Dizilerde kızıl kutuplaşma
Eli kalem tutan herkes bilir ki güçlü hikaye için gerçek bir “çatışma” gerekir. Yeşilçam döneminden hatırladığımız zengin kız-fakir oğlan, Baba serisinden bu yana tüm dünyada iyi mafya-kötü mafya, dürüstler-düzenbazlar ve daha niceleri… Oysa buna karşın ülkenin en gerçek çatışmalarından biri yılardır “halının altında” duruyordu: Muhafazakarlar ve Sekülerler… Pandora’nın Kutusu 2020’de “Bir Başkadır” ile açıldı! Ardından birkaç yıl sonra Kızılcık Şerbeti reytinglerde zirveye ambargo koydu. Görünen o ki bu çatışma ve “tanışma” bir süre daha ekranlarda ve gündemde yer edecek. Peki dizi sektöründe yaşanan bu dönüşüm bizlere ne anlatıyor? Tüm bu hikayeler toplumun bunca kutuplaştığı günlerde birleştirici bir rol mü üstleniyor yoksa kutuplar daha mı kalabalıklaşıyor? Hepsi ve daha fazlasının yanıtlarını uzman isimlerden dinledik…
Bir Başkadır yayına girdiği hafta bir anda tüm sosyal medyayı ele geçirmeyi başarmıştı. Berkun Oya’nın kaleminden çıkan ve yine kendisinin yönettiği tek sezonluk dizinin güçlü hikayesinde Meryem (Öykü Karayel) ve Doktor Peri’nin (Defne Kayalar) “tanışması” son dönemlerdeki diziler ele alındığında muhafazakar-seküler çatışmasının ekrana yansıdığı ilk örneklerdendi demek mümkün… Yayınlandığı günlerde ülke gündeminde büyük etki yaratan dizi Almanya’da Netflix’te en çok izlenenler arasında 7. sırada kendisine yer bulmuştu.
Bir Başkadır “dijitalde” karşılaştığımız ilk örnekken, 2022’nin Ekim’inde hayatımıza Kızılcık Şerbeti girdi… “Bunlar da her yerdeler”den “Alkolsüz kolonya”sına kadar yayınlandığı ilk haftalardan itibaren adeta bir fenomene dönüşen dizi bir anda sosyal medyadan sokağa ve hatta konvansiyonel medyaya dek kendisine geniş bir yer buldu.
Dizinin bunca ses getirmesinin ardında yatan en kritik içgörülerden biri hikayenin tam da ortadan anlatılıyor olmasıydı. Bir başka deyişle “iki mahalleye” de eşit mesafede durarak ortaya bir gerçeklik sunuluyordu. Üstelik Kızılcık Şerbeti iki ayrı kadrajla bizlere mahalleleri “belgesel” gibi göstermek yerine tek bir kadraja herkesi sığdırmayı başardı.
Yasaklar başka, reytingler başka
Bunca ses getiren dizi elbette gün sonunda RTÜK’ün de dikkatini çekti. Dizinin 18’inci bölümünde ailesi tarafından istemediği bir erkekle zorla evlendirilen Nursema karakterinin, evlendiği erkek tarafından camdan aşağı atılmasının ardından RTÜK “Toplumsal cinsiyet eşitliğine ters düşen, kadınlara yönelik baskıları teşvik eden ve kadını istismar eden programlar içeremez” ilkesinin ihlal edildiği gerekçesiyle diziyi beş hafta durdurma kararının yanı sıra 1.5 milyon TL’lik para cezası vermişti.
Ancak Nursema “kadın hareketi” içerisinde giderek sembolleşen bir karaktere dönüşüp, 8 Mart gece yürüyüşünde dövizlerde boy gösteriyordu…
RTÜK’ün kararını Ankara Bölge İdare Mahkemesi bozdu ve Kızılcık Şerbeti kaldığı yerden hikayesini anlatmaya devam etti…
Akabinde yine muhafazakar-seküler çatışmasını merkeze alan Ömer dizisi, ardından da Kızıl Goncalar ekranlarda yer aldı.
“Faniler Tarikatı” adıyla hayali bir tarikatın çevresinde şekillenen Kızıl Goncalar yayınlandığı ilk günden itibaren kelimenin tam anlamıyla bir fenomene dönüştü. Tartışmalarsa iki temel üzerinden büyüyor.
Kimileri dizinin muhafazakar kesimlerin yaşadığı sorunları gerçekçi bir şekilde yansıttığını savunurken, dizinin bu kesimlerin toplumda maruz kaldığı önyargıları ve ayrımcılığı da gözler önüne serdiğini belirtiyor. Kimileriyse dizinin muhafazakar kesimleri olumsuz bir şekilde yansıttığını savunurken, tarikatların ve cemaatlerin kötücül bir şekilde gösterildiğini ve bu kesimlerin toplumda itibarsızlaştırılmaya çalışıldığını belirtiyor.
Kamuoyunda tartışma büyürken, ilk müdahale RTÜK’ten geldi ve FOX TV’ye idari para cezası ile iki kez program durdurma cezası verildi. Cezanın gerekçesi “toplumun milli ve manevi değerlerine aykırılık” olarak açıklandı.
Öte yandan dizinin yapımcı şirketi Gold Film, çekimlerin devam ettiği mekanlarda çekim yapma izinlerini kaybettiklerini açıkladı. Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bağlı İstanbul Vakıflar 1. Bölge Müdürlüğü, 8 ve 21 Eylül tarihlerinde alınan izinleri iptal etti. Bu durum, dizinin çekimlerini engellemeye yönelik bir adım olarak değerlendiriliyor.
Bugünse çekim izinleri iptal edilen Kızıl Goncalar, Fatih’teki çekim mekanını Beykoz’daki bir platoya taşıdı ve çekimler kaldığı yerden devam ediyor…
Görünen o ki bir arada yaşadığımız toplum içerisinde her birimiz birbirimize aşina olsak da toplumun radikalleri ve mahallesinden çıkmamış olanları birbirleriyle diziler aracılığıyla tanışıyor… Peki bu tanışıklık topluma nasıl yansıyacak? Muhafazakar-seküler çatışması etrafında anlatılan hikayeler toplumu birbirine yakınlaştırıyor mu yoksa mesafeler giderek daha mı çok açılıyor? Belki de en önemli soru ise şu: Bu dizilerin toplumda bunca karşılık bulması ne anlama geliyor? Soruların yanıtlarını uzman isimlerden dinledik…
Aslında hamam aynı, fakat aksesuarlar değişti
- Toplumumuzda yaklaşık 200 yıldır yarı açık yarı kapalı süren kültürel çatışma, son 20 yılda ve özellikle pandemi sonrasında artan sosyal medya kullanımıyla epey aleni bir hal aldı. Yüzyıllarca süren din eksenli padişahlık yönetimi, Avrupa’daki bilim eksenli gelişimin de etkisiyle gücünü yitirdi. Modern toplum anlayışı, bireyin özgürlüğünü önceledi. Din, yüzyıllardır olduğu gibi bugün de sadece ülkemizde değil, pek çok toplumda maalesef bazı çevrelerin çıkar elde etme enstrümanı olarak kullanılabiliyor. Beslendikleri en büyük kaynak ise maalesef cehalet. Her türlü toplumsal kutuplaşmayı sona erdirecek olgu ise eğitim. Görüş farklılıkları olmasına karşı toleransı sağlayan ve birlikte huzurla yaşama kültürünü sağlayan tek şey, eğitimin sağladığı geniş perspektifli bakış açısıdır.
- Günümüzdeki kutuplaşmayı anlatan dizilerin ilk bakışta tarafların birbirlerini daha iyi anlamalarını ve empati kurmalarını sağlaması beklenebilir. Ancak bu, hangi taraftan olursa olsun izleyenlerin ılımlı duruşu ya da radikalliğine bağlı. Herkeste aynı etkiyi sağlamayabilir. Kimisi beklenen empatiyi kurabilirken kimi ise kutuplaşmanın altının daha fazla çizildiğini düşünerek diğer görüşe karşı bilenebilir. Dediğim gibi, empatiyi ve toleransı sağlayabilecek şey eğitim düzeyidir. Bu dizilerin tek başına toplumu daha pozitif bir noktaya taşıması ya da ayrıştırması beklenemez. Pozitif ya da negatif gelişmeleri, genel devlet politikası belirler.
Sorgulama için kapı aralandı
- Bu dizilerle izleyici hem muhafazakar kesimi hem de seküler kesimi gördükleri gibi onların hem çatışmalarına hem de iletişim kurmalarına şahit oldu. Kızılcık Şerbeti’yle başlayan bu süreç, Ömer ve şimdilerde tartışma yaratan Kızıl Goncalar’la devam ediyor ve içinde bulunduğumuz toplumsal koşullara denk düşmesi ve izleyicilerin daha önce izlemeye alışkın olmadığı bir konu olması açısından insanların ilgisini çekiyor. Bu diziler esasında toplumumuzun iki hakim kültürünü konu alıyor. Tabii en önemlisi de muhafazakarlarla sekülerlerin bir araya geldiği ve iletişim kurduğu bir dünya, insanların gerek kendilerini gerekse toplumu sorgulamalarına fırsat tanıyor.
- Daha önce konu etmeye çekinilen, görmezden gelinen ve genellikle siyasete bırakılan bu çatışmanın dizilerle temsil edilmesi, toplumsal gerçeğin kurmaca yoluyla sunulması işlevini gördü. Bu dizilerde de gerçek hayatta olduğu gibi her iki kültürden kişilerin zayıf/güçlü yanlarına, dolayısıyla her iki kültürün hatalarına ve doğrularına şahit oluyoruz. İnsan, yüzleştikçe anlamaya, empati kurmaya başlar. Dolayısıyla bu diziler için “uzlaşmayı sağlar” gibi büyük bir iddiada bulunamasak da konu edilebilmesi, konuşulabilmesi ve sorgulama imkânı tanıması açısından uzlaşıya katkı sunabileceğini düşünüyorum.
- Toplumsal hayatta deneyimlediğimiz seküler-muhafazakar çatışmasının dizilere yansımasını farkındalığa katkı bakımından olumlu buluyorum. Bazı yeniliklerin zor kabul edildiği bir toplumda yaşadığımız için bu farklılığın kabul edilmesinin zaman alacağını düşünüyorum. Bu değişim için mücadele edilmesi, ileriki yıllarda dizi sektörüne yenilenme getirecektir.
Kutuplaşmanın anlatılmaması anormal olurdu
- Ömer, Kızılcık Şerbeti ve Kızıl Goncalar birbirinden farklı açılardan da olsa televizyon ekranında bugüne kadar pek de görmediğimiz muhafazakar hayatın bir temsilini sunuyor. Senaryoların çatışma zemininde muhafazakar-seküler çatışması var, ama onun yanında kadın-erkek, zenginyoksul ve sınıf temelli bir çatışma da var. Muhafazakar-dindar karakterleri değil ama geleneksel karakterleri izlemeye alışkınız. İlk yerli dizimiz Kaynanalar’daki çatışmayı hatırlarsanız gelenekselle modernin çatışması vardı. Ve izleyici gelenekseli temsil eden Nuri Kantar’ı severdi, modernin temsilcisi opera sanatçısı Tijen Hanım’ı değil. Bugün izleyicinin hangi tarafta durduğunu bilmiyoruz ama reytinglere göre bu üç diziyi seküler sayılabilecek, çoğunlukla İzmir ve kıyı kentlerde yaşayan izleyici takip ediyor.
- Türkiye’de muhafazakarların kamusal alanda yer edinmesi geç oldu ama sokakta böyle bir gündemimiz artık yok. Başörtülü kadınlar toplumdaki kadınların çoğunluğu olabilir, ama ekranda hiç olmamaları bir temsiliyet problemiydi. “Halı altına süpürülen” çatışmalarda aslında taraflar değişiyor. Kızıl Goncalar’ın tarikat anlatısı aynı zamanda “yetmez ama evet”çileri de eleştiriyor. Toplumun kutuplaşmasının sebebi diziler değil ama bu kadar ayrışmış bir topluma dair hikayelerde kutuplaşmanın anlatılmaması anormal olurdu. Bu hikayelerin birbirini anlama, empati yaratma gibi bir işlevi de olacaktır.
- Dizi sektörü hem yarattığı istihdam hem ihracat bakımından önemli bir görev üstleniyor. Dijital platform dizileri yerine hala televizyon dizilerini konuşuyoruz. Ancak 140 dakikayı aşan sürelerle bu rekabet ortamında izleyiciyi anlamak için daha fazla çaba gösterilmesi gerekiyor.
Çatışmadan bıkmışlara nefes aldırdılar
- En geniş halk kitlelerine ulaşan bir mecra olan TV’lerdeki ya da dijital platformlardaki dizi filmler, popüler kültürün “hedef kitlede ne kadar karşılık bulduğunu” tespit etmede metrik bilgilere en az yanılma payıyla ulaşılabilmesini sağlayan mihenk taşları olarak ele alınabilir.
- Bu türden yapımlar genellikle konjonktürel eğilimleri net bir şekilde yansıtırlar. Çünkü, kapitalist sistemin gereği “rating” ve GRP (gross rating point), reklam girdisi için en belirleyici ölçüm kriterleridir. Bu ise hedef kitlenin o diziyi ne oranda “satın aldığı” ile doğru orantılıdır. Satın alma süreci ise o dönem içindeki toplumsal, kültürel eğilimlerle açıklanabilir.
- Örneğin, bir dönem “köy” filmlerinin, bir başka dönem “çöl” filmlerinin ya da “arabesk” filmlerin hakim olduğu sinema sektöründe, sonradan güldürü odaklı işler ya da “seks” filmleri revaçtaydı. Hepsinin, sosyolojik birer karşılığı, toplumsal psikolojiyi yansıtan, başka bir deyişle, Türkiye toplumunun içinden geçtiği ekonomik, sosyal, siyasi ve kültürel süreçlerin okunabileceği yapıları vardı.
- Toplumun bunalım içine düştüğü anları, bir ara en iyi değerlendiren, psikolog elinden çıkmış senaryolara dayalı diziler izlenme rekorları kırdılar. Gülseren Budayıcıoğlu Hanım’ın işleri birbiri arkasına TV’lerde gösterilmeye başlanmakla kalmadı, başka yapımcıların ya da senaristlerin de bu temaları kullanmalarını tetikledi.
- Şu sıralarda ise seküler-muhafazakar çatışmasından bıkmış, hayli geniş bir toplumsal kesime “nefes” aldıran diziler gündemi belirliyor. Oysa, o nefes alışın sadece geçici olduğu gerçeği bir türlü değişmiyor.
- Bunu bir dönüşüm olarak tanımlamaktansa, bir “deneyim” olarak tarif etmenin daha uygun düşeceği kanaatindeyim. Popüler kültür tarihinde pek çok benzeri olan bu deneyime farklı temalardaki yenileri ekleniyor sadece.
Sansüre hayır!
- 1987 yılından bugüne sektörün içinde olan biri olarak şunu söyleyebilirim ki televizyon dizileri her ne kadar kurgu olsa da içinde bulunduğu toplumdan ve değerlerinden beslenir, ilhamını oradan alır. Bugünlerde 100. yılını kutladığımız Türkiye Cumhuriyeti’nin belki de en önemli kırılma noktalarındandır muhafazakar-seküler çatışması.
- İktidarın son yirmi yılda bu çatışmayı daha da görünür hale getiren politikasının bu çatışmanın dizilere konu olmasından daha doğal ne olabilir ki! Düşünün bir kere, sermaye el değiştirmiş ve seküler muhafazakar ayrımı sivil toplum örgütlerinden inisiyatiflere, okullardan işyerlerine tüm yurt sathına yayılmış ve herkes akşam televizyon seyrediyor. Zengin kız-fakir oğlan ya da tam tersi artık para etmiyor, gözleri bir mucizeyle açılan fakir kız da öyle.
- Dizileri gerçek hayattaki bir suç unsuru gibi de yargılamamak lazım. Sanmıyorum ki sektördeki hiçbir aktör bu çatışmayı körüklemek için iş yapmaz. Problemi analiz edebilir, bir çözüm yolu önerebilir, ya da ucunu açık bırakır ama körüklemez. Sonunda bu hikayeleri besleyen hayat ama bütün bunlar bir kurgu. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz misali herkes kendine bir vazife çıkarıp dizi linçine giriyor ki bunun adı düpedüz yargısız infaz bence, sektördeki karşılığı da sansür. Sansür, tam da bu noktada kabul edilemez.