Bizi nasıl bir yıl bekliyor?
Yeni bir yıla girdik, zaman muhasebe zamanı. Bir önceki yılı nasıl geçirdik, bu yeni yıl hakkında neler düşünüyoruz, neler bekliyoruz?
Her zamankinden daha farklı bir yıl bu. Her yeni yıl belirsizlik taşır, öngörülemez, iyisiyle kötüsüyle sürprizlere gebedir. Ancak ilk günlerini yaşadığımız bu yılın kendine özel çok önemli nitelikleri var.
2023, Cumhuriyet’in 100. yılı. Bu hem kendi içinde çok değerli bir özellik hem de ülkemizdeki cumhuriyet rejiminin ne yöne doğru evrileceğine, bu cumhuriyetin ne tür bir demokrasi ile taçlandırılacağına karar vereceğimiz bir yıldan söz ediyoruz.
Hepimizin malumu, cumhuriyet kâğıt üzerinde tanımı son derece net bir yönetim biçimi. Resmi statülerine bakacak olursak, Kuzey Kore de bir cumhuriyet, İran da, ABD de, Rusya da, Almanya da ve tabii ki Türkiye de… Ortak paydaları cumhuriyet olan bu ülkeleri birbirinden ayıran en önemli özellik tüm bu çeşitlilik içinde demokrasinin sahip olduğu doz.
Biz de Cumhuriyet’in ikinci yüzyılını kutlayacağımız yılın başlarında ülkenin geleceğini belirleyecek önemli seçimler yapacağız.
Bu seçimlerin arifesinde Türkiye yeni yıla nasıl bir geçiş yaptı? Tüketicisiyle, iş dünyasıyla hepimizin gündemine neler damga vuruyor? İçinde bulunduğumuz yıla dair beklentilerimiz neler? Bizi nasıl bir yıl bekliyor?
Türkiye’nin en önemli sorunları
Türkiye’nin üç büyük ilinde yaşayan tüketicilerin hayatına tüm bir yıl boyunca ekonomik sorunlar damga vurdu. Geçtiğimiz yılın son ayı da bu konuda bir istisna teşkil etmiyor (1).
Metropollü tüketicilerin yüzde 35’i günlük hayatlarında enflasyondan, yine benzer orandaki bir kitle hayat pahalılığından ve yüzde 15’e yakın bir kesimi de geçim zorluluğundan söz ederken, bu ağır gündemin sonucunda yüzde 34’lük bir tüketici kitlesi için ülkenin en önemli sorunu ekonomi başlığı altında toplanıyor. Yüzde 25’lik bir tüketici grubu için zamlar ve yüzde 24’lük bir kesim için de işsizlik ülkenin karşı karşıya bulunduğu en önemli sorunlar.
Ekonomi kökenli bu sorunlar dışında eğitim sistemi (yüzde 19), mülteci sorunu (yüzde 12), hukuk ve adalet (yüzde 11) de en kısa sürede çözüm bekleyen sorunlar olarak sıralanıyor.
Çeşitli sektörlerde faaliyet gösteren büyük ölçekli şirketlerde çalışan C düzeyi yöneticilere göre, Türkiye’nin en önemli sorunu ekonomik sorunlardır (yüzde 49) ve bu sorunu enflasyon (yüzde 19), hukuk – adalet sistemi (yüzde 11) izliyor (2).
Endişe kaynaklarımız: Enflasyon, işsizlik ve borçlarımızı ödeyememe korkusu
Ülkenin karşı karşıya kaldığı bu sorunlar her yıl olduğu gibi bu sene de enflasyon ve işsizlik başta olmak üzere temel endişelerimizi besledi.
İş dünyasının bu sene enflasyon konusunda geçen seneye kıyasla daha iyimser bir beklenti içinde olduğunu görüyoruz. İş dünyasının yüzde 72’si önümüzdeki on iki ay içinde enflasyonun yükseleceğine inanıyor (geçen sene yüzde 87) ve yüzde 14’ü de enflasyonun düşmesini bekliyor (geçen sene yüzde 5).
Tüketici dünyasının enflasyon beklentisi iş dünyasına paralel bir yapıda bulunuyor; önümüzdeki on iki ay içinde enflasyonun artacağına inanan tüketicilerin oranı yüzde 60 (geçen sene yüzde 68) ve enflasyonun azalacağını düşünenler de yıl sonunda yüzde 23’e yükselmiş bulunuyor (geçen sene yüzde 17). Üstelik enflasyonda düşüş bekleyen tüketicilerin oranı Eylül ayından bu yana istikrarlı bir şekilde artış gösteriyor.
İş dünyasının ve toplumun işsizlik ile ilgili beklentileri bir önceki senenin neredeyse bire bir aynısı.
2023 yılı içinde işsizliğin artmasını bekleyen C düzey yöneticilerin oranı yüzde 77 iken (geçen sene yüzde 79), işsizliğin düşmesini bekleyenler de yüzde 3 (geçen sene de yüzde 3). Tüketiciler arasında işsizliği bir endişe kaynağı olarak yaşayanların oranı son iki yıl içinde yüzde 67 olarak ölçülmüş bulunuyor.
Geçtiğimiz yıllar içinde endişelerimizi besleyen borçlarını ödeyememe konusu ise 2022 yılında ücretlerde yapılan iyileştirmeler ve bu seneye yönelik iyimser beklentiler neticesinde tüketicilerin zihninde farklı bir mertebeye oturmuş bulunuyor. 2021 yılı sonunda metropollü tüketicilerin yüzde 75’ini endişelendiren bu konu, 2022 yılı sonunda yüzde 67’ye gerilemiş bulunuyor.
Enflasyonun artışı ve paranın değersizleşmesinin neticesinde bu bulgu ile örtüşen bir başka değerlendirme tüketicilerin farklı düzeylerde karşı karşıya kalabilecekleri olağanüstü beklenmedik bir harcamaya yönelik tepkilerinde de gözlemleniyor. Metropollü tüketicilerin yüzde 39’u 1.000 liralık, yüzde 66’sı 5.000 liralık ve yüzde 74’ü de 10.000 liralık ani bir ihtiyacı borçlanma olmadan karşılayamayacak durumdayken, bu oranlar 2021 yılının sonunda çok daha yüksek oranlarda bulunuyordu: sırasıyla yüzde 55, yüzde 76 ve yüzde 81.
Kuşkusuz ki, ele aldığım bu iki konu tüketicilerin hayat standartlarında ya da ekonomik koşullarında mutlak bir iyileştirmeye işaret etmiyor. Olağanüstü bir borcu karşılayamama oranı, kendi içinde iyileşmiş gibi görünse de, her üç örnek düzey için hala son derece yüksek.
Üstelik 2022 yılında tüm toplumca son derece net bir yoksullaşma sürecini yaşadık ve hala daha yaşıyoruz. Geçtiğimiz sene içinde yoksullaşma üzerine yazdığım her yazıda altını çizdiğim gibi, bu toplumsal olay küçük bir kesim hariç hepimizi derinden etkiledi ve kadınlar, gençler, çocuklar, yaşlılar, LGBTİ+ bireyler, engelliler ve göçmenler başta olmak üzere farklı toplumsal kesimlerin hayatını değişik biçimlerde etkiledi. Her birimizin yoksulluk hikâyesi farklı.
Açlık ve yoksulluk sınırı bir yıl içinde olağanüstü bir ivme ile artış gösterdi.
TÜRK-İŞ tarafından en son 30 Aralık günü açıklanan rakamlara göre ülkemizdeki açlık sınırı 8.130 ve yoksulluk sınırı da 26.484 liraya yükseldi. Bu iki rakam tam bir sene önce 4.098 ve 13.348 lira olarak açıklanmıştı. Her iki sınır değeri yüzde 98’lik bir yükselmeye işaret ediyor. Bence gerçek enflasyon oranına işaret eden bu değer bir önceki ayda (Kasım 2021 – Kasım 2022) yüzde 137 olarak ölçülmüştü. 2023 yılı içinde baz değerlerden kaynaklanacak enflasyondaki düşüşün ilk sinyalini bu oranlarda yakalamamız mümkün.
Değişmeyen, sabit ruh halimiz: Karamsarlık
Türkiye’nin sorunları ve endişe kaynakları konusunda farklı düzeylerde de olsa hemfikir görünen iş dünyası ve tüketiciler 2023 yılına karamsar bir ruh halinde girmiştir.
C Düzeyi yöneticiler arasında 2023 yılına iyimser gözle bakanların oranı yüzde 15 olarak tespit edilmiştir ve bu oran bir önceki yıl ile birebir aynıdır. Yeni yıla yönelik olarak karamsar bir bakış açısına sahip olanların oranı yüzde 68’dir ve bu değer 2022 yılına kıyasla 8 puan yükselmiştir.
Metropol illerinde yaşayan tüketicilere bakacak olursak, tüketicilerin yüzde 23’ünün önümüzdeki on iki aya yönelik olarak iyimser bir bakış açısına sahip olduklarını görüyoruz, bu değer bir önceki yıla ait değerin 5 puan üzerindedir. Buna karşın, tüketicilerin yüzde 53’ü de yeni yılı kötümser bir ruh hali ile karşıladı (geçen sene yüzde 58).
Rakamların da açıkça işaret ettiği gibi, hem tüketicilerin hem de iş dünyasının geleceğe bakışları net bir şekilde örtüşüyor. Ancak, bu iki kesimin duruşlarında bir önceki seneye kıyasla farklı bir durum da söz konusu.
Tüketicilerin dünyası iyimser bir bakış açısına doğru evrilirken, iş dünyası arasında karamsarlık biraz daha koyulaşmış durumda.
Sonuç olarak
Tüketicilerin zihinlerinde yaşanan bu değişim kıpırtılarının şirketler, markalar ve siyasi yapılarla bu sene içinde kurulacak ilişkiler üzerinde kaçınılmaz yansımaları olacaktır.
Ancak, bu rakamların ötesinde içinde bulunduğumuz yıla dair öngörülerde bulunmak hiç de kolay değil, siz siz olun ve bu seneye dair söylenen sözlere ve paylaşılan kısa dönemli analizlere ya da yıllık öngörülere temkinli yaklaşın.
Bu yıl bildiğimiz yıllardan değil. Bu yıl sıradan bir yıl değil. 2023’ü ve sonrasını derinden etkileyecek önemli bir seçimin arifesinde bulunuyoruz. Bu iktidar ile yola devam mı, yoksa yeni bir iktidara mı evet diyeceğiz; bu konuda vereceğimiz karar bugüne değin toplum olarak yaptığımız seçimlerin en önemlisi olacak belki de. Üstelik yapacağımız seçim salt siyasi bir tercih de olmayacak.
Hemen her ekonomik, kültürel ve sosyal konunun siyasetten derinden etkilendiği, siyasi bir içerik kazandığı bu günlerde iş dünyasının bundan sonraki dinamikleri bu seçimin sonuçları altında şekillenecek. Tüketicilerin markalar ve şirketlerle ilişkisi, markalara ve şirketlere yönelik beklentileri seçim sonuçlarına göre biçim kazanacak.
Yeni yılınız kutlu olsun.
Hüseyin Tapınç yazdı: “Yeni” her zaman “klasik”lerden evla mıdır?