112 yıllık güven: Abdi İbrahim
“İnsan sağlığını doğrudan etkileyen bir sektörde güven tesis etmek sadece bir tercih değil, işimizin sürdürülebilirliği için bir zorunluluk” diyor Abdi İbrahim İnsan Kaynakları, Kurumsal İletişim ve Sürdürülebilirlik Grup Başkanı Dr. M. Oğuzcan Bülbül… Peki 112 yıldır hayatı iyileştirme misyonuyla çalışan Abdi İbrahim’in “güven yaratan marka” olma stratejisi nasıl şekilleniyor? İşte Dr. M. Oğuzcan Bülbül’ün yanıtları…
Pek çok araştırma tüketicilerin markalara karşı güven bağlarının zayıfladığını gösteriyor. Sizce bu güven bariyerinin temelinde neler yer alıyor?
Ticari yönden baktığımızda markaların sunduğu ürün veya hizmette kaliteyi işlerinin merkezine koymaları güvenin oluşturulmasında birincil öneme sahip. Öte yandan marka ile tüketici arasındaki güven bağının sürekliliği için günümüz dünyasında işini kaliteli yapmak da tek başına yeterli olamıyor. Hızla değişen dünya koşulları ve toplumların karşı karşıya kaldığı büyük sorunlar tüm paydaş ilişkilerinde ve iletişiminde olduğu gibi tüketici ile marka ilişkisinde de referansların değişmesine, kriterlerin çoğalmasına sebep oluyor.
Bugün; iklim krizi, doğal afetler, gelir dağılımı eşitsizliği, göç dalgaları, enflasyon, eğitimde fırsat eşitsizliği gibi pek çok problemin aynı hızda çözülemediğine tanık oluyoruz. Bu sorunların çözümünde tüketiciler, şirketleri de en az kamu, kurum ve kuruluşlar kadar sorumlu kabul ediyor ve bu sorunlar üzerinde sahici ve samimi aksiyonlar almasını bekliyor. Tüketicilerin markalardan beklentisi arttıkça; bu beklentiye yeterince ya da zamanında yanıt veremeyen ya da bu çabanın iletişimini yeterince yapmayan markalar zaman içinde tüketici nezdinde güven kaybedebiliyor.
Sizin için güvenilir marka olmak neden önemli?
Abdi İbrahim olarak 112 yıldır hayatı iyileştirme misyonuyla çalışıyoruz. Sektör liderliğimizi uzun yıllardır sürdürebilmemizin ardında paydaşlarımızla kurduğumuz güvene dayalı ilişkinin çok büyük katkısı var. Çıktısı güven olan bu ilişkinin temelini kalite odaklı, hesap verebilir, şeffaf, adil, topluma ve çevreye duyarlı olma hedefiyle yapılan çalışmalarımız oluşturuyor. İş sonuçlarımızı elde ederken ne elde ettiğimiz kadar nasıl elde ettiğimizi de önemsiyor, böylelikle rakamların ortaya koyduğu başarıyı markamızın itibar ve güven seviyesiyle de teyit etmeye odaklanıyoruz.
Bu noktada olmazsa olmaz hedeflerimizden biri şeffaflık. Şeffaflık, tüm süreçlerimizi açık ve hesap verebilir bir şekilde yönetmemizi sağlarken; kalite, işimizin her aşamasında en yüksek standartları benimsememizi ve ürünlerimizin insan sağlığına en iyi şekilde hizmet etmesini temin ediyor. Adil olma ilkemiz, tüm paydaşlarımıza eşit ve dürüst davranmamızı, etik değerler çerçevesinde hareket etmemizi gerektiriyor. Topluma ve çevreye olan duyarlılığımız ise daha yaşanabilir bir dünya için katkıda bulunmamızda bize itici bir güç oluyor. Bu ilkeler, Abdi İbrahim’i ilaç üretmenin ötesinde daha bütüncül bir yaklaşımla topluma değer katan bir marka haline getiriyor.
Güven yaratan marka olma stratejinizin ardında hangi içgörüler ve aksiyonlar yer alıyor?
İnsan sağlığını doğrudan etkileyen bir sektörde güven tesis etmek sadece bir tercih değil, işimizin sürdürülebilirliği için bir zorunluluk diyebiliriz. Güven yaratan marka olma stratejimizin ardında, paydaşlarımızın beklentilerini sürekli olarak anlamak ve bu beklentilere proaktif çözümler sunmak yer alıyor.
Bu nedenle hekimler, eczacılar, toplum ya da kamu kurumları nezdindeki algımızı düzenli olarak ölçümlemeye önem veriyoruz. Paydaş beklenti ve algısını anlamaya yönelik araştırmalarımız sürdürülebilirlik stratejimizden iletişim yaklaşımımıza, ürün çeşitliliğinden iş modelimize kadar pek çok alanda politika ve aksiyonlarımızı belirliyor. Bu noktada özellikle sürdürülebilirlik şemsiyesi altındaki faaliyetlerimizde paydaşlarımızın öncelik ve beklentilerinin önemli veri sunduğunu söyleyebilirim.
Araştırmalarımızın bize sunduğu verilerden hareketle, “Geleceği İyileştirmek” vizyonumuzun bir parçası olan HEAL2050 sürdürülebilirlik stratejimiz kapsamında tüm aksiyonlarımızı, ESG (Environmental, Social, Governance/ Çevresel, Sosyal ve Yönetişim) bakış açısıyla şekillendiriyor, bu sayede şirketin performansını sadece pozitif finansal sonuçlarla değil, toplum ve çevre için yarattığı etkileri de dikkate alarak ölçme şansına sahip oluyoruz.
Stratejimiz kapsamında hedeflerimizi özetle; yatırımlarla güçlenerek Türkiye sanayisine üretimde değer katan çok daha güçlü bir şirket olmak, kişiselleştirilmiş tedaviler ve dijital sistemlerle desteklenen bakım hizmetleriyle halkın sağlıklı yaşam süresini ve kalitesini artırmak, inovasyon ve biyoteknolojide uzmanlaşarak dijital dönüşüm lideri olmak, sanayideki paydaşlar, STK’lar, kamu otoriteleri ve halk arasında köprü kurarak sağlık alanında eşitlik sağlayan elçi konumuna gelmek, toplumsal fayda odaklı projelerle eğitim, sağlık, bilim ve sosyal inovasyon alanlarına odaklanarak geleceğe yatırım yapmak ve 2030 yılında karbon nötr, 2050 yılında ise net sıfır emisyona ulaşmış bir şirket olmak şeklinde sıralayabilirim.
Marka krizleri tüketici nezdinde güven duygusunu en çok zedeleyen unsurların başında geliyor. Sizce markalar bu süreci nasıl yönetmeli?
Günümüzün rekabetçi iş dünyasında tüketiciler artık daha bilinçli ve sosyal medyanın da gücüyle seslerini daha etkili bir şekilde duyuruyorlar. Bu nedenle, bir marka krizi patlak verdiğinde hızlı, etik, tutarlı ve şeffaf bir şekilde hareket etmek hayati önem taşıyor.
Öncelikle, krizin boyutunu ve nedenini doğru bir şekilde analiz etmek gerekiyor. Sonraki adım ise tüketiciyle empati kurmak ve onların kaygılarını anlamak. Samimi bir özür ve yapıcı bir çözüm önerisi, krizin etkisini azaltmaya çare olabilir.
Kriz anlarını sadece bir sorun olarak değil, aynı zamanda güveni pekiştirmek için bir fırsat olarak da görmek gerekir. Krizde akut dönem sona erdikten sonra tüketicilerin geri bildirimlerine kulak vererek, bu geri bildirimler doğrultusunda süreçleri iyileştirmek ve ders çıkarmak, markanın uzun vadeli güven inşa etmesine olanak tanır.
Öte yandan, kriz yönetimi sadece kriz anında yapılanlarla sınırlı olmamalı. Markalar, olabilecek her kriz senaryosuna karşı önceden hazırlıklı olmalı ve proaktif bir yaklaşımla olası riskleri minimize edecek stratejiler geliştirmelidir. Bu, düzenli olarak yapılan risk analizleri, kriz senaryolarının önceden belirlenmesi ve kriz anında hızlıca devreye sokulabilecek bir eylem planının hazır bulundurulması anlamına geliyor. Ayrıca, markanın sürekli olarak tüketici beklentilerini ve sektördeki dinamikleri takip etmesi, kriz potansiyeli taşıyan unsurları erken tespit etmesine ve gerekli önlemleri almasına da olanak tanır. Kriz anında yapılanlar kadar, kriz öncesinde sergilenen bu hazırlıkların da markanın güvenilirliğini korumada ve tüketiciyle olan bağını güçlendirmede belirleyici rol oynadığını düşünüyorum.