Efsane CEO’lar dönemi sona mı erdi?
İşletmecilik okurken (1977-1981) bazı efsane yöneticilerin ismi geçiyordu. En aklımda kalan Robert Townsend idi. Şimdilerde Google’da “Avis’i bir kiralık araba devine dönüştürmekle tanınan Amerikalı bir iş yöneticisi ve yazarı” diye geçiyor. Batmak üzere olan AVIS’e Genel Müdür olup, 3 sene içinde ABD’nin ikinci büyüklükte kiralık araba şirketi yapmıştı. Yönetim Bilimi kitabında, Robert Townsend için yazılan bir makalede “O bir genel kurmay başkanı değil, komando ekibi lideridir” diye yazılmıştı.
Avis’ten ayrıldıktan sonra yazdığı “Up the Organization” (Türkçeye “İş Bilenin, Para Kazananın” olarak tercüme edilmişti) kitabında “Kurumların, insanları yığması ve kârlılığı tüketmesi nasıl durdurulur” diye, fıkra uzunluğunda önerilerini yazmıştı.
“Birinci sınıf yöneticiler, birinci sınıf insanları işe alır. İkinci sınıf yöneticiler ise üçüncü sınıf insanları tercih eder” cümlesini 40 sene önce Robert Townsend’in kitabında okumuştum. Bence mutlaka okunmalı ve uygun olan her noktada hayata geçirilmelidir.
Sonraki yıllarda adı aklımda kalan isimler Lee Iacocca ve Jack Welch idi. Her ikisi de sallantıda olan kurumlara (Iacocca Chrysler’e ve Welch General Electric’e) genel müdür olmuşlar ve şirketleri muazzam bir şekilde dönüştürmüşlerdi.
Her ikisi için de binlerce makale, onlarca kitap yayınlandı. Iacocca kendi otobiyografisini de yazdı. Onlardan bahsedilmeyen strateji dersi olmadı. (Bugünün yönetim bilimleri açısından bakıldığında Jack Welch’i o dönemde efsaneleştiren birçok uygulama, şimdilerde giderek sıklaşan krizlerin tetikleyicisi olarak düşünülmekte.)
O yıllarda Türkiye’de, gençlerin rol modeli olan “efsane CEO” ismi pek geçmiyordu. Vehbi Koç, Sakıp Sabancı, Durmuş Yaşar, Nejat Eczacıbaşı gibi büyük holding kurucuları konuşuluyordu. Onlar hakkında yazılanlar ve röportajlar okunuyordu.
1990’lı yılların başında iki büyük bankanın genel müdürleri sıkça duyulmaya başlandı. Özellikle bunların ikisi, yazılı basında ciddi bir rekabete girmiş gibiydiler. Bunlardan birine yakın çalıştığım on aylık bir süre oldu. İki CEO arasındaki yarışın ilginç anlarını yazamam ama şu örnek fikir verebilir. Birinin STK desteği haberi çıkmışsa, en geç iki gün sonra diğerinin başka bir STK’ya destek olduğu haberi yayınlanmalıydı. Sadece STK değil elbette… Biri demeç vermişse, iki gün sonra diğeri… Biri etkinliğe katılmışsa, iki gün sonra diğeri başka bir etkinlikte…
Bu ikisinden sonra Türkiye’de “efsane CEO” adı pek duyulmadı. En azından, yönetim bilimlerine meraklı olmama rağmen, o dönemlerden benim aklımda kalan bir isim yok.
Çoğunlukla genç girişimcilerin başarılarını duyduk. Gençlerin rol modelleri “başarılı çıkış” yaparak girişimlerini milyonlarca dolara satan kişiler oldu. Profesyonel yöneticilik ciddi olarak karalandı. Hayatı boyunca bir gün bile maaşlı çalışmamış genç girişimciler “kravat beyne kan gitmesini engeller, insanlar düzgün düşünemez” gibi klişeleri sıkça tekrarladılar.
Birkaç okulda genç öğrencilere sorduğumda yüzde 85’i girişimci olmak istediklerini söyledi. “Kalan yüzde 15’in gelir ortalaması daha yüksek olacak. Girişiminiz her işi tek başınıza yapacağınız seviyeden daha başarılı olursa, kalan yüzde 15’e başvuracaksınız. Onlar daha nadir bulununca, elbette gelirleri de artacak” dediğimde, gözlerdeki ifade… Moda deyimle fiyatlanamaz.
Efsane CEO dönemi geçici olarak sonra ermişti. Ta ki, Süreyya Ciliv’in başarıları sıkça gündeme gelene kadar. Uzunca bir dönem boyunca profesyonel yöneticiliğin tek rol modeli olan örneği Süreyya Ciliv idi. Sonra yine “esfane CEO” adı geçmez oldu. Ciliv’den sonra Telekom şirketlerini yönetenler kesinlikle aynı başarıyı gösteremediler.
Sosyal mecraların güçlenmesiyle, her konuya dahil ve müdahil olan CEO’lar görmeye başladık. “Müşteri odaklılık” konusunu işlediğimiz bir eğitimde “Sizce en müşteri odaklı markalar ve/veya kurumlar hangileri?” diye sorduğumda iki markadan bahsedildi. “Neden bu markaları seçtiniz?” diye sorduğumda “Her ikisinin de genel müdürleri, müşteri sorunuyla ilgileniyor ve hemen çözüyorlar” denildi.
“Eğer kurum müşteri odaklı olsaydı, sorunlar genel müdür tarafından mı çözülürdü?” soruma yanıt veremediler. Bence aksine, bir kurum müşteri odaklı olsaydı sorunlar sosyal mecralara yansımadan sonuçlanırdı. Şunu da düşünmeliyiz. Bir genel müdür, kaç bireysel sorunla ilgilenebilir ki… Genel müdürün işi, teker teker müşteri sorunlarıyla ilgilenmek mi, yoksa o sorunların bir kez daha tekrarlanmamasını sağlayacak düzenlemeleri yapmak – yaptırmak mı?
Süreyya Ciliv hakkındaki kitabın yayınlanması, birçok genel müdürde yeniden hareketlenme sağladı. Artık CEO olmayan Ciliv ile yarışanlar ortaya çıktı. İsimlerini duyurmak için her fırsatı kullananlar dikkatimi çekmeye başladı.
Bunun üzerine bulunduğum ortamlarda ve sosyal mecralarda “Türkiye’de efsane CEO diyebileceğiniz kimler var?” diye sıkça sormaya başladım. Kurucu+CEO olanlar dışında isim gelmedi.
“Efsane CEO”lar yerine “efsane ekipler” dönemi gelmedi mi? Ben mi beklentilerimde acele ettim acaba?” diye sorduğumda ise, Süreyya Ciliv’den sonra o dönemin sona erdiği söylendi.
Sonra “en başarılı CEO” veya “en başarılı CMO” veya “en başarılı CFO” ödülleri gibi ödüller sıkça verilmeye başlanınca, sosyal mecralarda şunu sorguladım: “En başarılı CEO” listesinde yer alanlar, bu keyfi paylaşırken, kendisini bu ödüle:
– … layık gören dergi / jüri / oluşuma mı teşekkür ediyor?
– Yoksa aday olmasını sağlayan ekibine mi?
İkincinin örnekleri varsa benimle paylaşabilir misiniz?”
Gelen yanıtlar şöyleydi: “Cüzdanına teşekkür etmeli”, “PR ajansına teşekkür etmeli”, “Açık oylama olduğunda İK’nın verdiği emri yerine getiren çalışanlarına teşekkür etmeli”, “Jüriye soktuğu adamına teşekkür etmeli”, “Onlar oylamadan çok önce seçiliyorlar”.
Sosyal mecralarda beni izleyenler, ekibine teşekkür eden tek bir isim bile söyleyemediler. Diğer yandan, liderlik ve yöneticilik farkları konusunda her gün onlarca mesaj görüyoruz.
İlginç değil mi?..