“İklim koruyucusu” olmak demek sorumluluk demek
İklimin koruyucuları dosyasının ilk bölümünde FM Halkla İlişkiler, İçerik ve İletişim Danışmanlık Kurucu Ortağı Fülay Yaşa Keskin’in liderliğiyle iklim krizini mercek altına alırken, Türkiye’nin İklim Koruyucuları’na da “Bilime Dayalı Hedefler Girişimi” verileriyle ışık tutmuştuk. Peki “İklimin koruyucusu” olmak adına kurumlara ve pazarlama evrenine nasıl bir sorumluluk düşüyor? İklim kriziyle mücadele için markalar hangi alanlarda aksiyonlarını güçlendirmeli? Dahası iklimin koruyucusu bir marka olmak toplum nezdinde nasıl bir karşılık buluyor? Tüm bu soruların yanıtları FM İletişim Kurucu Ortağı Fülay Yaşa Keskin, Sustainee Consulting Kurucusu Ezgi Eğribozlu ve Esmiyor Co-Founder & CEO’su Derin Altan’dan geliyor…
İklim krizine karşı kolektif bir mücadele gerliştirmek zorundayız
- Kurumlar doğal olarak iklim krizinin etkilerinin farkında, çünkü bugün birçok sektörün kaynaklarından biri ya da birkaçı direkt ya da dolaylı olarak doğa. Doğal kaynağın alışılagelmişin dışında hareket etmesi, azalması, aşırı artması gibi olaylar, kurumların sürdürülebilirliğini tehdit eden önemli riskler. Ve birçok kurumun faaliyet raporunda kamuoyu ile paylaştığı risk kategorilerinde uzun bir süredir iklimi görüyoruz.
- Diğer birçok alanın tersine, iklim bireysel ya da kurumsal olarak sadece tek başımıza mücadele edebileceğimiz bir risk değil. Bu nedenle buralarda alınan bireysel ya da kurumsal aksiyonların daha kolektif olması gerekiyor. Topyekun iklim koruyucusu olalım. Bunu da samimi şekilde yapalım. Yani bir yerde tahribat yaparken diğer yanda sürdürülebilirlik hedeflerinden söz etmeyelim. Samimiyet olduğu sürece toplumda tabii ki karşılık buluyor bu çabalar… En önemlisi bir farkındalık sağlayarak bu mücadelenin etki alanını genişletiyor.
- Bu aksiyonlar daha fazla kurum tarafından regülasyonların ötesinde ele alınmalı, çünkü regülasyonların zorunlu kıldığı sınırları karşılamak artık maalesef yeterli değil. İhracat yapabilmek/yapmaya devam edebilmek için uluslararası regülasyonlara uyma konusunda gösterilen çabanın, bu amacın çok ötesine geçmesi gerekiyor.
- Çok olumsuz olmayalım, elbette bunun çok ötesine geçen kurumlarımız/ markalarımız var. Hedeflerini bilimsel verilerle belirleyen ve kendini denetlettiren kurumlarımız elbette var. Yani sözde değil, daha ilerisini planladığını ortaya koyan sektörlerimiz var. Ancak, doğaya verdiğimiz tahribat ve doğanın kendini yenileyebilme hızı düşünüldüğünde, varlığımızı sürdürülebilir kılmak için daha güçlü aksiyonlar alınması, daha fazla kurumun elini taşın altına koyması gerekiyor.
Kurumlardan ağaç dikmekten daha fazlası bekleniyor
- İklim krizi her geçen gün mücadeleye yönelik aciliyetini bize hatırlatıyor. Kurumlar ise emisyonlarını sıfırlamak ve iklim kriziyle mücadele adına son dönemde net sıfır hedefleriyle birbirleriyle yarışıyor. Bilime Dayalı Hedefler Girişimi’nin son verilerine göre 2 bin 326 şirketin net sıfır hedefi bulunuyor. Ancak önemli olan bu yarışı anlamlı kılmak.
- Net sıfır olmak şirketler için bugünden yarına tamamlayacakları bir yolculuk değil. 2030, 2040 yılı için koyulan bu hedefleri başarmak adına temelleri sağlam bir strateji gerekiyor. Kişisel çabaların ötesinde kurum kültürünün bir parçası olarak bu mücadeleye katılmak önemli olan. Maalesef bu konuda iş dünyasının atması gereken çok adım var. İklim kriziyle mücadelenin başarılı olması adına doğru ölçümleme, yüksek etkinin olduğu alanların tespiti, bu alanlarda yıllara göre planlanmış aksiyonları almak ve tüm değer zincirini düşünerek adım atmak gerekiyor.
- İklim krizinin etkilerinin bireylerin hayatını sıklıkla etkilemesi, konuya ilişkin farkındalığı artırdığı gibi tüketici tercihlerini de değiştirmeye başladı. Özellikle Gen Z, iklim değişikliği konusunda hassas ve tüketim tercihlerini de bu yönde aksiyon alan kurumlardan yana yapıyor. Aynı zamanda kurumlardan beklenti de ağaç dikmenin çok ötesinde. İnsanlar kar odaklı kurumların yerine doğanın düzenini bozmadan çevresel ve sosyal pozitif etki yaratan kurumların yanında yer alıyor.
- İklim krizi ile mücadele ve pazarlama denince akla ilk gelen kelime sanırım yeşil aklama yani “greenwashing”. Bu alanda mücadele verirken şeffaf olmak, ilham vermek ve farkındalık yaratmak en önemlisi. Bu kapsamda da pazarlamanın gücü yadsınamaz. Bu güçten faydalanarak atılan her adım bireyleri, rakipleri hatta farklı sektörlerden şirketleri iklim krizi ile mücadeleye çağırmanın da bir yolu aslında. Ancak bu adımları atarken yapılanları ve etkiyi veriyle anlatmak, dış paydaşları sürece dahil etmek ve yolculuktaki zorluklardan bahsetmek, kurumların iklim krizi ile pazarlamayı bir araya getirirken dikkat etmeleri gereken noktalar arasında. İklim krizi konusu hala birçoğumuz için bilinmezliklere sahipken doğru ve şeffaf bilgilerle iletişim kurmak çok önemli.
İletişimleri yaptık, sıra aksiyonda
- İklim kriziyle mücadelede kurumların adımlarını maalesef oldukça yetersiz bulduğumu söylemek zorundayım. Bu ifade birçok kişiye ilginç gelebilir. Çünkü son 10 yıldaki özellikle 2020 sonrası dönemde, kurumların sıklığı ve şiddeti artan bir şekilde sürdürülebilirlik ve iklim krizini dillerine pelesenk ettiğini görüyoruz. Burada “kurumlar” derken şirketleri, sivil toplum kuruluşlarını, devletleri ve belediyeleri dahil ediyorum. Ama maalesef şu ana kadar yapılan çalışmaların büyük bir kısmının ya söz vermekten ya da iletişim çalışmasından ibaret olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Bu sadece Türkiye için geçerli değil, dünyanın çok büyük bir kısmı için de geçerli.
- Aksiyon olarak ise aslında iklim krizinin çözümü oldukça basit. Yani süreç olarak basit olmasa da nihai hedefimiz belli olduğu için kerteriz alarak rotamızı uyarlamak basit. İklim krizine ve iklim değişikliğine karşı, atmosfere bıraktığımız sera gazlarını azaltmamız gerekiyor. Kurumların aksiyonlarını kurumsal iletişim projeleri olarak değil, operasyonel dönüşüm projeleri olarak atmaları gerekiyor. Bilgi paylaşımı yapmaları gerekiyor. Bu alana “rekabet” olarak değil, güçlerini birleştirebilecekleri bir alan olarak bakmaları gerekiyor. Bu kadar basit.
- Kurumlar, sürdürülebilirlik ve iklim krizi konularına birer “pazarlama aracı” olarak bakmamalı. Zaten yavaş yavaş bu şekilde bakan firmalar net bir şekilde gözlemlenebiliyor. Esmiyor’a da gelen firmalar zaman zaman “yeşil aklama gibi dursun istemiyoruz” diyorlar. Zaten bu şekilde bir ifade çıkıyorsa, yeşil aklama yapılıyordur. Bunu duyunca kulağımda hep “masum değiliz, hiçbirimiz” şarkı sözleri çınlıyor. Gerçekten de hiçbirimiz masum değiliz. Bu yüzden firmalar çalışmalarını geçmişte yaptıkları hataları örtmek için değil, sistemik değişiklikler için yapmalı. Hatta şu anda dünyadaki sürdürülebilirlik iletişiminde yapılan hataların, eksikliklerin net bir şekilde itiraf edildiğini görüyoruz. Bu bizde 2023 yılının sürdürülebilirlik iletişim ve pazarlama stratejisinin bel kemiğini oluşturuyor.
- Türkiye’de öne çıkan markalar aslında düşündüğümüzden fazla. İsim verdiğinizde bazı firmaların dışarıda kalması oldukça normal. Kısaca, buradaki firmalar sınırlı sayıda değil. Dünyada bile beyaz eşya sektöründe örnek olmuş bir firma olarak Arçelik’i verebiliriz. Özellikle bazı geliştirdikleri sürdürülebilir teknolojilerde patent bile almayarak bu yenilikleri tüm dünya ile paylaşıyorlar. Garanti BBVA da tarihsel olarak oldukça büyük sorumluluk altındaki bankacılık sektöründe önemli dönüşüm adımlarını atarak bu sektörde Türkiye’de öncü konumunda. Bu sektörün dönüşümü gerçekten çok güç, ancak çok da kritik. Diğer taraftan Mavi gibi oldukça sorunlu bir sektörde yer alıp, sürdürülebilirlik adına her zaman AR-GE çalışmaları yaparak kendini adım adım geliştirmeye ve dönüştürmeye çalışan firmalar da çok değerli. Bu büyük firmalara ek olarak Ecording gibi, Fazla gibi, Bego gibi sadece Türkiye değil dünyada da dikkat çeken girişimlerimiz de mevcut. Burada ismini anmadığım onlarca firma da bulunuyor.
- Bu dönüşümde önemli olan geçmişteki günahları temizlemeye çalışmak değil, bugünden itibaren somut adımları tek tek atmak, her sene bir adım daha ilerleyerek dönüşüm sağlamak. Umut var!
Güncel Haberler