İklim krizinden kuyruklu yıldıza, iletişim çağından iletişimsizliğe: “Don’t Look Up”
Geçtiğimiz Cuma Netflix’te yayınlanmaya başlayan Adam McKay filmi Don’t Look Up yıldızlar geçidi gibi oyuncu kadrosu ve dikkat çekici konusu ile büyük yankı uyandırdı. İnsanlar film hakkında olumlu olumsuz birçok yorum yapadursun, herkes filmde içinde bulunduğumuz iletişim çağı hakkında birçok atıf ve eleştiri olduğu konusunda hemfikir. Yaşadığımız iklim krizine bir atıfla dev bir kuyruklu yıldızın çok yakın bir zamanda dünyaya çarparak kıyameti getireceği bilgisiyle başlayan yapım; dümeni mevcut sisteme, medya düzenine ve biz “modern” insanların iletişimsizliğine ustalıkla çeviriyor ve filmden bir replik de olan şu soruyu sorduruyor: “Eğer hepimiz öleceksek trilyonlarca doların ne önemi var?”
Kurgu değil gerçek
Film doktora öğrencisi astronom Kate Dibiasky’nin daha önce hiç görülmemiş bir kuyruklu yıldızın uzayda salındığını keşfetmesiyle başlıyor. Bu olayı hocası Dr. Randall Mindy’e haber vermesiyle beraber kuyruklu yıldızın hızını ve rotasını hesaplamaya başlıyorlar ama hesaplamalarda dünyanın çevresinden geçip gideceğini düşündükleri bu yıldızın yeryüzüne 6 ay gibi bir süre içerisinde çarpacağını buluyorlar. Hemen NASA bünyesindeki Gezegen Savunma Koordinasyon Ofisi ile iletişime geçiyorlar ve durumu anlatıyorlar.
NASA, Amerika başkanı ile bir görüşme ayarlıyor ve Kate ve Randall başkanla görüşmeye gidip durumu anlatıyor. Ancak başkan önündeki ara seçimleri kazanmaya öyle odaklanmış durumda ki bu durumu hiç önemsemiyor hatta bu durumla kafa buluyor.
Daha sonra da iki astronom insanları önlem alınmazsa dünyanın sonunun geleceğine ikna etmeye çalışarak TV programına çıkıyor, demeçler veriyor, çalışmalarını daha fazla insanın duyabileceği şekilde aktarmak için türlü yollar deniyor; ama sonuç hep aynı: “Ay gelmez o daha, zaten siz de dediniz yüzde 99.7 ihtimalle değil mi, yüzde 100 bile değil, biz kendi hayatımıza bakalım.” Tam da bugünümüzün özeti değil mi?
Uzaklarda arama, çünkü sen içimdesin
McKay de filmi, toplumun yaklaşmakta olan küresel ısınma tehlikesini nasıl görmezden gelmeyi seçtiğinin yansıması olarak tasarlıyor. Ancak senaryoyu yazdıktan ve ön prodüksiyona başladıktan sonra araya pandemi giriyor ve McKay 2020’nin başlarında “Temelde eve gittik ve 6 ay boyunca dünyanın geri kalanıyla birlikte oturduk,” diyor. Sonra kendi kendine “Aman Tanrım, Covid’in varlığını inkar eden insanlar var!” diye düşününce yazdığı filmin gerçeğe dönüştüğünü, o anki gerçekliğin yazdığı senaryodan daha absürt olduğunu fark edip film senaryosunu daha abartılı şekilde yazmak zorunda kalıyor.
Evet film Amerika’da geçiyor ama biz bu filmle birlikte Amerika temsilinde bugünün dünyasının gerçekleriyle çarpıcı bir şekilde yüzleşiyoruz. Medyanın insanları nasıl manipüle ettiğini, kapitalizmin daha fazla para kazanmak uğruna dünyayı hiçe sayabilecek durumda olduğunu, iletişim olanaklarının sınırsızlığında iki insan arasındaki iletişimin bile nasıl sınırlı olduğunu, kendi hayatlarımıza odaklanırken ciddi dünya meselelerini ne denli ötelediğimizi, sosyal medyadaki benliğimizle uğraşırken kendi benliğimizden nasıl ödün verdiğimizi.. İçindeyken fark etmediğimiz ve hayatımıza öylece devam ettiğimiz bu gerçekler, bir filmle hayatımıza dışarıdan bir gözle bakmamıza vesile oluyor ve bum!: Aynen filmdeki Dr. Randall Mindy’nin de söylediği gibi: “En basitinden, Everest Dağı boyutunda dev bir kuyruklu yıldızın Dünya’ya hızla ilerlemesinin hayra alamet olmadığı konusunda bile hemfikir olamıyorsak sorarım size, nerede yanlış yaptık?”
İletişim çağıyla gelen iletişimsizlik
Filmde ciddiye alınması gereken bir felaketin bir de bilim köşesi var ama kısa ve eğlenceli tutun denilerek bize sunulması çok tanıdık. Ya da kendini tutamayıp programda “Hepimiz yüzde 100 gebereceğiz!” diyen Dibiasky’nin sosyal medyada meme’lerinin çıkıp dalga konusu haline gelmesi ve bu şekilde çok ünlü olması da. Veya dünyanın içinde bulunduğu yok olma tehdidi karşısında teknoloji devi bir markanın sahibinin (kimleri temsil ettiğini hepimiz biliyoruz) kuyruklu yıldızda çok değerli madenler var dediği anda ekonomik durumlarının iyiye gideceğini düşünen insanların kuyruklu yıldızdan medet ummaları hali. Durum böyle olunca ister istemez sorumuz şu oluyor: “Bu kadar ileri teknoloji, bu kadar yeni buluş, sınırsız iletişim olanakları ve bunun getirdiği bilgi bombardımanı bizi gerçeklere yakınlaştırması gerekirken gerçekleri görmezden gelmemize, insanlar arası iletişim kopukluğuna mı neden oluyor?” Cevabı koskoca bir EVET. NASA yetkilisinin bile dünyanın yok olacağını bile bile popüler bir medya çiftinin ayrılmasına içlendiği nokta tam da bizim şu an içinde bulunduğumuz durum değil midir?
İlerledikçe geriliyor muyuz?
Modern toplum; teknolojik yenilikler, dijital olanakların ve sosyal medya kullanımının dramatik artışı, sahip olduğumuzun fazlasını gösterme çabası ya da her daim daha fazla eşyaya (maddeye) sahip olma isteğinin bir bütünü haline gelmiş durumda. Bu toplumun bir parçasıyız ve sistem de buna hizmet ediyor. Teknoloji devleri insanlık için daha iyi bir hayat vadediyor, medya iletişimini buna göre tasarlıyor, ekonomik dertler insanları sarıp sarmalamışken iklim krizi çıkageliyor, birkaç dakika can sıkıyor, sonra o an bir medya olayıyla dünya çalkalanıyor, o an’ı yakalamak her şeyden önemli hale geliyor, an’da kaldıkça geleceğe bakmak zorlaşıyor. Çok da uzak gelecek olmayan gezegeni ciddi anlamda tehdit eden tehlikeler varken (pandemide bunu yaşadık) biz mindfulness diyor anda kalmayı tercih ediyoruz.
Herkesin çıkaracağı dersler var
Filmi Netflix’te izlemeye başlamak üzereyken türüne gözüm kaydı. Muzip, komedi gibi kelimeler gördüm. Bunları görünce gülmeye hazırlandım ama filmin sonunda neredeyse hiç gülmediğimi fark ettim. Kaygı en baskın duygumdu diye hatırlıyorum.
Gerek mevcut düzen temsilcileri gerekse toplum, şapkasını önüne alıp düşündüğünde filmden çıkarılması gereken büyük dersler var. Ama en önemlisi de iletişim adına ve iletişim profesyonelleri nezdinde 2 saat 25 dakikaya sığdırılmış bir dersler yumağı var. Film; iletişimin sınırsız olduğu, sınırların ortadan kalktığı ve yeryüzündeki herkesin hemen hemen aynı olumsuz tehditlerle (yine pandemiyi örnek vermek durumundayım) karşı karşıya kaldığı dijital çağda; iletişimin, dolayısıyla iletişim olanaklarının tüm insanlığın çıkarını gözeterek, yetkin, donanımlı, dürüst, cesaretli kişiler ve kurumlarca yapılması gerektiğinin sarsıcı bir şekilde altını çiziyor. Durumun vahametini göstermek için filmde gerçekleşen tüm iletişim problemlerini bir TV programında kuyruklu yıldızı fark eden astronom Kate Dibiasky’nin tehdidi açıkladığında onu tiye alan sunuculara “Belki de gezegenin yok olması eğlenceli olmamalıdır. Belki de korkunç ve sarsıcı olmalıdır. Sabaha kadar uyumayıp her gece ağlasak yeridir, çünkü hepimiz %100 gebereceğiz!” sözüyle özetliyor. Sizce de hepimiz için “yukarı bakma”nın zamanı gelmedi mi?