M. İmer Özer’in T.U.H.A.F Marka Yönetimi adlı kitabı kısa bir süre önce Elma Yayınevi’nden çıktı. Kitap pazarlama aygıtını karmaşık ve anlaşılmaz tanımlardan, deyimlerden arındırarak şirketleri daha kârlı, daha başarılı hâle getiren bir yönetim disiplini olarak ele alıyor. Hem de yazarın “tuhaf” olarak nitelendirdiği bir bakışla. Bu yaklaşımını “sıradan işler yapmak hiçbir zaman tercihim olmadı” sözleriyle açıklayan Özer, hem akademik hem de yöneticilik kariyerini harmanladığı samimi bir üslupla anlatıyor hikayelerini. Bu “tuhaf” kitabın pazarlama sektörüne verdiği mesajları konuştuğumuz Özer, “Müşterisini dinlemeyen bir gün avukatını dinlemek zorunda kalır” diyor…
PLAT Yönetim Kurulu Başkanı, İKMİB Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı ve Koruma Temizlik A.Ş. Genel Müdürü… Tüm bu unvanlarının yanında tam bir pazarlama tutkunu M. İmer Özer. Pazarlama alanında yüksek lisans yapan ve pek çok makaleye imza atan Özer, pazarlamayı karmaşık söylemlerden arındırıp rafine ederek anlatıyor. Ancak bunu yaparken “tuhaf” olarak adlandırdığı eğlenceli üslubuyla anlatımına cazibe kazandırmayı da ihmal etmiyor. T.U.H.A.F Marka Yönetimi kitabında Türkiye’de iş yapış şekillerindeki “defoları” işaret eden Özer, rekabete kapılıp gitmek yerine tüketiciye özen göstermenin önemini “Müşterisini dinlemeyen bir gün avukatını dinlemek zorunda kalır” sözleriyle ifade ediyor…
Hem marka yönetimini bizzat deneyimlemiş hem de pazarlama alanında yüksek lisans yapmış biri olarak T.U.H.A.F. kitabınızda çok derin içgörüler sunuyorsunuz. Tüm bu deneyimleri bir kitap olarak sunma fikri nasıl gelişti?
Aslında çok okumaktan ileri geldi desem yalan olmaz. Okudukça gördüm ki bazı kitapları bir çırpıda okuyabiliyorum. Bazı kitaplar ise elimde sürünüyor. Ben de bir gün yazarsam bir çırpıda okunacak bir kitap yazmalıyım diye düşünmüştüm. Bu kitapta da onu yapmaya çalıştım.
Kitabı nasıl bir yaklaşımla yazdınız? Neden ismini T.U.H.A.F. olarak belirlediniz?
Bizim kültürümüzde farklı olmak, tuhaf olmak çok kabul gören bir kavram değil. Kendimizden çok etrafımız ne der düşüncesiyle yaşıyoruz. O şekilde iş yapan bir milletiz. Tabii ki istisnalar kaideyi bozmaz. Tuhaf kelimesi kitabın içinde bir akrostiş ve aynı zamanda kelime olarak da benim pazarlamada çok tuttuğum bir kavram. Sıradan işler yapmak hiçbir zaman tercihim olmadı. Her zaman başarılı olamadım tabii ki. Ama vasat olmayı kabullenenlerden de hiç olmadım.
Kitabın hedef kitlesi kimler?
Hangi sektörde olursa olsun karşısında bir tüketici kitlesi olan, benim “conconca” dediğim dilde B2B, B2C diye adlandırılan tüm alanlarda iş yapanların faydalanabileceği bir kaynak olduğunu düşünüyorum. Teorilerinizi kitap yoluyla paylaşmayı tercih etmenize karşın okuyucuyla adeta konuşuyorsunuz.
Son derece şeffaf ve eğlenceli olan bu dil kendiliğinden mi gelişti?
Aslında beni tanıyanların, yazarını bilmeden, bu kitabı okuduklarında benim yazmış olabileceğim akıllarına gelebilir. Yani ben yaşadığım gibi yazıyorum. Akademik bir dilim hiç olmadı; olmasını da istemiyorum. Ben hikâyelerle besleniyorum. Hikâyelerle kendimi anlatmayı tercih ediyorum. Umarım hikayelerim de okuyanlara geçer.
Siz tüketiciyi pazarlama çalışmalarında nereye konumluyorsunuz?
Tabii ki tüketici yoksa pazarlama olmaz. Önce tüketicinin bizi fark etmesini sağlamamız gerekiyor. Çünkü tüketici fark ettiğini satın alıyor. “Pazarlama tüketiciye bir neden sunma sanatı” diyorsunuz.
Markalar bunu nasıl yapmalı?
Artık bütün sektörlerde rekabet had safhada. Çok rakip odaklıyız. Rakibimizin ne yaptığını anında inceler, muhakkak karşılık vermek isteriz. Ben de diyorum ki, odağımıza rakibi değil, tüketicinin sorununu veya ileride oluşabilecek sorunlarını alalım. Çünkü, sorun çözen marka tüketicinin en büyük tercih neden olacaktır.
“Müşterisini dinlemeyen bir gün avukatını dinlemek zorunda kalır” diyorsunuz. Bu ne anlama geliyor?
Genelde birçok marka, özellikle de araştırmayı fuzuli gören markalar hisleriyle hareket eder. Ya da satış ekibinden, “Rakibin şu ürünü çok iyi satıyor; biz de yapalım” bilgisi gelmiştir. Hemen muadil bir ürün çıkar ortaya. Ben de diyorum ki müşterimize yakın olalım; onunla aynı frekans düzeyinde olalım. Çünkü talep edilmek, talep toplamaktan çok daha iyidir. O yüzden müşteriyi dinlemeli, markamızı da ona göre şekillendirmeliyiz.
Pandemi pazarlamada da tüm parametreleri değiştirdi. Şirketler bu eşi benzeri görülmemiş dönemi atlatırken hangi konulara dikkat etmeli?
Tabii ki öncelikle insan beyni gibi çalışmalı şirketler. İnsan beyninin birinci görevi sizi hayatta tutmaya çalışmaktır. Şirketler de kendi finans ve mali durumlarına bakarak kendini hayatta tutmalı. Aynı mantıkla, dijital dünyaya çok çok hızlı bir kayış oldu. 6 yılda olamayacak değişim 6 günde oldu. Değişimleri çok iyi anlayıp hangilerinin hayatımızda kalacağını, hangilerinin pandemiden sonra gideceğini sezmek, bence bu dönemdeki en büyük başarı anahtarlarında biri olacak.
Yazarlık yolculuğunuzun devamı gelecek mi?
Bu sorunun cevabını ben de bilmiyorum. Kitabı bitirirken okurlardan içtenlikle talep ettiğim şey, “Ne olur geri bildirim verin” oldu. Tanıdığım, tanımadığım her okurun geri bildirimleri ya bana enerji verip başka kitaplar yazmamı teşvik edecek ya da nerelerde hata yaptıysam onları düzletmemi sağlayacak. Devamı gelecek mi sorusuna en doğru cevap, yaşayıp göreceğiz olur herhalde.