“Yalnızlık pandemisi” başladı…
Koronavirüs pandemisi kendi içerisinde duygusal bir pandemiyi de tetikledi. Salgın şartlarında uygulanan sosyal izolasyon bu dönemde yalnızlık hissini tehlikeli boyutlara çıkardı. Zira uzmanlar yalnızlık hissinin yakın ilişkilerde “bulaşıcı” olduğunu söylüyor. Vaka sayıları da hayli artmış… İstatistiklere göre her altı çiftten biri yalnız hissediyor. Uzmanlarsa bu hissi iyi yönetmenin önemine vurgu yaparken tetikleyicileri konusunda uyarıyor…
İçerisinde bulunduğumuz bilgi çağında dijital ortamlara ve haber kaynaklarına ulaşımın fazlasıyla artmasına karşın ironik bir şekilde yalnızlığın da artmış durumda olduğunu kaydeden Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Beyin Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Gül Eryılmaz, yalnızlığın geniş bir yelpazeye sahip olduğunu söylüyor.
Yalnızlığın pek çok çeşidi var
Psikolojik çalışmaların, özellikle son zamanlarda yalnızlığın nedeniyle ilgilendiğini kaydeden Prof. Dr. Gül Eryılmaz, “Yalnızlık, ilk olarak hoş olmayan, öznel psikolojik bir durum olarak açıklandı. Fakat daha sonrasında kişinin ihtiyaç duyduğu sosyal ilişkilerinin yetersiz olmasına veya var olan sosyal ilişkilerinde kişinin arzu ettiği yakınlığın, duygusallığın ya da samimiyetin olmamasına gösterilen bir tepki olarak özetleniyor. Bu açıdan bakıldığında kişilerarası yalnızlık, sosyal yalnızlık, kültürel yalnızlık, psikolojik yalnızlık, kişinin kendi içerisinde kurmuş olduğu dinamikler açısından yalnızlık gibi çeşitleri de var. Bazen duruma bağlı olabiliyor, bazen yalnızlık kronikleşebiliyor ya da toplumsal bir parçanın yansıması olarak da gelişebiliyor” açıklamasında bulunuyor.
Yalnızlık ve tek başına olmak farklı şeyler
Yalnızlığın anlamının içerisinde bulunulan duruma göre değişebileceğini kaydeden Prof. Dr. Gül Eryılmaz , “Kocaman bir kalabalık içinde tek başına olmak başka bir şey, kalabalık içinde nahoş, istenmeyen, sizin canınızı yakan, keyifsiz bir duygu vermesi başka bir şey. Tek başına olup da psikolojik olarak iyi hissedebilirsiniz, bunun adı yalnızlık değil. Kötü hissettiğiniz noktada yalnızlık olabilir” diyor.
6 çiftten bir tanesi yalnızlık hissi yaşıyor
İlişkilerde yalnızlığa kadınların daha duyarlı olduğunu ifade eden Prof. Dr. Gül Eryılmaz sözlerini şöyle sürdürüyor: “Her altı çiftten bir tanesinde yalnızlık hissi olduğu istatistiklerde görülmektedir. Bu his yönetilmediği zaman da ilişkiye zarar verecek hale gelebiliyor. Böylelikle kişinin psikolojisine iyi gelmeyen bir durum ortaya çıkıyor. Özellikle kadınların buna daha yatkın olduğu çalışmalarda gözükmektedir. Yani, kadınlar yalnızlığa erkeklerden daha duyarlılar.”
Bağlanmaya ihtiyacımız var
Bireylerin bir ilişki yaşarken neden yalnız hissettiklerini de değerlendiren Prof. Dr. Gül Eryılmaz, “Bu durum bireysel nedenlerden, çevresel nedenlerden ve ilişkiden kaynaklanıyor. Hem biyolojik olarak hem de psikolojik yapılanmamız için yalnızlığa değil, bağlanmaya ihtiyacımız var. Bunun içinde şefkat, görülme, ilgilenilme var. Tüm bunlar çocukluk çağından itibaren oluyor. Eğer ki çocukluk çağında sağlıklı bir bağlanma gerçekleşiyorsa erişkinlikte de bu bağlanmayı görüyor ve yalnızlık hissetmiyoruz” diyor.
Yalnızlık da bulaşıcı
Yalnızlığın bulaşıcı bir duygu olduğunu belirten Prof. Dr. Gül Eryılmaz sözlerini şöyle sürdürüyor: “İlişkide karşı tarafla kurduğumuz duygusallığın yeterince konuşulmaması, yansıtılmaması, sosyal sorunlar, ekonomik sorunlar gibi geçici ya da kalıcı olarak bireyin psikolojisini etkileyen etmenler de ilişkiye yansıyabilir. Yalnızlığın bulaşıcı olduğu da söylenebilir. Çok yakın ilişkinizdeki bireyden sizlere de yalnızlık bulaşabilir. Bir diğer faktör de bireylerin sorun çözme mekanizması. Yakın ilişkilerdeki sorun çözme becerisi de yalnızlığı artıran veyahut azaltabilen bir etki yaratabiliyor. Sorun olduğu zaman kaçmak da yalnızlığı artırıyor.”
İki saatten fazla sosyal medya, yalnızlığı artırıyor
Yapılan çalışmalara göre günde iki saatten fazla sosyal medya kullanımının da ilişkideki yalnızlığı artırabildiğine dikkat çeken Prof. Dr. Gül Eryılmaz, “Özellikle sosyal medyanın bu kadar aktif kullanıldığı bir dönemde yalnızlığın da bu kadar ortaya çıkması insanı şaşırtmıyor. Sosyal medyada kurulan ilişkiler ‘mış’ gibi ilişkiler ve bu ilişkiler, gerçekte olan ilişkiden daha farklı etki ediyor. Beyin buna alışırsa, gerçekten çıkma, fanteziye kayma, dolayısıyla da yalnızlık ortaya çıkabiliyor. Böylelikle de gerçek ilişkileri kaybetmeye sebep olabiliyor” uyarısında bulunuyor.
Çiftler fiziksel olarak uzaklaştığında bedensel olarak tepki veriyorlar
Sağlıklı bir ilişkinin biyolojik olarak da kişiyi düzenlediğine dikkat çeken Prof. Dr. Gül Eryılmaz, “Çiftler birbirinden uzaklaştıkça mide – bağırsak sistemiyle ilgili şikayetlerin arttığını görürüz. Yakın ilişkideki çiftler fiziksel olarak uzaklaşıldığında bedensel olarak bir tepki veriyorlar. Bu durum da ayna nöronlarla alakalı bir durum. Daha aktif olan ayna nöronlar sayesinde gönderilen uyarılarla birlikte karşılıklı düzenleme sağlanıyor ve gelen uyarılarla birlikte bedensel olarak da psikolojik olarak da rahatlama sağlanıyor. Bu, sanal ortamda mümkün olmuyor” diyor.
İlişkilerdeki yalnızlığı önlemek için bu önerilere kulak verin
Çiftlerin ilişkilerindeki yalnızlığı ortadan kaldırabilmesi için önerilerini de sıralayan Prof. Dr. Gül Eryılmaz, şunları söylüyor:
Farkında olun: İlk olarak farkındalık. Farkında olmak gerekiyor. Bunun evrensel bir şey olduğunu bilmek gerekiyor. Bu sadece o kişilerin başına gelmiyor ve yaşanılabilmesi muhtemel bir şey. Ama daha sonrasında bunu çözmek için araştırmaya girmek gerekiyor. Bu konuda sadece düşünmek bile iyilik katıyor, bir farkındalık sağlıyor.
Duyguları konuşmayı öğrenin: Bir diğer önerim ise duyguları konuşmayı öğrenmek. Ailelerde de anne babalar duygularını göstermiyor, küsüyorlarsa, bir sorun çözme mekanizması uzaklaşma üzerinde oluyorsa ergenler de bunun üzerinden dünyayı böyle yorumluyor ve küsmeye, duygularını konuşmamaya başlıyorlar. Yapılan şeyler, bir sonraki jenerasyonu da etkiliyor. Hem genetik hem davranışı öğrenmeyle ilgili aktarım oluyor. Bunu değiştirmek sizin elinizde. Duyguları konuşmak zor ama öğrenilen bir şey. Yalnız başınıza yapamıyor iseniz destek de alabilirsiniz.
Kolektif ortamlara geçilmeli: 2014’te önemli bir hayvan deneyi yapılıyor. Fareyi bir süre izole, yani yalnız bırakıyorlar. Bir süre sonra beynindeki hücrelerde bir değişimi mikroskobik olarak görüyorlar. Daha sonrasında fareyi sosyal ortamına geri gönderiyorlar. Bir müddet sonra nörona tekrar bakıyorlar ve radyolojik bulgularda nöronda bu değişimin gittiğini görüyorlar. Yani nöron hücresi bile değişebiliyor, yalnızlığa biyolojik bir yanıt veriyor. O fare izole ortamında kalsa ve orada üreseydi bir sonraki nesle de yalnızlığı geçecekti. Beyin kendini değiştirebiliyor. İzole ortamdan ağların olduğu, kolektif ortama geçmek gerekiyor.