2020 bizim senemiz olabilir mi? Lütfen olsun!
Sektörün geleceğini hep markaların ihtiyaçları tüketicilerin değişen davranışları üzerinden sadece sattığımız fikrin hizmet ettiği kitledeki değişimi mesele ederek konuşuyoruz. Oysa 2020’den beklememiz gereken en büyük değişimin, illa bir kehanette bulunacaksak bunun, bu sektörün iç dinamikleriyle ilgili olması gerektiğini, hep beraber durup artık önce kendi yarınımızı konuşmamızın zamanı geldiğini düşünüyorum.
Bir yılı daha “Krizz!” temasıyla bitiriyoruz. Önümüzde ise yine pek umut vaat etmeyen ve hatta maçın “yenik başlanan” ikinci yarısı tabir edebileceğimiz yeni bir yıl var. Hayat yine zor olacak. Üstelik tek derdimiz finansal da değil.
Pazarlama ve iletişim dünyasının içten yanmalı yaratıcı gücü, fokurdayan huzursuzluk kazanlarına daha çok benziyor bu ara. Yine birbirimizi konuşmaktan iş yapamadık. Kriz zamanlarında yapılması gereken krize değil işine, önüne bakmaktır. Şimdi bunu hatırla(t)manın tam zamanı. Geriye dönüp 2019’u düşündüğümde tam da bu sebeple her şeyden önce işine bakanların, denemekten korkmayanların ve ortak çıkar etrafında yardımlaşanların kazandığını düşünüyorum.
Network’lerin ajansları üç kuruş için köşeye sıkıştırdığı, yaratıcı ekiplerin gece gündüz çalıştığı, aylar süren konkurların yapıldığı ama sonlanmadığı, yaratıcı fikirlerin indirim talepleriyle değersizleştiği aynı oranda vasatın değerinin çok üzerinde satıldığı… Yani kısaca batı cephesinde yeni bir şey yok diyebileceğimiz bir yıldı bir taraftan da. Ancak tamamen umutsuz olduğumu söyleyemem. İyi şeyler de oluyor.
Sektör birlik ve beraberliğe susadı
Sektörümüzün sivil toplum alanındaki aynasına bakınca umut doluyorum örneğin. Sektör bir yandan kazanılan paralar ve müşteriler kavgasında, kurtlar sofrasından aç kurtlar sofrasına dönüşmüş gibi gözükse de birlik beraberliğe ne kadar susamış olduğumuzu bu yılın dernek ve vakıf faaliyetlerinde hissettik. Reklamverenler ve reklamcılar, Ahmet Pura ve Volkan İkiler’in üstün çabalarıyla bu sene pek çok kez elini taşın altına koyarak bir araya geldi. Reklamda Toplumsal Cinsiyet Eşitliği, Unstereotype Alliance Turkey’e dönüşerek global bir projeye evrildi ve yılı bu müthiş haberle kapattık. 2020’yi yine bu girişimi onurlandırarak açacağız. Adforce neredeyse sektördeki her ajanstan en üst düzey katılımcılarla, sektöre yetenek kazandırmak için şehir şehir gezen bir seferberliğe dönüştü. Belki de yakın geleceğin yetenekleri bu ekibin dokunduğu üniversitelerden, belki Adana’dan, belki Kütahya’dan çıkacak.
Reklamcının elindeki gücün (nihayet) farkına varması adına, sektöre girmeyi hayal eden gençlere vereceği mesaj adına, herkes adına tüm bunlar çok gurur verici. Umarım önümüzdeki sene çok daha fazla kayda değer projeyi, yapamadığımız pek çok eski projeyi, bize inanan sponsorlarla, onlara da değer katarak hayata geçirebiliriz. Seneye kapınızı daha çok, daha sık çalabiliriz yani. Lütfen açın.
2020’den beklentilerimize gelince… Sektörün geleceğini hep markaların ihtiyaçları, tüketicilerin değişen davranışları üzerinden, sadece sattığımız fikrin hizmet ettiği kitledeki değişimi mesele ederek konuşuyoruz. Oysa 2020’den beklememiz gereken en büyük değişimin, illa bir kehanette bulunacaksak bunun, bu sektörün iç dinamikleriyle ilgili olması gerektiğini, hep beraber durup artık önce kendi yarınımızı konuşmamızın zamanı geldiğini düşünüyorum. 2020’den en çok bunu bekliyorum. Birbirimizle, yaptığımız iş hakkında, yaptığımız işin gittiği istikamet hakkında konuşmamızı. Açık açık, alınganlık yapmadan, çıkarlarımızdan vazgeçerek değil çıkarlarımızı adil mücadelelerde koruyarak.
Reklamda zanaat ve aklın “olmazsa olmaz” olduğunu unuttuk!
Şunları konuşalım istiyorum: Sektörün en büyük gücü olan usta çırak ilişkisi neredeyse bitti. Tecrübesi büyük çünkü yaşı büyük bir nesil “yeni nesil reklamcılık”tan anlamıyor düşüncesiyle oyun dışı kaldı. Oysa markaların anlattığı hikayelerde hâlâ aynı sihri arıyoruz. Bir yandan da yaşı en küçük yazardan mucizeler bekliyoruz. 2020’den beklentim, buna çözüm arayan reklamcılar. Bu işe senelerini vermiş büyük akılları işe geri almasalar bile kiralayan, gençlerle buluşturan sistemler kuran reklamcılar olmamızı bekliyorum.
Zanaat ve akıl bu işin olmazsa olmazıydı. Hâlâ öyle ama biz bunu unutmuş gibiyiz. Dip toplamdaki rakam açısından bir maliyet olarak görüyoruz. İtiraf etmeliyim ki dünyanın bu iki konuda da en iyi sayılabilecek şirketlerinden birinde çalıştıktan sonra bunu daha iyi anladım. Yeterince iyi yapıldığında dip toplamı katlayacak olan tek şey bu. Tasarımda mükemmeliyeti, temizliği, ilericiliği kaybediyoruz. Bu iş önce akıl sonra yaratıcılıktı. Strateji hâlâ hakkını alamadığımız ve gittikçe boşalan, gereksizleşen bir alana dönüştü. Stratejik düşünce üzerine düşünmüyoruz, eğitmiyoruz, insan yetiştirmiyoruz. İnovasyon, ürün, hizmet, deneyim bizim işimiz değilmiş gibi davranıyoruz. Sektör bu önemli kaleleri ne zaman düşürdü, nasıl geri kazanır, bunu konuşalım istiyorum.
Yaptığımız işin ederini değil, değerini konuşalım istiyorum. Maliyet odaklı hakkedişlerden nasıl uzaklaşırız ve yaratılan değer üzerinden yapılacak hakkedişlere nasıl yaklaşırız, bu soruyu soralım istiyorum. Markalarımızla beraber taşın altına elimizi gerçekten beraber koyalım, beraber oynayalım, beraber kazanalım.
Şirketlerimiz için ne zaman gerçekten toplumun her rengine kucak açacağız?
Bağımsız yaratıcılar dünyada da yükseliyor. Egoların, rekabetin, çıkar çatışmasının, aşırı gruplaşmanın ekonomik bir karşılığı kalmadı. Güçlerini gerektiği her yerde birleştiren, açıkça iş birliğine giden, bilginin zaten özgür olduğunu kabul eden, kimseye kendisini münhasıran vermediği gibi kimseden de tek eşlilik beklemeyen bir nesil geliyor. Bunu nasıl modelleyeceğimizi konuşalım.
Yaptığımız işte maşallah kadına, çocuğa, sokak hayvanına, toplumun ötekileştirdiği herkese, muhafazakarından marjinaline, her özel günde, methiyeler düzüyoruz, kucak açıyoruz. Şirketlerimiz için ne zaman gerçekten toplumun her rengine kucak açacak? Laf anlatmaya çalıştığımız, ikna etmeye uğraştığımız tüketiciyi ne zaman gerçekten anlayıp, aramıza iş arkadaşı olarak alma cesaretini göstereceğiz? Çeşitlilik, hele ki İngilizce söylendiğinde havalı duran bir kelime olmaktan çıktığında, Cindy Gallop’un da dediği gibi belki, “geleceğe dair bir iddiamız” olabilir. Bazı şeyler fazlasıyla geçmişte kaldı zira. Artık biraz geleceği konuşalım istiyorum. Bizi var edecek, ya da yok edecek olan geleceğimizi.
Kısacası 2020’den beklentim bu. Çok çalışalım ama her fırsatta konuşalım. Birbirimizle, bizi ilgilendiren meselelerimizle, en içten duygularda ve en önemlisi aksiyon alma kararlılığında buluşalım. Çünkü ancak o zaman 2020 bizim senemiz olabilir. Ki umarım olur. Hepimize kıvanç dolu kazançların olduğu mutlu bir yıl dilerim.