Çift kişilikliyim, neden mi?
Yeni yayın dönemi öncesi Ezel Akay’la bir araya gelsek de biraz yeni yayın dönemi, biraz sinema, biraz reklam biraz da her şeyden bahsetsek diyoruz. Ezel Akay da atlayın gelin Balat’a, konuşalım diyor. Biz de bayram öncesi soluğu Balat’da alıyoruz. Ancak buluşacağımız kafe kapı duvar… Kafenin önünde sessiz sedasız bekliyoruz. İster istemez beklerken nasıl gelecek acaba büyük bir ciple mi, mütevazı bir arabayla mı, taksiyle mi, yürüyerek mi derken… Ezel Akay ara sokaktan bisikletiyle mutlu mesut yanımıza süzülüveriyor… “Madem kafe kapalı beni takip edin” diyor. Biz de takılıyoruz peşine… Kendimizi 120 yıllık eski bir işletme olan meşhur Agora Meyhanesi’nde buluveriyoruz. İçerde hummalı bir çalışma olduğu belli. Nitekim Ezel Akay heyecanla tarihi işletmenin tasarımını yaptığını anlatıyor. Tarihi meyhaneyi Anadolu’da yenilip içilen yemeklerin müzesi gibi bir mekân yapacaklarmış. Biz de tarihi mekânın bir köşesine oturuyor ve başlıyoruz sohbetimize… Konuğumuz Ezel Akay olunca, konu konuyu açıyor, her konuşulan da ufkumuzu… Sohbetimizi merak edenleri okumaya, Agora Meyhanesi’ni merak edenleri ise biraz daha sabretmeye davet ediyoruz… Zira meyhane kapılarını Ekim ayında açacakmış.
Eylül ayında yeni yayın dönemi başlıyor. Siz yeni yayın döneminde elinize kumandanızı aldığınızda nasıl bir yayın akışı görmek istersiniz?
Şu an televizyon, habercilik ve bilgilenmeyle ilgili söylenebilecek her şey geçtiğimiz iki ayın etkisinde söylenebilecek şeyler. Türkiye’de bundan 2 ay önce başka bir dünya vardı, Gezi olaylarıyla birlikte şimdi başka bir dünya var. Ve bu yaşadığımız toplumsal süreçte de en çok etkilenecek şey medya ve özellikle de televizyonculuk. Önümüzdeki 5 yıl içinde bizim televizyonculuk diye bildiğimiz her şey değişecek. Buna hazırlık yapmak lazım. Özellikle içerik hazırlığı yapmak çok önemli. Bu noktada reklamda olsun TV dizilerinde olsun, sinemada olsun insanların bu içeriğe uygun düşünmesi lazım. Ben kendi adıma çok daha sağlam ve özgür haber programları izlemek isterim. Ayrıca bütün TV dizilerinin de formatlarının değişmesi gerektiğini düşünüyorum. Böyle bir talep de olduğuna inanıyorum.
Peki, nasıl bir değişim olmalı?
Artık her ortalamaya hitap eden bir dizi yapmaya imkân yok. Çok çeşitli ilgi alanları var Türkiye’de. Bizim dizilerimiz bu anlamda televizyon draması değil, pembe dizi (soap opera) formatında diziler zaten. Hem ilişkileri klişeleri hem uzatma formülleri hem hikâyelerin yapıları hem de güzel insan yüzlerinden ibaret olması bunu kanıtlıyor. Sadece, biz pembe dizilerden çok daha pahalıya mal ediyoruz ve onlara oranla çok daha az bölüm üretebiliyoruz. Bu uzun format meselesini de Türkiye yarattı zaten. 2 saatlik dizi formatı, dünyaya Türkiye’nin hediyesi oldu. Ben bundan sonra Türkiye’nin, sistemin, seyircinin televizyon kanallarının ve reklamverenin bunu kaldırabileceğine pek imkân vermiyorum. Tarzların çeşitlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Türkiye’nin gündemini takip eden, kafalarda soru işareti yaratan ve daha dinamik öykülerin yer aldığı dizilerin çok ilgi çekeceğini düşünüyorum. Tabii aile dizileri de aynı formatta yapılabilir.
Duygu Atahan imzalı bu keyifli röportajın devamını Marketing Magazine’in 1 Eylül sayısında bulabilirsiniz.