Boyut atlıyoruz derken boyut mu kaybediyoruz?: Dijital dünyada “insan” kalabilmek
İçinde bulunduğumuz teknoloji çağı bugüne kadar eşi benzeri görülmemiş çelişkileri, anlamsal karmaşaları da beraberinde getiriyor. Hayatımızdaki hız, çeşitlilik, farklılık, kolaylık seviyesi arttıkça kendi benliğimizi korumamız zorlaşıyor. Hep daha fazlasını isteyen bizler, hep daha fazlası için de baskılanıyoruz. Bu durum bizi “gerçek”lerin dünyasından, imaj ağırlıklı, -miş gibi yapmanın geçerli olduğu bir dünyanın içine sürüklüyor. Peki, “şu an” bize bu konuda ne diyor? Gelecekte iletişim/pazarlama dünyası nasıl bir yol haritasıyla devam edecek?
Biz büyüdük ve kirlendi mi dünya?
Hızlı teknolojik gelişmeler, hayatımızın bir gün belki de daha az bir sürede şekil değiştirmesine neden oluyor. Bir YouTube videosuyla ünlü olan, bir mobil uygulamayla alışkanlıklarını değiştiren, online alışveriş yaparak kabinde kıyafet denemeyi rafa kaldıran, insanlarla online uygulamalarla sosyalleşen, filmleri sinema salonunda izlemek yerine internetten izleyen, asla ulaşamayacağını düşündüğü ünlüye bir mesajla ulaşan, dünyanın öbür ucundaki bir olaydan herkesle aynı anda haberdar olan insanlarız artık. Cep telefonuna günde bir kere bakan kimse kaldı mı? Ya da “Ben hiç online alışveriş yapmadım, dijital platformlardan hiç dizi izlemedim” diyen kişiler var mıdır? 4,66 milyar aktif internet kullanıcısının yer aldığı, 3,8 milyar kişinin sosyal medya kullanıcısı olduğu, yani dünya nüfusunun yüzde 60’ından fazlasının çevrimiçi olduğu dünyada bu soruların cevabı büyük harflerle “HAYIR”dır.
Her şeye çıktığı anda sahip olabilmek, her yeni teknolojik gelişmeye olanca gücümüzle adapte olmak, her zaman daha fazlasını istemek, kolaylığa ve hıza bağımlı olmak içinde bulunduğumuz tüketim kültürünün birer parçası. İhtiyacımız olan bu ve bize sunuluyor gibi düşünsek de dijital dünyanın ihtiyacımız varmış gibi bize kabul ettirdiği şeyleri de yadsıyamayız.
Araç olmaktan çıkıp amaç olan dijital dünya
Biz gerçekten bu kadarına ihtiyaç duyuyor muyuz? Mesela yapay zekânın yazdığı korku filmini izlemeye ihtiyacımız var mıydı? Ya da bizim simülasyonumuz olarak yarattığımız kurgusal bir formun bizim yerimize bir toplantıya girip iş konuşabilecek olması kimin fikri?
Fransız düşünür ve sosyolog Baudrillard’a göre; modern toplumlar başlangıçta teknolojiyi kolektif bir ekonomik gelişme ve faydalı bir araç olarak görmüşler, dolayısıyla insani değerlerin gelişimine katkıda bulunan bir şey olarak tanımlamışlardır. Ancak “geçen zaman içerisinde teknoloji kendisine atfedilen bu nitelikleri yitirmiş ya da bunlardan uzaklaşarak tamamıyla tüketim düzenine hizmet eden bir olguya benzemeye başlamıştır.” Dolayısıyla teknolojinin hayatımıza getirdikleri ile beraber kendimizi dijital dünyanın içine –mış gibi yaparak (mutluymuş gibi, başarılıymış gibi), bizden beklenildiği gibi davranarak entegre ediyoruz.
Örneğin; neredeyse hepimizin en az birer sosyal medya hesabı olduğu bu dönemde, veriye dayalı etkileşimin (beğeni, yorum, izlenme) gerçek etkileşime yenildiği bir dünyada yaşıyoruz. Bu durum da teknolojik gelişmelerin, bilim dünyasının daha da ileri boyutlara taşındığı, dolayısıyla tüm kavramların daha da belirginleştiği günümüzde, bizi gerçeklikten çok, gerçekliğin yerini alan “simülasyonlar” dünyasına sürüklüyor, hayatın derinliği azalıyor; yüzeysellik artıyor. Dolayısıyla dijital gelişmeler bizim için artık araç değil, yaşam amacımız haline geliyor.
Boyut kaybından anlam arayışına: İnsanın kendiyle mücadelesi
Sürekli başarılı, sürekli mutlu bireyler olmak zorundaymışsınız gibi hissettiğiniz oluyor mu? Hayatı kaçırmamak için dijitali takip etmek, çok para kazanmak için kariyer basamaklarını tırmanmak, kendimizi göstermek için sosyal medya hesabını aktif kullanmak zorundaymışız gibi. Ama bir yandan da “E bu kadar çalışıp bu parayı harcayacak maddi gücü elde edemiyorsak ne için yaşıyoruz ki?” sorusunu her daim kendimize, sosyal çevremize, hatta sosyal medya hesaplarımızdan herkese soruyoruz. Sonra sosyal çevre, toplum ve medya aracılığıyla “Eğer iyi bir araban varsa mutlusun,” “Eğer bir sevgilin varsa yalnız değilsin,” “Eğer evlenip hayatını kurmuşsan tamamlanmışsın,” gibi yargılarla hayatımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Sonra yeniden hayattaki anlamı arıyoruz ve bu böyle sürüp gidiyor.
Geçiş dönemi sancıları: Z kuşağı ile beraber dönüşen anlam arayışı
Belki de bu nedenle dijital dünyada anlam arayışına doğru gidiyoruz. Bu yüzden Instagram’da makyajsız paylaşımlar bir anda popüler olabiliyor, “sıradan” insanların olduğu Konuşanlar, Gör Beni, İlişki Testi gibi programlar ünlülerin yer aldıklarından çok daha fazla izleniyor, samimiyet duygusu “kendini komik hallere düşürme” videolarıyla tatmin ediliyor, dayanışma, Haluk Levent’in Türkiye’nin en güvenilir insanlarında neredeyse her sene başı çekmesini sağlıyor. Bu yüzden kadın dayanışması dijital sayesinde daha geniş kitlelere ulaşıyor, her türlü taciz ve şiddete karşı #metoo hareketi başlatılıp tüm dünyada yankı bulabiliyor.
Dijital kuşak olarak da bilinen Z kuşağı, dijitalin hayatımıza hükmettiği bir dünyaya doğduğu için, etki-tepki meselesinden doğan bir sonuçla “anlam”a giderek daha fazla önem veren bir kuşak. Wunderman Thompson Intelligence’ın güncel verileri de bu durumu açık bir şekilde ortaya koyuyor. Verilere göre 16-24 yaş arası gençlerin yüzde 76’sı çok çeşitli kimlik ve deneyimleri kabul eden markalar istiyor, yine yüzde 72’si de onlar ve tüm dünya için önemli olan konuları ele alan markaları tercih ediyor.
Dijital dünyada “anlam” bulunur mu?
Eskiden başarılı bir sporcu, yalnızca bir sporcuydu. Ona ulaşamaz, uzaktan başarılarını takip ederdiniz. Milli voleybolcumuz Ebrar Karakurt örneğinden yola çıkarsak; Ebrar sosyal medya paylaşımlarındaki doğallık, kendisini tiye almadaki başarısı ile insanlarda samimiyet duygusunu tetikledi. Elidor da sporcuyla işbirliği yaparak kadınların istediklerini gerçekleştirmeleri konusundaki özgürlüklerine vurgu yapan ve çok ses getiren bir reklam kampanyasına imza attı.
Genç kızların özgüvenli bir şekilde spora devam edebilmesi amacıyla “Oyuna Devam” projesini hayata geçiren Orkid, ortak noktası spor olan başarılı pek çok kadını bir araya getirdi. Proje kapsamında satın alınacak pedlerle, Türkiye’nin farklı bölgelerinde 20 ilde sporla uğraşan on binlerce genç kıza ulaşılarak spor malzemesi desteği gerçekleştiriliyor.
H&M, ilk lokal dijital etkinlik olan “Modayı Paylaş”ı 2020’de alanında hayata geçirdi. İkinci el dijital alışveriş etkinliği gibi öncü bir organizasyona imza atan marka, katılımcıların hem kendi tasarımlarını hem de kendi kıyafetlerini satabilmesi fırsatını sundu. Satıştan elde edilen gelir; WWF Türkiye ile OGEM-VAK, Deniz Temiz Derneği/TURMEPA vakıflarına bağışlandı.
Bu örneklerin sayısı çoğaltılabilir ve daha da çoğalacak. Teknolojik gelişmelerin insanoğlunun var olduğu günden beri hiç bu kadar hızlı şekilde ilerlemediğini düşündüğümüzde; hayatımızdaki derinliği kaybetmemizi bir geçiş dönemi olarak kabul edebilir ve şunu sorabiliriz: “Dijital, hayatımızda her şekliyle var olmaya devam ederken derinliğimizi yeniden bulabilir miyiz? Cevap: Evet. İnsan var olmaya devam ettikçe kendi döneminin koşullarındaki “anlam”ı aramaya, daha “derin”e inmeye devam edecek, evrilen toplum yapısı iletişim/pazarlama dünyasını, iletişim dünyası da toplumu dönüştürmeye devam edecek.
[1] Baudrillard, J. 2016. Tüketim Toplumu, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. BBC.