COVID-19 bildiğimiz kapitalizmi değiştiriyor mu?
Dünyanın dört bir yanından birçok şirket “yeni normalin” beraberinde getirdiği koşullarda başarılarını sürdürebilmek adına iş planlarını baştan tasarlıyor. Bu yeniden oluşum da her bir şirketin kâr hedeflerine fayda amaçlı adımlarla ulaşmasına şans tanıyor. Geçtiğimiz hafta McKinsey & Company’den 4 isim Financial Times ile iş, akademi, siyaset ve daha birçok alandan önemli ismin bir araya geldiği Global Moral Money Summit kapsamında gerçekleştirdiği sohbetlerde, fayda odaklı yeni iş modellerinin püf noktalarına ve akıllı organizasyonların bu fırsatlardan nasıl yararlanabileceğine değindi.
“Daha kapsayıcı bir ekonomi inşa etmek”
McKinsey & Company Kuzey Amerika Managing Partner’ı Liz Hilton Segel, kapsayıcı ekonomi kavramını çalışanlar için dirençli ve yüksek maaşlı işler yaratan, mental sağlık gereklerini yerine getiren ve mağdur kesimlere yeni fırsatlar sunan bir ekonomi olarak tanımlıyor. Hilton Segel Financial Times’ın editörü Andrew Edgecliffe-Johnson’la gerçekleştirdiği sohbette kurumların bu vizyonu hayata geçirmekteki rolünden bahsetti.
AI ve otomasyonun entegrasyonunun özellikle COVID-19 döneminde hızını arttırdığını belirten Hilton Segel, kurumların bu dönüşümün, iş kolları risk grubunda olan çalışanları geride bırakmadığından emin olmak adına iyileşme modellerinin yapı taşı olan yetileri belirlemeleri gerektiğini ve ardından çalışanlar arasında oluşabilecek yetenek uçurumlarını kapayacak programlar geliştirmeleri gerektiğini belirtiyor. Konu mental sağlık olduğundaysa şirketlerin çalışanlarına karşı empatiyle yaklaşmasının anlamlı olduğunu belirten Hilton Segel, yatırımın, sağlık sıkıntıları yaşayan ekip arkadaşlarını destekleyecek liderlerin eğitimine yapılmasının önemini vurguladı.
Hilton Segel son olarak, işyerlerindeki başta olmak üzere, sistemik eşitsizliğe karşı atılacak adımların başında her kesimden çalışanın işe alınması, adillik ve saydamlığa dayanan fırsat eşitliğine odaklanılması ve açıklığın ön plana çıkarılıp şirket içindeki mikro-agresyonların hedef alınmasının geldiğini belirtti.
“21. Yüzyılda başarının anahtarı”
McKinsey Global Institute Yönetim Kurulu Başkanı ve Direktörü James Manyika, global ekonomi ve teknoloji trendlerini oluşumundan zirvesine kadar izleyebildiği konumuyla kurumların 21. yüzyılda başarılı olmak için neye ihtiyacı olduğunu en net görebilenlerden. Yaklaşımını Financial Times ekibinden Gillian Tett ile paylaşan Manyika, COVID-19’un işin geleceğindeki belli trendleri akıl almaz bir hıza ulaştırdığını belirtiyor.
Manyika, “Uzaktan çalışmayla ilgili deneyimlerin muazzam kapsamını düşündüğümüzde unutmamamız gereken bir şey var: tüm iş kollarının sadece üçte biri işin uzaktan tamamlanmasına imkan tanır yapıda” diyor. Bu nedenle birçok çalışan risk grubuna dahil oluyor ve geçici ücretsiz izinlerle, işten çıkarmalarla ve çalışma saatleri ve maaşlarında düşüşlerle karşılaşabiliyor. Tüm bunlar olurken kurumlar aynı zamanda dijitalizasyon stratejilerine, otomasyon entegrasyonlarına ve AI çözümlerine tam hızla devam ediyor. Bu süreçten etkilenen çalışanlar; işverenleri, faaliyet gösterdikleri sektörleri ve bir üyesi oldukları toplumları tarafından desteklenmeli.
Özetle, bugünün sosyal dizilimi bazıları için harika sonuçlar doğurduysa da, çoğunluğu zor bir döneme sürükledi; ve bu trendler duracağa da benzemiyor…
Manyika sosyal yaşantının çalışanlar, tüketiciler ve yatırımcılar için nasıl değiştiğine de değindi. 21. yüzyıl birçok iş kolunun doğumuna şahit olduysa da maaşlar bu artışın temposuna yetişemedi. Tüketim ürünlerinin fiyatları düşerken gayrimenkul, sağlık ve eğitim gibi zaruri ihtiyaçların edinilmesi zorlaştı. Manyika dünya nüfusunun çoğunluğunun para biriktiremediğini vurgulayarak sözlerine devam etti.
Teknolojik inovasyon, dijitalizasyon ve globalleşme kurumların başarı imkanlarını arttırsa da Manyika’ya göre unutulmaması gereken bir şey var: kazandıkları akıl almaz gelir; ırkçılık, kapsayıcılık ve iklim değişimi hakkındaki endişelerin de bir o kadar arttığı bir dönemde şirket kasasına giriyor. İnsanlar, dünyanın neresinde olursa olsun kurumların bu endişeler için çözüm yaratmasını bekleyecek; onları görmezden gelip gelirlerine odaklanmalarını değil…
Etik değerler, para ve sürdürülebilir finansman…
McKinsey & Milan ofisinden Marco Piccito Avrupa’nın lider finansal ve endüstriyel organizasyonlarına risk yönetimi, iş stratejileri ve dönüşüm süreçleri hakkında danışmanlık veriyor. Zirvede BNP Paribas’nın Chief Sustainability Officer’ı (CSO) Herve Duteil ve Pictet Wealth Management’ın ESG (Çevre, Sürdürülebilirlik, Yönetim) lideri Rosa Sangiorgio ile sürdürülebilir finansmanın anlık durumunu ve geleceğini tartışan Piccito sözlerine, sürdürülebilir ve ESG finansal ürünlerinin COVID-19 sürecinde oldukça dirençli olduğunu belirterek başladı. Nakit akışından performansa kadar talebini yitirmeyen bu ürünlerin değeri, kriz sürecinde alternatifleri yüzde 50 oranında değer kaybı yaşarken, sadece yüzde 12 oranında azaldı. Bu tablonun birden fazla faktöre dayalı olabileceğini belirten Piccito, bu nedenlerin başında sürdürülebilirliği merkezine alan yatırımcıların ve sektörlerin diğerlerine göre daha farklı hareket etmesinin geldiğini belirtiyor.
Piccito’nun paylaştığı içgörülerden bir tanesi tüketicilerin sürdürülebilir ürünler satan, bir amaca veya değerlere sahip olan ve çalışanlarının güvenliğini gözeten kurumlardan satın alım yapmaya yüzde 25 oranında daha yatkın oldukları oldu. Piccito sözlerini, dünyanın dört bir yanından bireyin gözünde şirketlerin asıl misyonunun ticari kilometre taşlarıyla son bulmadığını vurgulayarak noktaladı.
İklim ve doğa zorunluluğu
Moral Money Summit’in son paneline katılan Sustainability Practice global lideri Dickon Pinner, Financial Times editörü ve köşe yazarı Pilita Clark ile kurumların iklim değişiminin karşısında ne yapabileceği hakkında konuştu. Panelde Root Capital kurucusu ve CEO’su Willy Foote ve Walmart CSO’su Kathleen McLaughlin de görüşlerini paylaştı.
Pinner’a göre iklim değişiminin öncelikli olarak öne çıktığı pazarlardan biri, fosil yakıtlar gibi eskiden “güvenli” olarak nitelendirilen yatırım alanlarının artık değişmesiyle yeniden şekillenen borsa oldu. Risk farkındalığı ve fırsat dengesinin, risk-ödül eşitliğini bozmasıyla, vaktinde yatırımcıları tedirgin eden pazarlar (sürdürülebilir teknolojiler gibi) artık daha anlamlı yatırım odakları haline geldi.
Dünya değişiyor; hem de hızla! Kurumlar saydam olurken hem çevrelerini hem de çatılarının altındaki paydaşlarını korumalı. Teoride kolay, hayata geçirirken nispeten daha zor olan bu yolun sonunu görenlerse 21. yüzyılın yıldız karmasını oluşturacak.