Akan Abdula yazdı: “Anketçi mi, araştırmacı mı?”
Dijitalin ilk sosyalleşmesinden sadece 8-9 yıl sonrasına, yani 2010’lu yıllara ilerlediğimizde, insanlık sosyalleşmiş dijitalin bambaşka bir yüzü ile karşılaşmaya başlamıştı.
Devrimin sosyal, konunun da iletişim olmadığı artık aşikardı. Bu dönem itibariyle yükselen bu yeni fenomenin bir veri ekonomisi olduğunu algılamaya başlamıştık. Liberalizm kabuk değiştiriyordu ve değişimin kalbinde veri vardı.
Bu sistem aslında gücünü Moore Yasası’ndan alıyordu. Moore Yasası, herkesin erişebileceği, giderek ucuzlayan ve milyonlarca etkileşimi anında sağlayan altyapılara değinir. Bu devri de öyle tanımlar. Altyapılara erişimin demokratikleştirilmesi dönemidir bu. Web ve mobil teknolojilerin ulaşılır hale gelmesi, bu ilişkilerin gelişmesini ve bilginin paylaşılma oranının hızlanmasını sağlıyordu.
İşte bu devir araştırma şirketleri için büyük fırsatlar barındırırken, özellikle ülkemizde araştırmanın algısı beklenenin tam tersinde bir seyir izledi.
Araştırma zalimce karmaşık hale geldi. Araştırma karmaşıklığını arttırdıkça içgörüler nedense kolay bulunmaz, ele geçmez, yarı somut hale geldi. Hatta paylaşılan beriler bugünkü gerçekleri temsil etmekte zorlanıyor.
Bugün bir araştırma raporunun verisini okuyan kişinin bu süreçte zihni yoruluyor, beyni acıyor.
Oysaki araştırma verisinin ana amacı karar vermeyi kolaylaştırmak, veri okuyan kişinin düşünmesine destek vermekti.
Araştırma sektörünün kredibilitesi sorgulanır hale geldi
Araştırma sektörü bu denli karmaşık hale gelirken, bir de son birkaç yıldır kredibilitesi sorgulanır hale geldi.
Maalesef kredibilitenin celladı öncelikle kamu araştırma kategorisinde türeyen bazı tabela şirketler ve tabela araştırmacılar oldu. Medya da bunlara konuşma alanı yaratınca, sektörde hiç ismini duymadığımız insanlar, televizyonlarda sektörü temsil eder hale geldiler. Paylaştıkları verileri bizler kendi verilerimizde hiç görmesek de onların sesi çok duyulur hale geldi.
Televizyonlar kendilerine anketçi dedi. Araştırma sektörü ayağa kalktı, biz anketçi değiliz dedi. Bence karşı çıkmamalıydık. Onlar anketçiydi. Biz araştırmacı.
Onlar anket satıyorlardı, satın alanın da borusu ötüyordu. Hangi parti neyi alırsa, onu söyletebiliyordu kendilerine. Bakmayın, partiler de veriyi almıyorlardı aslında. Televizyonlarda ucuza gündem ve saniye satın alıyorlardı. Televizyondan alınması pahalı olan şeyi, ucuz yoldan hallediyorlardı.
Araştırma durağanlık devrinden geçiyor
İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır olmasın bu makale. Bu resmin oluşmasında biz araştırmacıların da suçu çok. Biz ayağa kalktık da neden en önemli paydaşımız pazarlama dünyası bizi yeterince savunmadı bu anketçilik algısına karşı?
Çünkü bizler de kendi durağanlık devrimizden geçiyoruz.
Örneğin pazarlama yöneticileri bugün Covid kriziyle boğuşurken, bizler bu yeni devrin yeni düşünme gereksinimlerine hızla adapte olamadık. Eski modellerimizle yeniyi anlamaya çalıştık. Sonuç? Covid araştırmalarının biri diğerini tutmuyor.
Araştırma dünyası ne yazık ki pazarlama dünyası kadar esnek olamadı.
Hiper-rasyonel sektörümüz kendi devrimini yapmakta bir hayli zorlandı. Ne yazık bazen sektörümüzün her yerde durduğu ama cesaretin yanında duramadığı düşüncesine kapılıyor ve üzülüyorum.
Küresel araştırma modelleri, yerel bağlamda noktasına virgülüne dokunulmadan uygulanıyor. Bunu bir de her ülkede farklı bir etki yaratmış küresel pandemi sırasında uygulayınca hem yabancı hem zamana ait olmayan bir pozisyona yakalanıyorsunuz.
Yerelleştirme çabasını araştırma şirketlerinin gündemine almak zorundayız.
Ayrıca pazarlama sadece marka yönetmiyor, sürekli markalarını inşa etmeye devam ediyor. Bizler bu inşa çabasından öte, var olanı tespit çabasında fazlaca yer alıyoruz. Hep geriden geliyoruz bu nedenden dolayı. Bunu da değiştirmemiz gerekiyor. İnşa çabası, var olanı tespit etmekten çok daha değerli.
Kazınmamış veriden içgörü türetemezsiniz
Sadece dinleyerek devam edemeyiz. Bu inşa sürecinde tüketicinin kendisini yaşıyor olmamız gerekiyor. Sahip olmamız gereken gerçek güç̧ de empati. Veriyi okurken duyguya ulaşabilmek için o verinin içini kazımayı bilmemiz lazım. Ancak empatisi yüksek insanlar doğru şekilde veri kazıyabilir. Kazınmamış veriden içgörü türetemezsiniz.
Tecrübeli araştırmacılar bilirler ki iyi içgörü üzerine inşa edilmiş̧ kötü bir uygulama beğenilmez ama her zaman satar. Kötü bir içgörü üzerine inşa edilen en iyi uygulama ise iş yapamaz.
Ondandır ki içgörü kazıma yetisi iyi araştırmacıyı kötü araştırmacıdan ayıran en keskin özelliktir. Bu da bizim en önemli çuvaldızımızdır. Kendimize asla batırmak istemediğimiz.
Yazımı Moore Yasası’na dönerek bitirmek istiyorum. Moore Yasası, herkesin erişebileceği bir veri getirecek hayatımıza dedim. Araştırma sektörü veri üreterek hayatına devam edemeyecek. Veri sürekli ucuzlayacak. İşte bu yüzden hepimizin veri çokluğundan doğruyu okuma yeteneğine ulaşmamız gerekiyor.
Onun için anketçilerin verdiği zarardan önce, biraz kendi arka bahçemize bakıp, değişime ayak uydurmaya çalışmamız lazım.