Kuşaklar arasındaki uyum ve çatışma iş hayatına damgasını vuracak
Şöyle bir dönüp geriye baktığımızda, milenyum sonrası işgücünün demografik yapısını değiştiren birçok farklı etken ve trend söz konusu. Kadının iş hayatında artan ağırlığı, otomasyonun ve teknolojinin hızla yayılması, küresel işgücü mobilitesi, ölen ve yeni doğan iş kolları ve meslekler, kurumsal yapıların bireysel girişimlere karşı zemin kaybetmesi bunlardan ilk akla gelenler. Ve tüm bunların ötesinde çok büyük izler bırakan bir faktörü belki de hepsinden ayrı ele almalıyız: Farklı kuşakların toplam işgücü içerisinde nasıl konumlandıkları… Bugün itibariyle dünya çapındaki istatistiklere göre her 100 çalışandan aşağı yukarı:
- yüzde 25’ini Z Kuşağı
- yüzde 35’ini Y Kuşağı
- yüzde 35’ini X Kuşağı
- yüzde 5’ini Önceki Kuşaklar oluşturuyor.
Son 20 yılda, ortalama yaşam süresinin yüzde 10’luk etkileyici bir sıçrama ile 67 seneden, 73 seneye yükselmiş olduğu (40 ülkede 80 sene üstü) düşünüldüğünde, aslında iş hayatında özellikle çalışan sayısı açısından belirli ölçeğin üzerindeki kurumlarda aynı anda en azından dört farklı kuşağın yoğun olarak bir arada çalıştığını söyleyebiliriz.
Öte yandan bu basit istatistikler, sadece matematiksel birer oran olarak değerlendirildiğinde aslında bizlere sınırlı ölçüde ışık tutuyor. Bu nedenle dilerseniz rakamların biraz ötesine geçip yukarıdaki dağılımı ve bizlere ne ifade ettiğini irdeleyelim.
Her kuşak farklı bir gerçeklik yaşıyor
İlk olarak “Bebek Patlaması” kuşağını ve iş gücü içerisindeki sayıları artık çok azalmış olsa da “Sessiz” kuşağı ele alalım. Her ne kadar aşırı keskin zaman çizgileriyle kuşakları birbirinden ayırmak mümkün olmasa ve böyle bir yöntem izlenildiğinde “otoriteler” birbirleriyle yüzde yüz mutabık kalmasalar da; bu grubu 1965 öncesi doğumlular gibi düşünebiliriz. Oran olarak toplam çalışanların sadece yüzde 5’ini oluştursalar da iş hayatı üzerindeki etkileri bundan çok daha fazla. Çoğu emeklilik potasına zaten girmiş veya girmek üzere olan bu gruptakiler bugün şirketlerde hissedar, üst düzey yönetici, duayen kimlikleriyle ön plana çıkıyorlar. Maddi birikim, deneyim ve derinleşmiş uzmanlık gibi avantajları olmakla beraber hızlı bir şekilde kurumsal yapılardan ayrılıyorlar. Dijital dönüşüm başta olmak üzere, birçok yeniliği yakalamaya çalışıyorlar ve bunu başarılı bir şekilde yapanlar da var. Ama doğal olarak en fazla zorlanan kuşak onlar. Keza diğer kuşaklarla değerler çatışmasını en fazla yaşayan kuşak da… Birçoğu kendi kişisel girişimleriyle iş hayatlarına devam ediyor ve daha farklı modellerle çalışıyorlar.
X Kuşağı ise hem (Y Kuşağı ile aynı oranda) toplam içerisinde en fazla paya sahip iki kuşaktan biri, hem de halen şirketlerde üst ve orta kademe yönetici pozisyonlarının önemli bir kısmını ellerinde tutuyorlar. Onlar da tıpkı bir üst kuşak gibi hissedar, lider, yönetici gibi kimliklerinin yanında, uzmanlaşmış ve deneyimli profesyonel özelliklerini iş hayatında hissettiriyorlar. Önemli yetkiler, sorumluluklar ve kritik kararlar açısından ağırlıkları oldukça belirgin. Bununla birlikte özellikle 45 yaş ve üzerindekiler için alttan yetişen kuşaklar (şu an için Y Kuşağı) zorlayıcı bir baskı oluşturuyor. Dijital okuryazarlık açısından Y ve Z kuşağının gerisindeler. İş – özel yaşam dengesizliği ve bitmek bilmeyen çalışma temposundan oldukça yıpranmış durumdalar. Birçoğu iş hayatını farklı açılardan sorguluyor. Yılları yılı Y Kuşağını eleştirmekten geri kalmayan X Kuşağı, artık Y Kuşağı ile; özellikle erken dönem Y Kuşağından olan çalışma arkadaşlarıyla uyum sorununu büyük ölçüde atlatmış gibi gözüküyorlar. Z Kuşağının işgücüne katılımı ile birlikte ise farklı bir sınavdan geçmekteler.
Y Kuşağı artık iş kuşağının üçte birini oluşturuyor. Orta kademe yönetici pozisyonlarını şirketlerde domine eden jenerasyon olarak dikkat çekiyorlar ve şimdiden üst düzey yönetici pozisyonlarının ve genç girişimcilerin azımsanmayacak bir bölümünü oluşturuyorlar. Dijital beceriler ve teknolojiye yatkınlık konusunda önceki kuşaklardan çok daha ileri bir seviyedeler ve bunun iş hayatına yansıması bariz bir şekilde görülüyor. İnsanlığın kısa sürede ard arda dramatik dönüşümlerden geçtiği bir dönemde dünyaya gelip; yine çok hayati kırılmaların yaşandığı yıllarda işgücüne katıldıkları için oldukça farklı özelliklere sahipler. Adeta gelenekle gelecek arasında bir sentez, kuşaklar arası bir köprü konumundalar. Değer yargıları açısından X ve önceki diğer kuşaklardan ciddi bir şekilde ayrılıyorlar. Kurumsal hayata bakışları bu sebeple farklılaşıyor. Ayrıca azımsanmayacak bir kısmı kendi çekirdek ailelerini kurmuş durumda ve içlerinde ebeveyn olup farklı sorumlulukları yüklenmiş olanların sayısı hiç de az değil.
Z Kuşağı şu anda sayıca olsun, kritik pozisyonlardaki ağırlıkları açısından olsun X ve Y kuşaklarından oldukça geride gözükseler de, açığı hızla kapattıklarını söyleyebiliriz. Daha şimdiden toplam işgücünün dörtte birini oluşturan Z’ler; önümüzdeki 10 sene içerisinde hem oransal çoğunluğu elde edecekler, hem de şirketlerdeki yönetici / karar verici pozisyonlarda ağırlıklarını bir hayli arttıracaklar. Şu an için hem iki kuşak öncenin temsilcileri X Kuşağı ile derin bakış açısı farklıkları yaşıyor, hem de şaşırtıcı bir şekilde Y Kuşağı çalışanlar tarafından ciddi bir şekilde eleştiriliyorlar. Her kuşağın bir önceki kuşak (ve tabii ki ondan önceki kuşaklar) ile deneyimlediği “değerler çatışması”nı belki daha derin bir şekilde yaşıyorlar. Deneyim en büyük eksiklikleri gibi gözükse bile, aslında deneyimin değil hızlı öğrenmenin ön plana çıktığı yeni iş dünyasında dezavantajlı sayılmazlar. Zaten dijital bir dünyaya gözlerini açmış bireyler olarak bunun avantajlarını doyasıya yaşıyorlar. Girişimcilik genlerinin çok daha ağır bastığı, kurumsal aidiyetin çok belirleyici olmadığı bir kuşak olarak dikkat çekiyorlar.
Deloitte 2021 Y ve Z Kuşakları Araştırması bize ne anlatıyor?
Uzun yıllardır küresel bir künye ile düzenli gerçekleştirdiği Y Kuşağı Araştırmasını yayınlayan Deloitte, 2021 yılı için çalışmasına bu kez Z Kuşağını da dahil etti. Bu araştırma bizlere, Y ve Z Kuşaklarının bakış açıları arasındaki farklılık ve benzerlikleri gösterirken; Türkiye ile dünya arasında bu iki kuşağın eğilimlerini karşılaştırma fırsatı da tanıyor. İşte araştırmadan bazı ilginç sonuçlar…
Katılımcılara “en ön plana çıkan üç sorun”un ne olduğu sorulduğunda Türkiye’de İşsizlik ile Gelir Eşitsizliği / Servet Dağılımı Y ve Z kuşakları için aynı anda ön plana çıkan sorunlar olarak dikkat çekerken; Dünyadaki yanıtlarda Sağlık Hizmeti / Hastalık Önleme, İşsizlik ve İklim Değişikliği / Çevrenin Korunması öncelikli olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye’de ve dünyada, Y ve Z kuşaklarının öncelikli sorun olarak listeledikleri konular arasındaki ortak payda ise işsizlik. Yaşça Z Kuşağına göre daha büyük olan Y Kuşağının “Sağlık Hizmeti / Hastalık Önleme”yi daha öncelikli bir sorun olarak görmesi oldukça anlaşılır bir durum. Türkiye’de ise bu sorunun kendine ilk üçte yer bulamamış olması; onun yerine “Gelir Eşitsizliği / Servet Dağılımı”nın vurgulanmış olması ise ekonomik refahın sağlıktan daha önemli bir sorun olarak algılandığını gösteriyor.
Ön plana çıkan 3 sorun:
Stres ve kaygı düzeylerine bakıldığında ise kadınların (oldukça anlaşılır sebeplerle) erkeklere kıyasla daha fazla endişeli ve stres altında hissettiklerini görüyoruz. İlginç bir şekilde Türkiye’de her iki grupta aynı düzeyde endişeliler. Buradaki yanıtların bize yansıttığı çarpıçı bulgu, hem ülkemizde; hem de dünya genelinde Z Kuşağının Y Kuşağına göre gözle görülür düzeyde daha fazla kaygı ve stres hissettiği. Bu duygu durumu hiç süphe yok ki, bireylerin sosyal ve profesyonel hayatlarını etkiliyor.
Her zaman veya çoğu zaman endişeli ve stresli hissedenlerin oranı:
Peki, kuşakların kaygılarını besleyen ana faktörler neler? Türkiye’deki Y Kuşağı için bunlar sırasıyla:
- Ailemin Refahı: yüzde 57
- Uzun Vadeli Finansal Geleceğim: yüzde 53
- Günlük Mali Durumum: yüzde 46
- İşimin / Kariyerimin Geleceği: yüzde 43
- Fiziksel / Zihinsel Sağlığım: yüzde 34
Z Kuşağı için ise sıralama şu şekilde:
- Ailemin Refahı: yüzde 63
- Uzun Vadeli Finansal Geleceğim: yüzde 62
- İşimin / Kariyerimin Geleceği: yüzde 59
- Günlük Mali Durumum: yüzde 42
- Fiziksel / Zihinsel Sağlığım: yüzde 36
İki kuşak arasında sıralama pek farklı olmasa da; Z Kuşağı tüm başlıklarda Y Kuşağına göre daha stresli hissediyor. (Dünya genelindeki yanıtlar ise bu şekilde değil). Türkiye’deki Z Kuşağının ilk üçünde yer alan alanlardaki kaygı düzeyi, oldukça dikkat çekici. Az farkla üçüncü sırada yer alan “İşimin / Kariyerimin Geleceği” bu üçü arasında özel olarak eğilenebilecek bir konu çünkü Türkiye ve dünya çapında verilen yanıtlarla kıyaslandığında oldukça negatif bir şekilde ayrışıyor.
Şirketlerin başarısı açısından çalışanların sahip olması gereken en önemli özellikler
Türkiye’deki Y ve Z kuşaklarına şirketlerin başarısı açısından çalışanların sahip olması gereken en önemli özellikler sorulduğunda bu iki kuşağın temsilcileri arasındaki önem ve önceliklendirme ayrılıkları daha bariz bir şekilde kendini gösteriyor. Y Kuşağı için “empati, esneklik, uyum, yaratıcılık, uzmanlık” gibi başlıklar Z kuşağına göre olduğundan daha fazla ön plana çıkarılırken; Z Kuşağı “eleştirel düşünme, merak, büyüme odaklı düşünce yapısı, statükoya baş kaldırma cesareti ve kapsayıcılık” konularını Y kuşağına kıyasla daha fazla önemsiyor. Oran olarak farklılaşmakla birlikte her iki kuşak için çok ön planda olan ortak başlıklar, “Esneklik, uyum, teknolojiye meraklı olma, yaratıcılık ve empati”. “Şirketleriyle uyumlu değerlere sahip olma” pek fazla önemsenmezken, aynı durumun “kapsayıcılık” için geçerli olması bizleri şaşırtan bir sonuç. Buradaki yanıtlardan da görebileceğimiz üzere, bir zamanlar bir hayli önemsenen “görev alanında uzmanlık”; Z Kuşağının ajandasında kendine pek fazla yer bulamıyor.
Peki ya bundan sonra…?
Farklı kuşaklar olarak bu şekilde sınıflanıp isimlendirilmemiz; binlerce yıllık insanlık tarihinde görece yeni sayılabilecek bir yaklaşım olsa da; kuşaklar arası çatışma her zaman yaşanmış bir doğal gerçeklik. Bugün geçmişe göre fark yaratan şey ortalama ömrün uzaması. Örneğin 1950 yılında 45’in biraz üzerinde olan ortalama yaş ile bugün erişilen 73 yaş arasındaki fark gerçekten müthiş ve bunun sonucunda çok farklı kuşaklar sadece sosyal hayatta değil, iş hayatında da varlıklarını birlikte sürdürüyorlar. Ortalama yaşam süresinin uzama trendinin devamlı olacağı varsayılırsa; bilhassa yaş alan nüfusun üretmeye devam etmesi, işgücü içerisinde varlığını sürdürmesi; sosyal ve ekonomik açılardan hayati bir öneme sahip. Böylesi bir ortamda değerlerin ve bakış açılarının çatıştığı değil; deneyim ve enerjinin; uzmanlık ve sürekli öğrenmenin harmanlanıp birbirini bütünlediği ve teknolojinin ayrıştıran bir faktör olmak yerine ortaklaştıran bir payda olduğu bir iş hayatının tüm kuşakların katkısıyla inşa edilmesi, herkesin menfaati için belirleyici olacaktır.