Görünenin ötesinde: “Deprem Bizi Nasıl Etkiledi?”
Xsights’ın 6 Şubat depremiyle ilgili gerçekleştirdiği araştırmanın sonuçlarının açıklandığı “Deprem Bizi Nasıl Etkiledi?” webinar’ında birbirinden önemli isimlerin yorumuyla depremin görünen ve gölgede kalan etkileri masaya yatırıldı. Marketing Türkiye Genel Yayın Yönetmeni Günseli Özen’in moderatörlüğünü gerçekleştirdiği yayında paylaşılan veriler Türkiye’nin ağrı noktalarına işaret etmenin yanı sıra iyileşmek için oluşturulması gereken yol haritasına dair de önemli içgörüler barındırıyor…
Xsights’ın ev sahipliğinde, 6 Nisan 2023 tarihinde YouTube canlı yayınıyla gerçekleştirilen webinar’da Xsights’ın 10 Mart-22 Mart tarihlerinde 800 kişiyle depremden etkilenen illeri dışarıda bırakarak İBBS-1 düzeyinde Türkiye temsili gerçekleştirmiş olduğu araştırmanın sonuçları birbirinden önemli isimlerle birlikte değerlendirildi. Marketing Türkiye Genel Yayın Yönetmeni Günseli Özen’in moderatörlüğünde gerçekleşen webinar’ın katılımcıları ve ele alınan konular şöyle:
- Bahçeşehir Üniversitesi, Prof. Dr. Nilüfer Narlı-“Depremin Sosyolojik Perspektiften Değerlendirmesi”
- İstanbul Üniversitesi, Prof. Dr. Veysel Bozkurt-“Deprem Sonrası Toplumun Ruh Hali”
- TED Üniversitesi, Prof. Dr. Kezban Çelik- “Deprem Sonrası Yer Değiştirme, Nüfus Hareketleri”
- KAGİDER, Başkan & SEDEFED, Başkan-Emine Erdem- “Kadınların Enerjisi ile Tekrar Ayağa Kalkacağız; Kadın Perspektifinden Deprem”
- DBE, Kurucu-Emre Konuk-“Deprem Bölgesinde Yürütülen Psikolojik Destek Çalışması”
- Koç Üniversitesi, Prof. Dr. Ayşegül Özsomer Tunalı-“Depremde değişen tüketim alışkanlıkları
ve markalardan/iş dünyasından beklentiler” - XSIGHTS, Kurucu-Çiğdem Penn- “Deprem ve Sonrası”
- Marmara Üniversitesi, Doç. Dr. Şevket Sayılgan-“Depremin Ekonomisi”
Deprem hazırlıklarında artış var
Webinar’da ilk olarak Xsights Araştırma ve Danışmanlık A.Ş.’nin kurucusu Çiğdem Penn, araştırmayı yapma gerekçelerini ve sonuçlarından neler beklediklerini açıklarken: “Deprem Bizi Nasıl Etkiledi? çalışmamız, 6 Şubat Depreminin toplumsal hafızamızda ne kadar derin bir etki bıraktığını tasvir eden bir çalışma oldu. Bu çalışmamızın genel olarak amacı depremin sosyolojik, psikolojik ve ekonomik boyutlarını bütünsel olarak kısa, orta ve uzun vadede ele almak” dedi…
Penn araştırmada öne çıkan verileri şöyle özetledi:
- Araştırmaya katılanların yüzde 89’u depremin toplumsal dayanışmayı, birlik ve beraberliği artırdığını ifade etmekteler ki bunu hepimiz depremi takip eden haftalarda izledik. Birlik ve beraberliğin göstergelerine baktığımızda ilk öne çıkan davranışın nakdi ve ayni yardımlar olduğunu görüyoruz. Araştırma sonuçlarına göre toplumumuzun yüzde 84’ü nakdi, yüzde 47’si ise ayni yardım yapmış.
- Yardımların yerini bulması konusunda ise sivil toplum kuruluşları öne plana çıkıyorlar. Ahbap’ın verilen yardımları verimli kullanacağına inananların oranı yüzde 85 iken, bu oran Akut için yüzde 77, AFAD için yüzde 77 ve Kızılay için yüzde 70’tir. Dini dernek ve cemaatler için ise yüzde 51 olarak ölçümlendi. Bu depremle STK’ların toplumumuzdaki yeri daha da netleşmiştir diyebiliriz.
- Toplumsal dayanışmanın olumsuz bir sonucu ise göçmenlere karşı toleransın azalmış olması olarak karşımıza çıkıyor; halkımızın yüzde 90’nı artık göçmen kabul edilmesin, yüzde 87’si de göçmenler ekonomimize zarar veriyorlar ifadelerine katılıyor. Toplum olarak yüzde 92’miz depremden müteahhitleri, yüzde 70’imiz yerel yönetimleri yüzde 44’ümüz ise hükümeti sorumlu tutuyoruz.
- Sevindirici bir haber ise 2019’da Akut için yaptığımız Deprem Çalışmasında deprem için hiçbir hazırlığım yok diyenlerin oranı yüzde 55 iken bu araştırmada yüzde 20’ye düştü ve deprem sırasında ne yapılacağını biliyorum diyenler yüzde 85’e yükseldi.
Deprem bölgesinden ilk çıkanlar orta ve orta-üst sınıf mensupları oldu
Ardından, TED Üniversitesinden Prof. Dr. Kezban Çelik, deprem sonrası yer değiştirme ve nüfus
hareketlerinden bahsetti. Deprem bölgesinden diğer illere yaşanan göç hareketlerinin kalıcı olup
olmayacağına, kalıcı olursa bu durumun şehirlerin demografik yapılarında ne gibi değişikliklere yol
açacağına ve bunların etkilerine değinen Çelik’in konuşmasında öne çıkan satır başları şöyle:
- Afetlerden sonra göç hareketlerinin olması hem bizim geçmiş afet deneyimlerimizden hem de
dünyadaki deneyimlerden bildiğimiz bir durum. Bu afetten kaynaklı olarak hem de bölgesel hem de
sayısal düzeyde göçün artacağı öngörülüyor. - Afet kayaklı nüfus hareketlilikleri tesadüfi değil ve hareketlilik becerisi ve hareketlilik adaleti dediğimiz kavramlarla birlikte sosyal adalet kavramı çerçevesinde düşünülmeli. Bu kavram kimin nereye gideceğini ve gittiği yerde ne kadar kalacağını belirliyor. Dolayısıyla, bu beklenmedik afetten dolayı ilk gitme becerisi gösterebilenlerin genellikle orta ve orta-üst sınıfa mensup kişiler diyebiliriz.
- Deprem sonrası göç edenlerin gittikleri yerde kalıp kalmayacaklarını çalışma hayatına, sosyal hayata ve kamusal yardımlara eklemlenebilme seviyeleri şekillendirecek. Tabii bir de ayrıldıkları yerlerdeki değişim ve dönüşümler de belirleyici olacak.
Toplumsal çatışma da bir gerçeklik
Depremi ve araştırma sonuçlarını sosyolojik bir perspektiften ele alan Bahçeşehir Üniversitesinden Prof. Dr. Nilüfer Narlı’nın yorumları ise şöyle:
- Afet sosyolojisi literatüründeki çalışmalar bu tarz dönemlerde toplumsal dayanışmanın ve
gönüllülüğün arttığını gösteriyor. Bunu Türkiye özelinde değerlendirdiğimizde ilk başta arama
kurtarma çalışmalarında, sonrasında depremzedelerin en öncelikli ihtiyaçlarının karşılanmasında
canla başla çalıştılar. Kendini edilgen ve pasif hisseden insanlar da bu dayanışma sürecinde aktif hale
gelerek bir özne halini aldılar ki bu da depremin bu anlamda Türkiye’de yarattığı önemli
dönüşümlerden birisi. Dayanışma, bu aktifliği ve bireyin güçlenmesini destekliyor. Türkiye’de
kolektivistim hala çok güçlü, bu da Türk toplumundaki bu dayanışmanın en büyük gerekçelerinden
biri. - Depremle birlikte ortaya çıkan toplumsal dayanışmanın yanı sıra, toplumsal çatışma da bir gerçeklik.
Bu gibi durumlarda, öteki olarak tanımlanan gruplar toplumsal öfkenin daha fazla öznesi olabiliyor.
Bu öfkenin hedeflerinden biri de Suriyeliler oldu çünkü ekonomik yıkım büyük, kıt kaynakların
paylaşımının getirdiği gerginlikler var. Ancak araştırma bulgularından bir şeyin altını çizmek istiyorum:
Deprem anında deprem bölgesinde olmayanlarda göçmenlere yönelik negatif tutum olanlara göre
daha fazla. Bu da deprem anında deprem bölgesinde olanların Suriyelilerle aynı acıları ve sonrasında
da benzer şartları paylaşmalarının getirdiği bir durum olarak yorumlanabilir. Deprem bölgesinde
olanlardan şunları duyuyorum: Suriyelilerle birbirimizi kurtardık, onlarla aynı çadırı paylaşıyoruz.
Yalnızca yer küre hareketlenmiyor toplumsal yapı sarsılıyor
Araştırmada yaklaşık her 2 katılımcıdan 1’i geleceğe yönelik kaygılarının arttığını ve sevdiklerini kaybetmekten korkar hale geldiklerini söylerken her 5 katılımcıdan yaklaşık 2’si sürekli deprem korkusu yaşadığını ve uyku kalitesinin bozulduğunu belirtiyor. Bu oranların bizlere toplumun ruh hali hakkında neler söylediğini ve bu ruh halinin olası uzun vadeli etkilerinin neler olabileceğini değerlendiren İstanbul Üniversitesinden Prof. Dr. Veysel Bozkurt’un konuşmasında öne çıkan satırbaşları ise şöyle oldu:
- Depremler ve afetler toplumsal yapıyı sarsıyor, yerleşik normları işlemez hale getiriyor, insanların
güven duygusunu sarsıyor, toplumda hoşnutsuzluk artıyor ve insanlar hayatları üzerinde kontrol
duygusunu kaybediyor, uykusuzluk problem oluyor ve insanlar rutin işlerini yapamaz hale geliyor.
Dolayısıyla afetin düzeyine göre, yalnızca yer küre hareketlenmiyor; toplumsal yapı sarsılıyor ve
bireylerin ruh halleri de büyük ölçüde sarsılıyor. Ontolojik güvensizlik duygusu artıyor; toplumda
yerleşik normal işlemez hale geliyor. - Araştırma sonuçlarını incelediğimizde depremzedelerin, ailesinde depremzede olanların, evinin
sağlam olmadığını belirtenlerin, kurumlara güvenmeyenlerin ve daha düşük gelirli kişilerin bu
kaygıları daha yüksek oranda yaşadıkları görünüyor. 99 depreminde yaptığım bir araştırmada yüzde 70’lik bir kitle, 6 ay sonra her şeyi unuturuz demişti; bu araştırmada da yüzde 72’si 6 ay sonra her şeyi unuturuz diyor. Biz unutarak iyileşmeye çalışıyoruz çünkü baş edemediğimiz sorunlar var, evimizi değiştirecek ekonomik gücümüz yok. - Depremde kaygı, huzursuzluk, uykusuzluk, korku gibi kavramlar ön plana geldi toplumun ruh halini
açıklarken ancak bunu yalnızca depremle ilişkilendirmek ne kadar doğru olur bilmiyorum. Bunun bir
de yapısal boyutu var. İşsizliğin, yoksulluğun, güvencesizliğin arttığı bir durumda yaşanan psiko-sosyal durumları yalnızca depremle açıklamamız doğru olamaz.
Terapi süreci başladı
Toplumun ruh halini psikolojik açıdan ele alan DBE Kurucusu Emre Konuk ise, deprem bölgesinde yürütülen psikolojik destek çalışmalarından bahsetti. Konuk konuşmasında şu konuların altını çizdi:
- Afet ve travma kavram olarak hayatımızda varlar ama bunun kişisel ve sosyolojik boyutta ne anlama
geldiğini ilk kez anlamaya başlamamız 99 depremi oldu. Ancak hala bazı genellemeler üzerinden
gidiyoruz. Depreme müdahale eden organizasyonların çok azı, deprem olduğu zaman ne yapacaklarını biliyorlar. Bizim gibi ruh sağlığı hizmeti veren örgütler, üniversiteler ve STK’lar deprem
olup bir araya geldiklerinde her seferinde şimdi ne yapacağız diye soruyor ve bir kurumsal hafıza
oluşmuyor. - Biz şu an beş şehirde Aile Bakanlığı ile çalışıyoruz. Aile Bakanlığı’nın seçtiği başka dernekler de
oralarda görev yapıyor. Bizim iki derneğimizin toplam 3 bine yakın gönüllüsü var ve bunlardan bin 92’si seçilerek alanda görev yapmaya başladı. Rotasyonla her hafta 30 terapist sahaya dönüşümlü olarak gidip geliyor. Terapi süreçlerine başlanması için yaklaşık 1 ay geçmesi bekleniyor. Bunu bekledik ve yaklaşık üç aydır alandayız. Bu sürede 3 bin 720 danışanla bir terapi ilişkisi kurduk. Bunun yıllarca sürecek bir hizmet olduğunu düşündüğümüzde binlerce kişiye ulaşmayı hedefliyoruz. Dolayısıyla, artık ruh sağlığı hizmeti açısından ne yapılacağı biliniyor ve modeli de yayınlanıyor.
İş dünyası için 2023 kâr yılı olmayacak, ar yılı olacak
Depremin ekonomik değerlendirmesine ayrılan webinar’ın son bölümünün açılışını Doç. Dr. Şevket Sayılgan yaptı. Deprem ekonomisini anlamaya yönelik yorumlarda bulunan Sayılgan, araştırmada yer alan “Her 5 kişiden yaklaşık 1’i depremden sonra tatil planlarını, yatırım planlarını ve ev alma planlarını öteledi” sonucuna da değindi ve şunları söyledi:
- Önceki konuşmacıların değindikleri konulardan da anlıyoruz ki deprem öncesindeki ekonomik
koşulların yarattığı etkilerin sosyolojik ve psikolojik sonuçlar olarak karşımıza çıktığını görüyoruz.
Deprem bu konudaki sürecin tetiklenmesine sebep oldu. Biz henüz depremin ekonomiye etkisini görmedik, şu an depremin ekonomiye etkisini öngörüyoruz. - Her şeyden önce şu tespiti yapalım, Türkiye ekonomisi bir krizde. Bu krizin diğerlerinden ayırt edici tarafı şu ki bu kriz bir yönetim krizidir; yani şu an Türkiye’de yaşanan ekonomik krizin arkasında ekonomik bir sebep yok. Bu ekonomik portre depremle birlikte değişti; öngörülen hedefler rafa kalktı. Deprem bize ekonomik anlamda ne getirecek diye bakarsak: bütçe açığını büyütecek, bu bütçe açığının ilk ve en önemli etkisi enflasyonun yükselmesi olacak. Haziran’dan itibaren enflasyonda bir artış göreceğiz ve enflasyonu kontrol altına almak için faizler yükselecek. Deprem maliyeti ile birlikte değerlendirildiğinde Türkiye’nin iki temel kaynağa ihtiyacı var. Birincisi doğrudan yabancı sermaye yatırımları. Bu sermaye neden yoktu ya da gitti? Çünkü güven yoktu. İkincisi de Türkiye’de olağanüstü gelir yaratıcı iç tasarruflara ihtiyaç var.
- Önümüzdeki dönemde servet vergisi gibi bir kaynak yaratılmak zorunda. Örneğin ÖTV 99 depremi
sonrası uygulanmaya başlandı ve şu an ÖTV ve KDV gibi vergiler tüm vergi sisteminin üçte birini
oluşturuyor. Bu gelişmiş ekonominin kabul edebileceği bir şey değil. Yani bunlar sistemin zaten
anormalleriydi ve depremle birlikte bunların iyice büyümesi söz konusu. İş dünyası için şunu
söyleyebilirim ki 2023 kar yılı olmayacak, ar yılı olacak. Yani öncelik karlılığı artırmak değil mevcudu
koruyabilmek. - Deprem sonrası fırsatlara baktığımızda euro-dolar paritesinin lehimize çalıştığını söyleyebiliriz.
Uluslararası ilişkilerde iyileşme var ve Avrupa resesyon beklentisinin yumuşaması söz konusu.
Depremin getireceği ekonomik tehditlere baktığımızda ise 100 milyar dolarlık bir deprem
maliyetinden bahsediliyor ki bu bize enflasyon büyümesi olarak gelecektir. Bunların hepsinin
çözümünün tek bir adı var o da güven.
Eşitsizlikler yumağının içindeyiz
KAGİDER ve SEDEFED Başkanı Emine Erdem ise, ekonomi perspektifine kadın konusunu da ekleyerek
depremi girişimci kadınlar perspektifinden şu sözlerle değerlendirdi:
- Yaşanan krizler, var olan eşitsizlikleri daha da derinleştiriyor ve bu darbeyi en çok hisseden de toplumun yarısını oluşturan kadınlar oluyor. İşverenlerin gözden çıkardıkları ilk çalışanlar kadınlar olmasının yanı sıra dadın girişimciler de zorlanıyorlar kriz dönemlerinde.
- Dünya’nın birçok yerinden yardımlar geldi bize ancak günün sonunda biz yalnızız. Türk toplumu olarak yaralarımızı birlikte saracağız ve kadınların da buradaki rolleri çok büyük. Birleşmiş Milletler verilerine göre depremden yaklaşık 15 milyon vatandaşımız etkilendi, bunun yarısı kadınlardan oluşuyor. Milli gelirimizin yüzde 10’unu oluşturan bir bölgeden söz ediyoruz… Kayıtlı istihdamın yüzde 12’si yine bu bölgedeydi, kayıt dışı istihdam da buradaydı. Yani eşitsizlikler yumağının içindeyiz.
- Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu, 226 bin hamile kadının olduğunu ve önümüzdeki bir ayda 25 bin doğum beklendiğini söylüyor. Yani bakım, beslenme, sağlık, su, hijyen, güvenlik sorunlarının yanı sıra kadın özelinde hala çok büyük ihtiyaçlar var. Şartlar buyken hiçbir kadını arkamızda bırakmayacağız ve yaralarımızı birlikte saracağız çünkü bölgedeki kadın girişimcilerin çok derinden etkilendikleri bir gerçek. Garanti BBVA ile birlikte büyüttüğümüz ticaretinkadınları.com portalımız var. Bu portalı depremden etkilenen kadın üreticileri daha çok kucaklayan bir platform haline getirip büyüteceğiz.
- Kadın girişimcilerin ve kooperatiflerin ihtiyaçlarını tespit etmek için KAGİDER olarak BM ile birlikte çalıştık. Hibe desteği en büyük ihtiyaç sonra eleman ve ekipman desteğine, tanıtım desteğine ve psiko-sosyal desteğe ihtiyaç duyuyorlar. Çalışmaya katılan girişimci kadınların yüzde 88’i üretime ve hizmete ara vermiş durumda. Kadın girişimcilerin ekonomik katkıların yanı sıra, toplumsal bir katkıları da var.
- Biz şöyle düşünüyoruz eğer kadın ayağa kalkarsa, Türkiye’nin ekonomisi de hayata kalkar. Oradaki kadınların potansiyelini, gücünü ve enerjisini hızlıca hayata geçirebilirsek kadın aileyi de ayakta tutar, göçü de engeller, sistemi de tasarlar. Dolayısıyla, o bölgedeki kişilerin güvenliğini sağlamak, iş imkanlarını güçlendirmek için çeşitli mekanizmaları kurgulamak ve yaşam alanlarının daha kullanılabilir reflekslerle hayata geçirilmesi şart.
Hem çalışanlar hem de tüketici “güven” arıyor
Konunun en önemli paydaşlarından biri olan işletmeler ve onların sahip olduğu markalar açısından depremin etkilerini değerlendiren Koç Üniversitesinden Ayşegül Özsomer konuyla ilgili olarak şunları söyledi:
- İşletmeler açısından güven çok önemli. Satın alma alışkanlıklarında da güven konusu tüm dünyada yüzde 70 ila yüzde 85 bandında belirleyici bir unsur. Tüketicilerin yüzde 62’si işletmelere güveniyor ve 26 ülkede yapılan bir araştırmada bu oran sivil toplum kuruluşlarından, hükümetlerden ve medyadan daha yüksek. Bu da gösteriyor ki tüketiciler özellikle kriz zamanlarında işletmelerden çok fazla şey bekliyor. Markalar bu tarz belirsizliklerde tüketicilerin geri döndükleri bir tanıdıklık hissi olarak kendini gösteriyor.
- XSIGHTS’ın yaptığı araştırmada depremden sonra tüketimini azalttığını söyleyenlerin oranı yüzde 65. Kişiler daha az tükettiğinde neyi tüketeceğine ve hangi markayı tercih edeceğine yine güven unsuru üzerinden şekil veriyor. Tüketici kriz dönemlerinde ucuz maldan ziyade kaliteli mala yöneliyor çünkü ucuz malın riski daha fazla. Ayrıca, araştırma sonuçları bize gösteriyor ki kişiler deprem bölgesine yardım yapan markalara yönelik daha büyük bir bağlılık hissediyor.
- Daha az tüketen grubun karşısında daha az da olsa başka bir grup var o da daha fazla tüketeceğim
diyenler. Onlar da nasıl olsa gelecek karamsar ve benim tasarruf yapmama gerek yok diye düşünüyor.
Bu dönemde yaşanan ve araştırma sonuçlarının da ortaya koyduğu korku, yalnızlık ve yılgınlık hissinin
tüketici davranışları üzerindeki etkisine bakıldığında bazı tüketiciler yeni normal dedikleri şeye alışıyor.
Yani tutumlu olayım, daha az tüketeyim eğilimi kalıcı hale geliyor. Diğeri de tanıdık olana dönüş
sevdikleri ve tanıdıkları markalara dönüş olabilir. Yaklaşık 4 senede de bu tip krizlerin etkileri
tamamen siliniyor ve tüketimdeki değişiklik eskiye dönüyor. - Markaların deprem sırasında yaptıkları tüketicilerin aklında kalıyor ancak bunun çalışan boyutu da var. Bu tarz şirketlere çalışanları da daha çok güveniyor. Deprem sırasında elini taşın altına koyan şirketler hem tüketicileri üzerinde hem çalışanları üzerinde güven yaratıyor.
Webinar’da açıklanan araştırma, Askıda Ne Var üzerinden yapılan bağışlarla depremzede gençlerin eğitimlerine devam etmelerini desteklemeyi de amaçlıyor.
Bağış yapılabilecek hesap bilgileri şöyle:
Askıda Ne Var Derneği IBAN: TR650004600768888000110144 (Akbank)
Açıklama: Webinar
Araştırma raporuna ulaşmak için [email protected] adresine yazabilirsiniz.