diğer araçları için harcanan meblağın ne kadar olduğu bilinmiyor…
Şimdi, bu bilgiyi bir kenara koyalım ve BBC Türkçe servisinin The Guardian gazetesine dayanarak verdiği habere bakalım:
“Azerbaycan’da 2,9 milyar dolar değerindeki gizli bir fonun kara para aklama, lobicilik ve Avrupalı siyasetçilerle gazetecilere para dağıtmak için kullanıldığı iddiaları, gözleri Avrupalı bankalar, şirketler ve diğer kuruluşlara çevirdi.
Guardian gazetesinin haberinde, sivil toplum kuruluşu Organize Suç ve Rüşvet Kaydı Projesi (OCCRP) tarafından hazırlanan “Azerbaycan Çamaşırhanesi” adlı raporun detayları yer alıyor. Rapora göre, kurulan ağın ucu İngiltere merkezli dört şirket aracılığıyla Türkiye, Almanya, Fransa ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelere kadar uzanıyor. Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) eski üyelerinden bazılarının da listelerde adı geçiyor.
Şebeke nasıl çalışıyor?
Guardian’ın iddiasına göre, 2012 ve 2014 yılları arasında her gün ortalama üç milyon dolar, Avrupalı siyasetçilere ve gazetecilere para dağıtmak, lobicilik faaliyetleri yürütmek, lüks ürünler satın almak ve kara para aklamak için transfer edildi. Hazırlanan raporda, 2,9 milyar dolar değerindeki fonun, İngiltere merkezli dört offshore şirket üzerinden para transferleri gerçekleştirdiği, buradan da Türkiye, Almanya, İngiltere, Fransa, İran ve Kazakistan dahil birçok ülkede harcamaların yapıldığına dair veriler ve belgeler paylaşıldı.”
Özetle ne diyor BBC? İstihbarat servisleri dünyanın dört bir yanında fink atan Amerika, İngiltere, Almanya bu işi yaparsa iyi, ancak Azerbaycan yaparsa tu kaka!
İşin acı yanı ise BBC’nin bu manipülatif haberini mal bulmuş Mağribi gibi kullanan iletişim cahili muhalif kafaların düştükleri komik durumdur. Kendi tezlerini tüm dünyaya kabul ettirmek isteyen ABD, İngiltere, Almanya’ya alkış tut, Azerbaycan’ı ya da bu işlere kalkışan Türkiye’yi yerden yere çal… Buna uluslararası terminolojide düpedüz “hypocrisy” (iki yüzlülük) deniyor…