Influencer’lar reklam panosu değildir!
Unilever tarafından yapılan son araştırmalar, influencer’ların davranışları şekillendirme ve çevreci seçimleri teşvik etme gücüne işaret ediyor. Öyle ki insanların yüzde 78’i için influencer’ların etkisi TV ve hatta hükümet kampanyalarından bile daha güçlü. Dahası, her 4 kişiden 3’ü sosyal medya içeriklerini izledikten sonra çevreyi korumaya yönelik davranışları benimseme isteğinin arttığını, her 10 kişiden 8’i ise (yüzde 83) TikTok ve Instagram’ın sürdürülebilir bir yaşam konusunda iyi bir kaynak olduğunu söylüyor.
Unilever’in en büyük markalarından ikisi olan Dove ve Hellmann’s, kısa bir süre önce bireylerin karbon ayak izi üzerindeki en etkili iki davranışını ele almak için influencer’larla çalıştı: Daha az plastik kullanmak ve daha az gıda israf etmek… Sonuç olarak, yüzde 76’lık bir kitle Dove plastiklerinin yeniden kullanımına dair içeriği izledikten sonra, yüzde 82’lik bir kitle ise Hellmann’ın gıda israfını azaltmaya yönelik içeriğini izledikten sonra harekete geçmeye teşvik edildi.
Influencer’lar sosyal ve kültürel sermayelerini markalarla ticari iş birlikleri yapmanın ötesine taşıyor…
Son zamanlarda trend olan “de-influencing” eğilimi, daha bilinçli tüketimi teşvik etmek adına ortaya çıktı. Bitki bazlı ve çevre dostu yaşam tarzını savunan bir içerik üreticisi olan Brennan Kai, başlangıçta insanların satın almaması gereken ürünleri öne çıkarmaya veya daha iyi alternatifleri sergilemeye odaklanan de-influencing akımını şöyle tanımlıyor; “de-influencing özünde daha minimalist ilkelerin ana akım haline gelmesi için yaratılan bir baskı yöntemi. Aslında sürdürülebilirlik ve minimalizm merkezli içerik oluşturanlar için bu kavram yeni değil, sadece ilk günden beri savunduğumuz ilkelerin yeniden tanımlanması anlamını taşıyor. İnsanları tüketim alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve günlük yaşam pratiklerini değiştirmeye teşvik etmek, bir gezegenin yaşanabilir kalmasını savunmanın en etkili yollarından biri…”
Sürdürülebilirlik Uzmanı ve Futerra Ajansının Kurucu Ortağı Solitaire Townsend ise konuyu şöyle değerlendiriyor; “Influencer’ların çoğu bir markanın ya da tüketimin itici gücü olmak için paylaşım yapmaya başlamadı; söyleyecek şeyleri olduğu için, ortak amaca inanan bir topluluk oluşturmak üzere yola çıktılar. Ücretli gönderiler daha sonra geldi… Bir bakıma de-influencing influencer’ları başladıkları yere geri döndürüyor.”
Townsend, influencer’larla ilişkilerini korumak isteyen markaların hem içerik oluşturucularının hem de topluluklarının taleplerini ciddiye alması gerektiğini ifade ediyor.
Sürdürülebilir etki ajansı No Logo’nun Kurucu Ortağı ve CEO’su Nicholas Guy ise “Bu alanda kazanacak olan markalar, influencer’ların birer reklam panosu olmadığını anlayan markalar olacak. Etkili bir influencer pazarlaması için markayla influencer arasındaki ilişkinin bir ortaklık olarak konumlandırılması gerekir. Yaratıcılar, topluluk oluşturma ve yönetme konusunda uzmandır; markaların etki gücünü artırmak için bu uzmanlığa değer vermesi gerekiyor” diyor.
Jungle Head of Creators Nader Dehdashti konuya şöyle bir parantez açıyor; “Markalar influencer’ların sürdürülebilirlik alanındaki gücünü fark ettikçe, vatandaşlar influencer’ların greenwashing’e açık olabileceğinden veya etkilerinin yüksek karbonlu markalar tarafından satın alınabileceğinden korkabilir.”
Ancak Guy bu endişeleri reddediyor; “Markalar gibi, influencer’ların da iş birliği yapmaya karar verdikleri markaların değerlerini göz önünde bulundurma hakkı var. Değerleriyle örtüşmeyen markalara hayır diyen influencer’lar topluluklarında güven oluşturabilir.”
Kaynak: The Drum – Ellen Ormesher
Emojilerin gizli gerçeği: Gülen yüzlerin arkasında mutsuz suratlar var
Özellikle 2010’lu yıllardan sonra oldukça popüler hale gelen emoji kullanımı, karşı tarafa duyguları daha iyi ifade etmenin en pratik yollarından bir olarak karşımıza çıkıyor. Ancak Tokyo Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma gösteriyor ki emojiler duyguları saklamak için de kullanılabiliyor… Araştırma sonuçları, gülen yüz emojilerinin olumlu bir duyguyu ifade etmekten ziyade olumsuz bir duyguyu gizlemek için kullanıldığını ortaya koyuyor.