Paydaş kapitalizmi pazarlamayı nasıl dönüştürecek?
Satış odaklı klasik pazarlama öğretisi bir üretim ve tüketim çılgınlığı içinde gittikçe büyüyen ancak sürdürülemeyen bir ekonomi yarattı. Mevcut sistem adeta kendisini sindirip tüketirken son yıllarda giderek artan bir ivmeyle benimsenen “Paydaş Kapitalizmi” şimdi bu köhne ve sürdürülemez yapıyı kökünden değiştirmeye hazırlanıyor… Zira klasik pazarlama sınırsız bir tüketime teşvik ederken bu yeni anlayış müşteri başta olmak üzere tüm paydaşların çıkarı için tüketimin dengelenmesi gerektiğini telkin ediyor. Peki, “Paydaş Kapitalizmi” pazarlama sektörünü nasıl değiştirecek? Bugüne kadar “hep daha fazla sat” anlayışıyla hareket eden pazarlamacılar yeni dönemde tüketiciye nasıl seslenecek? “Paydaş Kapitalizmi” pazarlama yöneticilerine ne tür fırsatlar sunuyor? Deloitte Türkiye Danışmanlık Lideri Hakan Göl öncülüğünde hazırlanan analizler ve sektörünün önde gelen yöneticileriyle bu sorulara yanıt aradık…
Anglosakson düsturuyla son söylenecek olan şeyi en başta söyleyelim; sonra neden böyle söylediğimizi vakalara dayanarak açıklayalım. Bunu yaparken de tasviri tahlile götürmekten, dilimiz döndüğünce çözüm yollarını göstermekten imtina etmeyelim. Zira vaka ile kavga edilmez! Uzun vadeli değerin, ancak tüm paydaşların çıkarlarına hizmet ederek en etkin şekilde yaratılacağına inanılan Paydaş Kapitalizmi isimli yeni düzen, üst düzey yönetici pozisyonları arasında en az işte kalma süresine sahip pazarlama yöneticilerine önemli bir fırsat sunuyor.
Nedir bu paydaş kapitalizmi?
Kabaca bir yüzyıldır, tek boyutlu bir hedef fonksiyonuyla dünyanın tüm kompleksitesini optimize ederek tekil bir endekse indirgemeye gayret ediyoruz: Aslen hükümete ait kaynakların izlenmesi için takip edilen ulusal hesaplar, Büyük Buhran sonrası (1930’larda) vatandaşların refahını ölçmek için kullanılmaya başlansa da, “refah” kavramı zaman içinde bugünkü üretim ve tüketim üzerinden hesaplanan Gayrı Safi Yurt İçi Hasıla (GSYİH) formunda kristalize oldu. Her ne kadar Amerikalı politikacı Robert F. Kennedy 1968 tarihli konuşmasında GSYİH için “Ne aklımızı ne cesaretimizi ne bilgeliğimizi ne bilgimizi ne şefkatimizi ne de vatanımıza bağlılığımızı ölçer, kısacası hayatı değerli kılanlar dışında her şeyi ölçer” dese de, Nobel ödüllü iktisatçı Milton Friedman 1970’lerin başında The New York Times için kaleme aldığı makalesinde “Bir şirketin yegane sosyal sorumluluğu kâr etmektir” diye buyuruyor ve konu kapanıyor. Çünkü hissedar değeri ve kâr odaklı şirketlerin egemen olduğu iktisadi düzen, ancak üretilen mal ve hizmetlerin uç uca eklenmesiyle ölçülüyor.
Sosyal kontrat bozuldu
Gel gelelim, bu gaye ile insanlık olarak bir şeyleri dışarda bırakmış olacağız ki gelişmiş ekonomilerde, uzun vadeli üretkenlik artışı 1970’lerden bu yana istikrarlı bir şekilde düşüyor. Ekonomik büyümenin faydaları daha eşit bir şekilde yayılmış ve gelişmekte olan büyük pazarlarda (Türkiye, Hindistan, Brezilya gibi) milyonları yoksulluktan kurtarmış olsa da her geçen gün küçük bir büyüme, gelir dağılımının ilk yüzde 1’lik dilimindeki bireylere orantısız bir şekilde dağılıyor. Mavi gezegenin birçok noktasında devlet-birey arasındaki sosyal kontrat bozulmuş, sistem dayanıklılığı dört bir cepheden şoklara (Covid-19 pandemisi, iklim krizi, savaşlar, toplu göçler ve/veya zorunlu yer değiştirmeler vb.) uğrarken kendini yeniden üretmek için ihtiyaç duyduğu ileri görüşlü finansal, doğal ya da sosyal sermayeye ulaşamıyor.
Paydaş kapitalizmi pratikte neye benzeyecek?
Paydaş Kapitalizmi, şirketlerdeki liderler tarafından benimsenen bir ideoloji veya hükümetler tarafından yasalar ve düzenlemeler aracılığıyla uygulanan bir model olabilir; bunu zaman gösterecek. Tudor Yatırım ve JUST Capital’ın kurucusu Paul Tudor Jones durumu şöyle anlatıyor: “Paydaş kapitalizmi, yalnızca kâr ve getiriden ziyade tüm paydaşların hizmetinde iş yapma sözüdür. Hissedarlar elbette önemlidir, ancak şirketlerin başarıyı tanımlarken çalışanları, toplulukları, çevreyi ve daha fazlasını [değer zincirindeki tüm paydaşları] da dikkate almaları hayati önem taşır. Özellikle bunu yapmak sadece topluma değil, aynı zamanda kârlılığa da fayda sağladığı için… Bu yaklaşım ne statükodur ne de kapitalizmi tamamen terk etmektir. Sadece sistemi daha derin bir iş görüşü elde etmek ve herkes için çalışan bir ekonomi sağlamak için yeniden kalibre ediyor.”
Küresel entelektüeller göreve
Liberalizmin kalıtsal krizleri olarak niteliyor bu durumu İtalyan filozof Gramsci; eski kendini yeniden üretemiyor, ancak yeni de ortaya çıkmıyor. Sonuç morbid semptomlar oluyor. Bugün gibi yani, tam bir hastalık hali! O vakit kapitalizmin geçen yüzyılın kazanımlarını muhafaza ederken, bir yandan da “yeni”yi araması sürecinde global entelektüele büyük rol düşüyor. Hastalık halinden çıkışı entelektüel tarif edecek yani; bu hep böyle olmuş. Vaka ile kavga edilmez! Öyle ki Freidman Doktrini’ni pusula bilerek 1997’de yayımladığı bildiri ile kurumsal yönetişim ilkelerini hissedar değerinin yüceltilmesi ve yükseltilmesi üzerine kuran Şirketler Yuvarlak Masası (The Business Roundtable), 2019 yılında “bir şirketin amacına ilişkin” yayımladığı yeni bildirisinde, 181 önde gelen global CEO’nun imzasıyla şirketlerinin, hizmet ettiği tüm paydaşların yararı için çalışacağını taahhüt etti. Şirketler artık birer kamu malı olma özelliği kazandı. Paydaş Teorisi’ni uzun yıllardır savunan, Dünya Ekonomik Forumu (WEF) Başkanı Prof. Klaus Schwab da bu amaçla üzerine düşeni; 2020 yılında Davos’ta duyurduğu, şirketlerin ölçme ve değerlendirmesinde kullanılacak sağduyulu ve sürdürülebilir bir araç seti üzerinden yapmış oldu: Paydaş Kapitalizmi Metrikleri (Stakeholder Capitalism Metrics).
Sürdürülebilir kalkınma
İnsan, Gezegen, Refah ve Yönetişim İlkeleri ana başlıkları altında incelenen araç setinin altında şirketlere ölçmeleri ve/veya açıklamaları tavsiye edilen 21 adet öncelikli ve 34 adet görece ihtiyari metrik bulunuyor. Çalışmaya imza veren 140 CEO WEF’in Uluslararası İş Konseyi (IBC) üyesi… Çalışmanın hazırlanmasında WEF ile iş birliği içinde Deloitte, EY, KPMG ve PwC de var. Özetle, kurumsal değerlerini ve stratejilerini kısa vadeli kârın maksimizasyonu yerine uzun vadeli Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları ile hizalamaya başlayan CEO’lar arasında yükselen konsensüs, uzun vadeli değerin, ancak tüm paydaşların çıkarlarına hizmet ederek en etkin şekilde yaratılacağına odaklanıyor. Friedman Doktrini’nden çark eden liberal düzen, vaktiyle açıkça “İş insanının sorumluluğu, topluma [geri] vermek ve herkesin refahını arttırmaktır” diyen Adam Smith’e geri dönüyor ve arayışı “Paydaş Kapitalizmi” üzerinden yeniden başlatıyor.
Tüketici şirketlerden ne bekliyor?
Bu yeniden kalibrasyonda tüketicilerin şirketlerden beklentilerini ölçmek üzere bağımsız araştırma şirketi JUST Capital’ın 2020 yılında 4.000 Amerikalı katılımcı ile yaptığı anket sonuçları şunları söyle:
Friedman Doktrini’nden çark eden liberal düzen, vaktiyle açıkça “İş insanının sorumluluğu, topluma [geri] vermek ve herkesin refahını arttırmaktır” diyen Adam Smith’e geri dönüyor ve arayışı “Paydaş Kapitalizmi” üzerinden yeniden başlatıyor.
Amaç odaklı şirketler
Deloitte, 2021 Küresel Pazarlama Trendleri raporunda, değişimin gürültüsü içinde önemli noktaları ayırt etmek için konu uzmanlığını ve sahanın sesini bir araya getirdi; biri 2.447 tüketiciyi içeren, diğeri 405 üst seviye yöneticiyi hedefleyen iki saha araştırması gerçekleştirdi.
Araştırma, koşullar zorlaştıkça, tüketicilerin markalardan daha çok şey beklemeye başladığını gösterdi. Tüketiciler, bu ortamda kendilerine ve topluma faydalı olacak aksiyonlar alan şirketleri en yetkin grup olarak değerlendiriyor, şirketlerden bu konuda hükümetlerden, sivil toplum kuruluşlarından beklediklerinden daha fazlasını bekliyor ve en önemli ihtiyaçlarını karşılayarak kurdukları bağı güçlendirebilenleri ödüllendiriyor. Deloitte, bütün bunları göz önünde bulundurarak CMO’ların (ve diğer üst düzey yöneticilerin) belirsizlik duvarını aşmasına ve insanlara yardım edecek aksiyonlar almasına destek olma hedefiyle yedi trend belirledi. Bunlardan ilki, belki de en önemlisi; amaç. Bir şirketin değişime verdiği tepkiler bütüncül bir yaklaşıma sahipse, yani işletmenin toplumda oynadığı rolle uzun vadedeki değerini birleştiriyorsa, şirketin marka kimliği ve paydaşlarına yönelik sürekli bağlılığı arasında net bir uyum var demektir.
Deloitte, bu şirketleri amaç odaklı şirketler olarak nitelendiriyor. Kuruluşun tümünü kapsayan özgün bir amacın harekete geçirdiği bu şirketler, amaçlarına en iyi ulaşabilecekleri yolu seçerek zor kararları basit seçimlere dönüştürüyorlar. Amaç odaklı şirketler yalnızca daha fazla dikkat çekmekle kalmıyor, tüketicileri de aksiyon almaya teşvik ediyor. Anket katılımcılarının neredeyse dörtte biri bu tür aksiyonların marka algısını olumlu etkilediğine, beşte biri de alışveriş tercihlerini söz konusu markalar lehine değiştirdiğine kesinlikle katılıyor.
Santa Clara County’deki evsizliği sona erdirmek için 50 milyon dolar bağışlayan Cisco Yönetim Kurulu Başkanı ve CEO’su Chuck Robbins, birçok öğretmen ve itfaiyecinin o bölgede bir ev kirasını bile karşılayamayacak durumda olduğunu söylerken, “Her CEO’nun oturup, çalışanlarının çocukları için o şehirde bir öğretmen olmazsa, en iyi çalışanların o şirketi tercih etmeyeceği gerçeğiyle yüzleşmesi gerekir” diyor ve ekliyor: “İşletmeler olarak yeteneklerimizi, becerilerimizi, çalışan tabanımızı ve bu sorunları gerçekten çözmek için mali kaynaklarımızı uygulayacak stratejilerimiz olduğundan emin olmalıyız.”
“Dünün” kurumsal stratejisi; pazar dinamikleri karşısında edilgen ve müşteri karşısında etken konumdaydı; “bugünün” amaç odaklı kurumsal stratejisi paydaş kapitalizmi üzerinden kurulacak…
Kurumsal stratejinin gelişimi
CMO: Paydaş kapitalizminin elçisi ve CEO’nun yeni partneri
- Pandemi öncesi yapılan araştırmalar, CEO’ların üçte ikisinin (yüzde 69), pazarlama stratejilerinin ve kampanyaların iş büyümesi sağladığını kanıtlamada “sürekli başarısız” oldukları için pazarlamacılara temel iş hedeflerini ve göstergelerini uygulamayı bıraktıklarını söylüyordu; CEO’ların CMO’lara olan güveni kırılmıştı bir nevi.
- Halbuki pandemi sırasında, dünyanın dört bir yanındaki CEO’lar birdenbire daha geniş bir paydaş grubunun endişelerine yanıt vermekle görevlendirildi. Hissedarların ve müşterilerin ötesinde, CEO’lardan tedarikçilerin, çalışanların, toplulukların, yatırımcıların ve en önemlisi hane halkının ihtiyaçlarını karşılaması istendi. “Paydaş Kapitalizmi” terimi, ticari operasyonları insanlığın çıkarları ve ihtiyaçlarıyla senkronize etmeye yönelik yeni hedefi tanımlamak için raftan indiriliyor.
- Bu genişletilmiş misyonu yerine getirirken, birçok CEO yeni bir “insanlık” ortağı buluyor kendine; CMO’lar… Ürün ve hizmetlerin ötesinde, insanların bir markanın ne anlama geldiğine giderek daha fazla önem atfettiği bir dünyada, “anlam” arayışının lideri CMO oluyor.
- Artık şirketler ve hatta geniş anlamda iktisadi düzen için yeni bir normal tanımlanırken, CEO’lar da CMO’larını geleneksel reklamcılık ve pazarlama faaliyetlerinin ötesine geçmeleri için güçlendirmeli ve bunun yerine şirketin tüm paydaşları için değer yaratmasına yardımcı olmalı. “Tüketicinin şirketteki elçisi” olan CMO, şimdi “tüm paydaşların sesi” (müşteriler, çalışanlar, tedarikçiler, topluluklar ve hissedarlar) olmak için kendini yeniden tanımlamalı.
- CMO’ların gündemlerine dürüst pazarlama uygulamaları yapmak, yerel toplulukların gelişimine katkıda bulunmak, iyi müşteri hizmetleri sağlamak, bunları yaparken şirket içinde adil ücretler ödemek, çalışanların iş ve yaşam dengesini sağlamak ve çevreye verilen zararı en aza indirmek, hatta mümkünse sıfırlamak için çalışmak gibi aksiyonlar girince pazarlamaya ateşten bir gömlek giydiriyor diyebiliriz.
- Demek ki pazarlamanın ve onun lideri CMO’nun, bu taleplerin tüketiciden geldiğini, sürdürülebilir başarı için kısa vadeli karı maksimize etmek yerine, uzun vadeli değeri arttırmanın, ancak tüm paydaşların çıkarlarına hizmet ederek en etkin şekilde yaratılacağını şirket içinde iyi anlatması gerekiyor.
- Hissedar Kapitalizmi’nden Paydaş Kapitalizmi’ne geçiş sırasında firmaların iletişim çalışmalarında genel hatlarıyla neler değişti? “21. yüzyıl toplumu artık bir disiplin toplumu değil, performans toplumudur. Sakinleri de itaatkâr özne değil, performans öznesidir” diyor Byung-Chul Han, Şiddetin Topolojisi’nde.
- Firmalar, agresif hedefleriyle birlikte; performans toplumunun temel yakıtını oluşturuyor. Performans toplumunda görünür olmak esastır. Firmalar da Paydaş Kapitalizmi’nin yükselen trendinin farkına varıp, bu fırsatı daha görünür olmak ve dolayısıyla hedeflerine katma değer sağlamak için kullanmaya başladılar. Bu bağlamda iletişimlerde; ürün / hizmetten daha çok; insan, ön plana çıkmaya başladı. İnsan (müşteri, çalışan, tedarikçi, vb paydaşlar) merkezli hikayeler ve projelerle daha sık karşılaşmaya başladık. Ama asıl meydan okuma; firmaların bu iletişimlerde samimi olup olmayacağı olacak.
Ülker’in DNA’sında “israfsız şirket” olmak var
- Küresel iklim değişikliği, Covid-19 salgını gibi etkenlerin tam ortasında, insan ve doğa arasındaki ilişkinin yeniden inşa edilmesi hayati bir zorunluluk olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye’nin lider gıda şirketi Ülker olarak, kuruluşumuzdan bu yana “İsrafsız Şirket” olma hedefine uygun olarak faaliyetlerimizi yürütürken; çalışanlarımızın, toplumun ve çevrenin refahını da gözetiyoruz.
- Şirketlerin israfa dayalı ve sadece kendi menfaatlerine odaklı bir yönetim anlayışından sıyrılarak, paydaşlarıyla ve içinde yaşadığı toplumla büyümesi gerektiğine inanıyoruz. Amaç odaklı, fayda üreten ve inovasyonlara önem veren bir marka olarak, sürdürülebilirlik faaliyetlerimiz ve toplumsal projelerimizle içinde bulunduğumuz ekosisteme katkı sağlamak için çalışıyoruz.
- Sürdürülebilirlik anlayışımızı ve stratejimizi, sadece kendi operasyonlarımız ile sınırlı tutmayarak; çalışanlarımızı, müşterilerimizi, üreticilerimizi, tedarikçilerimizi ve tüm paydaşlarımızı kapsayan bir bakış açısıyla ele alıyoruz. Her türlü iş sürecimizde tüketici odaklı bir şirket olmanın sorumluluğunu taşıyoruz. Her geçen yıl tüketicilerimizi ve pazarı anlamak için kullandığımız araçları yeniliyor, geliştiriyor ve yenilikçi yaklaşımlarla karar süreçlerimizi besliyoruz.
Gündemde düşük karbon ekonomisine geçiş var
- Koç Holding olarak, toplumun ve dünyanın geleceğini etkileyebilecek konuları gündemimizin üst sıralarında tutuyoruz. “Geleceğe. Birlikte” manifestomuz kapsamında, uzun dönemde değer yaratacak iş modelleri geliştiriyor; sürdürülebilir büyüme hedefimize ulaşmak için belirlediğimiz çevresel, sosyal ve kurumsal yönetim (ESG) yol haritamızı uyguluyoruz.
- İklim kriziyle mücadele ve iklim değişikliğine uyum konularının önem kazanması ve Avrupa Yeşil Mutabakatı’yla birlikte iklim değişikliğinden kaynaklanan risklerin ve oluşabilecek fırsatların yönetilmesi, bu doğrultuda hedefler belirlenmesi ve şirketlerin elde ettikleri ilerlemeyi paydaşlarıyla paylaşmaları giderek daha önemli hale geldi. Geçtiğimiz dönemde hem iç hem de dış paydaşlarımızı dahil ettiğimiz önceliklendirme analizi tam da bu beklentiyi doğrular nitelikteydi.
- Bu analiz sonucunda tüm paydaşlarımızın gündeminde düşük karbon ekonomisine geçiş konusunun öne çıktığını gözlemledik. Biz de bu doğrultuda Topluluğumuzu, ESG alanlarında küresel liderler arasına taşımak için düşük karbon ekonomisine geçiş çalışmalarımızı hızlandırma kararı aldık. Şu an 2050 yılına kadar karbon nötr olma hedefimizi somutlaştırmak amacıyla kapsamlı bir program üzerinde çalışıyoruz.
- Tüm bu çalışmalarımızı tasarlarken Dünya Ekonomik Forumu’nun (WEF) yeni kapitalizm tanımı olan, tüm paydaşlar için ortak ve sürdürülebilir değer yaratmayı esas alan “Paydaş Kapitalizmi” yaklaşımını esas alıyoruz.
Duyarlılık artık bir tercih değil
- Artan nüfus, tükenen kaynaklar, çevresel ve toplumsal krizlerin etkisiyle beklentilerin yeniden şekillendiği bir dönemdeyiz. Tüketiciler dünyaya karşı daha sorumlu olmak adına tüketim alışkanlıklarını gözden geçirirken şirketlerin de topluma ve çevreye daha duyarlı olmasını bekliyor. FutureBright araştırmalarında gördük ki Türkiye’de bu oran önceleri sadece yüzde 6 iken, Covid ile birlikte halkın gündemine çok hızlı girerek yüzde 48’lere kadar çıktı. Hatta, son dönemde yaşanan afetlerden sonra hassasiyetin daha da artmış olduğunu öngörüyoruz.
- Diğer taraftan kâr odaklılık yerine değer üretimine niyet etmiş yeni modeliyle kapitalizmin bile çehresi değişirken; yalnızca tüketiciyi muhatap alıp israf ettirmek pahasına daha çok tüketime çağıran, ardından da iyi ihtimalle senede bir KSS projesiyle bu çağrıyı temize çekmeye çalışan pazarlama pratikleri geçerliliğini yitirmeye başladı.
- Duyarlılığın artık bir tercih kriteri olmasının yanında, çevreye ve topluma sağlanan katkılar artık ESG gibi küresel kriterlerle ölçülebiliyor. Üretim, tedarik, işveren tarafında bir kriz patlak verdiğinde yalnızca şirket değil marka değeri de zarar görüyor.
- Yaratılacak “değer” ne olmalı, hangi paydaşlarla hangi temas noktalarında buluşmalı, nasıl bir tortu bırakmalı sorularının artık daha sık ve yüksek sesle sorulması gerekecek.
Tüketiciler hayatlarında gerçek bir rolü olan marka istiyor
- Markaların tüm paydaşlarının; bir rakam, bir hedeften ziyade insan olduğunu ve kendilerine insan gibi davranılması gerektiğini, tüm pazarlama stratejilerinin öncelikle “samimi” ve “gerçek” olması gerektiğini unutmamaları gerekiyor. Her şeyin mükemmel olduğu bir konumlandırmadan ziyade; markaların eksikleriyle, hatalarıyla ve arızalarıyla yüzleşerek, bugünün KPI’larının arkasına sığınmaması gerekiyor.
- Özellikle pandemiyle birlikte tüketiciler kendilerinin yanında olan, kendilerine destek olan, hayatlarında gerçek rolü olan markalar istiyor. Markalar da merkezinde insan olan gerçekçi hedef, iletişim, kampanya ve projeler gerçekleştirdiklerinde ve bunu sürdürmeye ısrarla devam ettiklerinde tüketicilerin hayatlarının organik bir parçası haline gelecek ve tercih setlerinde her daim öncelikli olacaklardır.
- Paydaş Kapitalizmi’nin pazarlama sektörü üzerinde nasıl bir etkisinin olacağı hususu, pazarlama profesyonellerinin farkındalıkları ve bu farkındalığın nasıl bir dönüşüme yol açtığıyla paralel. Pazarlama sektörü, bugünün empatisinin yarının KPI’larına katkı sağlayacağını anlar. Performansın, KPI’ların, hedeflerin arkasına sığınmaz. İmkânsız bir hedef belirlemenin geleceğe değer katmaktan ziyade bugünü değersizleştirdiğini unutmaz. Son tahlilde, insanın ve dolayısıyla tüm paydaşların merkezde olduğu bir pazarlama anlayışına daha çok şahit oluruz.
Tüketiciyi borç sarhoşu yaparak bir yere ulaşılamaz
- Geldiğimiz noktada kapitalizm, oluşan artı değeri adil dağıtamamasının getirdiği risklere karşı bu “resetleme çağında” kendisini koruma gayreti içinde. Şunu ifade etmeliyim ki Paydaş Kapitalizmi yeni bir mesele değil, Marx’ın bildiğimiz Artı Değerini Kapitalizmin içine yerleştirme ve kazananlar çemberini biraz daha genişletme meselesidir. Bu yaklaşım aslında güncel zorunluluklar neticesinde oluşan bir tür Pseudo-Sosyalist tavırdır.
- Bugüne dek şirket yönetimlerinin, oluşan artı değeri hisse sahipleri ve yönetim liderleri arasında paylaştırmasının beraberinde getirdiği sürdürülemez anlayışın yarattığı sorunu bilmeyen yok. Tedarikçinin beline vurarak, çevreyi umursamayarak, tüketiciyi borç sarhoşu yaparak bir yere ulaşılamayacağını herkes gördü.
- Paydaş Kapitalizmi, daha sürdürülebilir olması için artı değeri hissedar merkezli olmaktan çıkararak paydaşlarla paylaşmanın, doğaya, çevreye ve toplumsal olaylara yatırım yapmanın ekonomik sistem olarak adının konması ve bunun modellenmesidir bana göre. Bugüne dek yapılan sürdürülebilirlik faaliyetlerinden tek farkı, bilinen sürdürülebilirlik stratejilerinin paydaşlarla paylaşım ekseninde ekonomik olarak modellenmesi ve bu anlamda hesap verebilir olmasıdır.
- Paydaş Kapitalizmi’nin kendi hedeflerine ulaşması paylaşımın ekonomik modellemesine ve bu modele bağlı hesap verebilir olmasına bağlı.
“Paydaş Kapitalizmi” konusunda şirketlere rehberlik edecek 5 ilke