Armağan Çağlayan “sarı dolar”dan şikayetçi
Yaptığı her söyleşi olay oluyor, davet ettiği konuklar bir anda sosyal medyanın gündemine oturuyor… Yılların televizyoncusu Armağan Çağlayan deyim yerindeyse YouTube kanalıyla Türk medyasında usul usul bir devrim yapıyor. “Gör Beni” programıyla milyonları kanalına kitleyen Çağlayan ile dijital yayıncılıktan konvansiyonel medyaya, yeni kuşakların izleme alışkanlıklarından gelecek planlarına kadar pek çok konuyu konuştuk. O alıştığımız keskin üslubuyla “Şimdiki televizyon, televizyon değil, hepsi Netflix…” diyen Çağlayan “Türkiye’de 5-6 TV kanalı kalacak” diyor. İsmini belirtmese de bir streaming platformuyla görüşme hâlinde olduğunu söyleyen tecrübeli programcı en çok da YouTube’un “sarı dolar’ından” şikâyetçi.
Bağımsızlığını ilan etmiş bir Armağan Çağlayan var karşımızda. Her fırsatta konvansiyonel medyanın sınırlamalarından kurtulduğu için mutluluğunu dile getiriyor. Açık açık da söylüyor “Tükürdüğümü yalamam, televizyona dönmem” diye. Ancak YouTube’un “sarı dolarından” da pek dertli. Öyle ki “YouTube mu yoksa RTÜK mü daha insaflı?” diye sorduğumuzda tercihini “RTÜK”ten yana kullanıyor. Fakat bir sosyal medya linci var ki söz konusu baskı olduğunda hiçbiri onun yanından bile geçemiyor. Evet, artık kendi medyası var olmasına var ama “medya patronu” gibi hissetmiyor. Ona göre YouTube kurallarıyla bu hissiyatın da önüne geçiyor. Elbette bunca başarılı programın ardından “Bu iş bir streaming platformuna dönüşür mü?” diye sormadan edemiyoruz. Çağlayan açık konuşuyor: “O kadar param yok benim… Böyle bir içerik canavarını beslemek için çok para lazım.” Kanalın açılışından bir yıl sonra markalardan iş birliği teklifleri gelmeye başladığını söyleyen Çağlayan, “Sanıyorum yeni yeni bu kanalın artık kalıcı olacağına ikna oldular” diyor ve ekliyor: “Ben klasik yaklaşımların ötesinde markalar için yeni formatlar üretmek istiyorum.” İşte Çağlayan’la yaptığımız o keyifli söyleşi…
Konvansiyonel medyada yıllarca çalıştıktan sonra 5 yıl ara verdiniz ve ardından YouTube’da karşımıza yeni formatlarla çıktınız. Nasıl gelişti bu süreç?
5 yıl aradan sonra artık konvansiyonel medyaya dönmem diye düşünüyordum. YouTube kanalında yaptığım işin tutacağını da düşünmüyordum ama denedim oldu. Çünkü bize bu mecranın Z kuşağının alanı olduğu söyleniyordu. Ama aslında öyle değilmiş. Burada X kuşağı da Z kuşağı da varmış. Ama nedense dijitalin sadece Z kuşağının mecrası olduğu söylenir ve “Onlara hitap etmiyorsan burada var olmazsın” denir. Evet, eğer konuğunuz Z kuşağının ilgisini çekmiyorsa programınız o kadar da izlenmiyor. Ama X ve Y kuşağı da sizi ayakta tutmaya yetiyor.
“Gör Beni” programının bu denli ilgi görmesinin sırrı ne?
Bunun üstüne ben de düşünüyorum. Konuk olan insanları ilk defa izleyici de ben de kafamızdaki kalıpların ötesinde tanıdık. Zaten programın amacı da bu. Bir siyasi parti başkanının da bir şarkıcının da yaptığı işten bağımsız insani yönlerinin olduğunu gördük. Konuk ettiğim siyasilerin de siyasi anlamda nerede durduklarıyla ilgili değil, orada dururken ne hissettikleriyle ilgili sorular soruyorum. Bu “öteki” olarak görülen ve programa konuk olan insanlar için de geçerli.
Gör Beni, ana akım TV’lerde yapılsa yine tutar mıydı?
Ben bu programı ana akımda yöneticiyken Kanal D’de yapmak istediğimde yöneticiler “bu program tutmaz” demişlerdi. Ana akımda tutar mıydı bilmiyorum çünkü konuğa ve içeriğe çok karışılırdı. “Onu çağırma bunu sorma” denilirdi. Bence Gör Beni’nin en güzel yanlarından biri de şahane bir konuk profilinin olması. Hiç tanımadığımız insanlar da var çok tanıdığımız insanlar da. Bir hafta bir “öteki” konuk oluyor diğer hafta Cumhurbaşkanı Sözcüsü katılıyor. TV’de bu çeşitliliği yaratmak çok mümkün olmayabilirdi. İzleyiciler bu hafta kimin çıkacağını gerçekten merak ediyor. 26 yıl televizyonculuk, bir sürü de talk show yaptım hiç “Ben o şova çıkmalıyım” diye mail atan halktan insan görmedim. Oysa şimdi her gün en az 10 kişiden “Benim de böyle bir hikâyem var, konuk olmak istiyorum” diyen mailler alıyorum.
Program yayınlandıktan sonra konuk ettiğiniz insanlara kamuoyunun bakışı da değişiyor. Onlara empatiyle yaklaşılmasını sağlayarak kaderlerini değiştiriyorsunuz belki de. Sizin buradaki “sihirli dokunuşunuz” ne?
Gerçekten sadece kendi merak ettiklerimi soruyorum. Ve gerçekten sadece merak ettiğim insanları programa davet ediyorum. İşin büyüsü de burada. Eğer işin içinde gerçek bir merak yoksa talk show da olmaz. Ama bu kadar ilgi çekmesi benim merak ettiklerimle toplumun merak ettiklerinin de örtüştüğünü gösteriyor. Programın bir özelliği de şu: Hiç hazırlanmadan konukların karşısına çıkıyorum. Gelen konuklarla ilgili program esnasında bir şeyler öğreniyorum. “Bunu da bil bari” diyorlar. Bilmiyorum! Bilmediğimi de soruyorum. İzleyici de benimle birlikte öğreniyor. Oysa her şeyi bilerek çıksanız seyircinin de bildiğini varsayıp o soruları sormazsınız. Bu da programın yalın kurgusunu bozar.
Yıllarca büyük medya kuruluşlarında çalıştınız ancak şimdi kendi kanalınız ve kendi medyanız var. Kendinizi bir medya patronu gibi hissediyor musunuz?
Yok ya, o öyle olmuyor! Bir kere konvansiyonel medyada olduğu gibi burada her şeyi siz yönetmiyorsunuz. Mesela reklamları sizi yönetmiyorsunuz. Nasıl ki konvansiyonel medyada RTÜK varsa burada da YouTube kuralları var. Canınızın her istediğini yapamıyorsunuz. Belki bizden sonra YouTube’da iş yapacak olan kuşaklar kendini “medya patronu” gibi hissedebilir ama şu anda YouTube kendinizi böyle hissedeceğiniz bir özgürlük alanı yaratmıyor. Mesela “Babam beni kitapsızca döverdi” diye bir başlık atıyorsunuz, pat diye “Sen bu videodan para kazanamazsın” deyip sarı doları basıyor YouTube. Neden? “Çünkü babalar çocuklarını dövmez!” Nasıl dövmez? Gayet de dövüyor oysa…
RTÜK mü yoksa YouTube mu daha insaflı?
RTÜK’te en azından iyi-kötü neyin kurallara aykırı neyin olmadığını biliyorsunuz. YouTube ise çok genel geçer kurallara sahip. Mesela aile içi şiddete takmış. Gonca Vuslateri konuk olduğunda “Annemin şiddeti yüzünden oyuncu oldum” dedi, hemen yapıştırdılar sarı doları. Çünkü tamamen Amerikan toplumuna göre belirlenmiş kurallar. Oysaki her toplumun değer yargılarına göre bu kurallar değişmeli. Çünkü her sosyolojinin değer yargıları farklı. Eğer beni denetleyecekse, kullandığım dil ve sosyolojik yapıya göre kriterler belirlemeli. Kurallar var ama çok yuvarlak ve şikâyet ettiğinizde de bir sonuca ulaşamıyorsunuz. Gerçi RTÜK’de de sonuca ulaşamıyorsunuz, o da ayrı…
Bir de sosyal linç faktörü var. Sosyal medyadaki tepkiler iş yapma şeklinizi, söyleyeceklerinizi etkiliyor mu?
Biliyorsunuz “Çatlak Şanzel”in konuk olduğu program yüzünden ağır bir linç yedim. Mesela ondan sonra belli bir dönem üstüme bir korkaklık geldi ve bir süre her şeyi kesip steril videolar yaptım. Sonra üstümden attım. Ama kesinlikle sosyal medya linçi RTÜK sansüründen daha güçlü. Çünkü sizi otosansüre zorluyor.
Konvansiyonel medyadaki Armağan Çağlayan ile dijitaldeki Armağan Çağlayan arasında nasıl bir fark var?
Şimdi daha rahatım. Bir de tek başımayım. Jüri üyeliği yaptığımda yanımda üç kişi daha vardı, sunucular vardı, yarışmacılar vardı. Orada tüm yapıya göre davranmak, bir şey söylerken yanımdakileri de düşünmek zorundaydım. Ama şimdi öyle sorumluluklarım yok. Bir ben varım bir de konuğum…
X ve Y kuşağını iyi tanıyan, onlar için reyting rekorları kıran programlar yapan bir televizyoncusunuz. Ama şimdi Z ve Alfa kuşağı gündemde. Bu son iki kuşağın izleme alışkanlıklarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Z ve Alfa kuşağı önceki kuşaklara göre daha özgürlükçü. Yaşam biçimlerine son derece saygı duyuyorlar. Mesela TikTok’ta görüp konuk ettiğim Mika Can Raun acayip bir hızla izlendi. Z kuşağının ünlüsüymüş. Ben tesadüfen gördüm onu. Artık ünlülerimiz bile farklı. Benim için ünlü Ajda Pekkan’ken onlar için Mika Can Raun… Ama ünlü olmak için hala TV’ye ihtiyacınız var. Dijital medyada kısa süreli şöhret olabilirsiniz. Toplumun geniş kitleri tarafından tanınmak için hâlâ TV önemli.
YouTube yayınlarından konvansiyonel medyada kazandığınız parayı kazanıyor musunuz?
Tabi ki burada da para kazanılıyor ama konvansiyonel medyadaki kadar para kazanılmıyor.
Çok iyi bir teklif yapılsa konvansiyonel medyaya geri döner misiniz?
Bu rahatlıktan sonra dönmem. Genel yayın yönetmenine konuk beğendirme fikri benim için şuanda dünyanın en fena fikri. Kimi istersem onu konuk ediyorum. İstersem bugün istersem iki ay sonra yayınlıyorum. Kimseye hesap vermiyorum, soruyu neden öyle değil de böyle sorduğumu kimseye açıklamak zorunda değilim. Şu anda iyiyim ben. Zaten bıraktım gittim neden tükürdüğümü yalayıp döneyim ki.
Kendinizi eski Türkiye’nin televizyoncusu olarak tanımlıyorsunuz ve insanların da eski Türkiye’nin televizyonlarını aradığını söylüyorsunuz. Bugünle geçmiş dönem televizyonları arasında ne fark var?
Bir kere Türkiye’nin televizyonu gerçekten televizyondu. İçinde çocuk programı da vardı, kültür sanat programı da… Talk showlar da vardı aktüel yayınlar da… Şimdiki televizyon, televizyon değil. Tersten bir tanımlama yapacağım: Şimdikilerin hepsi Netflix… Öyle televizyon olmaz. Haberden sonra her akşam dizi olan bir televizyon, televizyon olmaz. Zaten artık televizyonlar da yayınladığı programın YouTube’da da çok izlenmesini istiyor. Aslında yayını YouTube için yapıyor. Yayınlandıkları diziler için bekledikleri iki şey var. Birincisi dünyaya satılsın, ikincisi Youtube’da çok izlensin…
TV’ler ne yaparsa yapsın güç kaybediyor. Nerede hata yapıyorlar?
Çünkü kimse Salı gecesi oturup bir dizinin başlamasını beklemek istemiyor. Zaten online de istediği zaman o diziyi izleyebiliyor. Kimse sizi bir diziyi belli bir zamanda izlemeye zorlayamıyor. Üstelik Netflix artık dizi film afişlerini bile kişiselleştirerek veriyor. Bir süre sonra siz farklı bir müzikle izleyeceksiniz aynı diziyi ben farklı bir müzikle. TV’nin bununla rekabet etmesi mümkün değil. TV’nin biteceğine inanmıyorum ama dünyada da Türkiye’de de bu kadar çok TV kanalı kalmayacak. Türkiye’de 5-6 kanal kalır diye düşünüyorum. Çünkü TV reklam pastasını dijitalle paylaşıyor ve dijital payını sürekli artırıyor.
Yeni dönemde farklı formatlar ve projeler de gelecek mi?
Ben insan hikâyeleri anlatmayı seviyorum. Önümüzdeki dönemde de yine buna yönelik programlar yapmak istiyorum. Bir-iki sitcom projemiz de var yakın gelecek için. Gör Beni içinde siyasi parti liderlerinin eşlerini konuk edeceğimiz bir seriye başlayacağız. Çünkü liderlerin eşlerinin tartışmalar esnasında, sosyal medya linçlerinde ne hissettiğini çok merak ediyorum. İlk programı Selvi Kılıçdaroğlu ile yapacağız. Sonrası için de Emine Erdoğan, Ayşe Yasemin Karamollaoğlu, Ülkü Zeynep Babacan ve Tuncer Akşener’e teklifte bulunduk.
Kanalınızdaki programlar çeşitleniyor. Bu işin bir platforma dönüşme ihtimali de var mı?
O kadar param yok benim. Keşke olsaydı. Ama platform işi de çok zor iş. Platformlar birer içerik canavarı. Çok büyük emek gerektiriyor. TV’den bin kat daha zor. Çünkü izleyici önüne çıkanı izlemiyor, izleyeceği şeyi arayıp buluyor. Böyle bir içerik canavarını beslemek için çok para lazım.
Acun Ilıcalı “Exxen” için YouTube’un en çok izlenen programlarını topladı. Size de bir teklif yaptı mı?
Hayır, Acun Ilıcalı’dan bir teklif almadım. Fakat farklı bir platformla görüşmelerimiz devam ediyor. Onlara tek bir şartım vardı o da YouTube yayınlarına devam etmek. YouTube yayınlarımız olduğu gibi devam edecek, eğer anlaşabilirsek onlara yeni formatlarda programlar yapacağım. Reklamvenlerle ilişkileriniz nasıl? Ne tür projeler yapıyorsunuz markalarla? Şimdiye kadar Durex ile bir iş birliği yaptık. Bir otomobil markasıyla yakında yayına girecek bir projemiz var. Dijitaldeki reklam süreci konvansiyonelden farklı yürüyor. Anladığım kadarıyla alışmaları zor oluyor. Kanalı açtıktan bir yıl sonra teklifler gelmeye başladı. Sanıyorum yeni yeni bu kanalın artık kalıcı olacağına ikna oldular.
Markalarla nasıl iş birlikleri yapmak istiyorsunuz?
Ben klasik yaklaşımların ötesinde markalar için yeni formatlar üretmek istiyorum. Mevcut formatların içine entegre olmak kolay ama daha verimli iş birlikleri için yeni format üretmek de mümkün.
“Dur Bir Dinle” de “Gör Beni” de orijinal formatlar. Bu formatlara talip var mı?
“Dur Bir Dinle” ile Hollanda, Almanya ve İngiltere’den şirketler ilgileniyor. Gör Beni ile de Romanya’dan bir şirket ilgileniyor. “Dur Bir Dinle” yi televizyona, “Gör Beni”yi ise YouTube için istiyorlar.
“Dur Bir Dinle” çok daha orijinal bir format. Nasıl çıktı ortaya?
Bir gün Google’da kendimle ilgili neler yazdığını merak edip baktım ve benim için “Kırşehirli” yazdığını gördüm. Hayatımda hiç gitmedim oraya. Ünlü kişiler için Google’daki doğru-yanlış verilerle bir belgesel hazırlayıp sonra da programda belgeseldeki yanlışları düzeltmelerini isteme fikri böyle çıktı. Aynı gün Sıla ile yemek yiyorduk, bunu söyleyince “Benim için de yalan yanlış bir sürü şey var Google’da” deyince olur bu iş dedim. Bir nevi Google’ı düzeltiyoruz aslında.