İş yerinde neden hikaye anlatmalıyız?
Dikkat ve dinleme sürelerinin git gide kısaldığı, dijital çağın hastalığı odaklanamamanın hepimize sirayet ettiği bu yüzyılda, insanların dikkatini çekmek, bizi dinleyebilmelerini sağlamak ve mesajımızı yerini ulaştırmak için hikâyelerden ve onun tekniklerinden faydalanıyoruz.
Hikayeler İlgi Çeker
Önemli bir toplantıda olduğunuzu hayal edin. Birazdan bir sunum yapacaksınız. Son hazırlıklarla uğraşıyorsunuz. Neredeyse herkes günün yoğunluğu ve yorgunluğunu taşıyor. Bazılarının gözleri sizin üzerinde ama belli ki o sırada başka bir şey düşünüyorlar. Birkaç kişi telefonuyla ilgileniyor. Köşedeki üç kişi kendi aralarında sohbet ediyor. Dikkatlerini çekecek ve sizi ilgiyle dinlemeye devam etmelerini sağlayacak bir cümleye ihtiyacınız var. Ne söyleyeceksiniz. Onları düşüncelerinden sıyırıp, istediğiniz yere götürecek olan cümle ne olabilir.
“Bu sunumu hazırlarken çok ilginç bir şeyle karşılaştım…” veya “Bir başarı hikayesi dinlemek ister misiniz?”
Birden insanlar size dönüyor, sırtlarını geriye yaslıyor, merakla size bakıyorlar. Artık onların ilgisini çektiniz. Anlatmaya başlıyorsunuz. Bir hikâye dinleyecekleri için rahatlıyorlar ve tüm anlattıklarınıza açık hale geliyorlar. Ön yargıları kırılıyor, savunma halinden çıkıyor, onlara durmadan mesajlar verip zihinleri ile oynamayı değil, sadece hikâye anlatmayı istediğinizi öğrenince ilgiyle sizi dinliyorlar.[1]
Dikkat ve dinleme sürelerinin git gide kısaldığı, dijital çağın hastalığı odaklanamamanın hepimize sirayet ettiği bu yüzyılda, insanların dikkatini çekmek, bizi dinleyebilmelerini sağlamak ve mesajımızı yerini ulaştırmak için hikâyelerden ve onun tekniklerinden faydalanıyoruz.
Hikâyeler Akılda Kalır
Amerikalı şair, şarkıcı, yazar Maya Angelou, “İnsanlar söylediklerimizi ya da yaptıklarımızı unutur ama onlara neler hissettirdiğimizi unutmazlar” der. Şarkıları gibi benliğimizi büyüleyen bu söz, aslında hikâyelerin sırrını da bize fısıldar. Bir hikâye dinlediğimizde sözcüklerin çoğunu unutabilir ama o hikâyenin yarattığı hissi asla unutmayız. İş hayatımızdaki birçok veriyi, bilgiyi, projeyi unutmamıza rağmen, ilk iş günümüzü, zor zamanlarda mesaiye kaldığımız arkadaşlarımızı, kariyerimizde önemli rol oynayan yöneticimizi unutmayışımız bu yüzdendir.
Bazen kendimizin, bazen fikrimizin, bazense anlattığımız ürünün akılda kalmasını isteriz. Fakat sayılar, tablolar ve datalar sıkıcı, karmaşık, duygusuzdur. Dinleyenlere hiçbir şey hissettirmezler. Bu yüzden hatırlanması zordur. Oysa vermek istediğimiz “gerçeği” bir hikâyeyle ya da hikâyeleştirerek anlatırsak, dinleyenlerin duygularına dokunur, anlattığımız “gerçek”le bir bağ kurmasını sağlarız. Psikolog Jerome Bruner, eğer gerçekler bir hikâyenin parçası olursa, yani bir hikâyeyle anlatılırsa hatırlanma oranının 20 kat daha fazla olduğunu söylüyor.[2]
Hikâyeler İkna Eder
Annette Simons, Hikâyenin Gücü[3] kitabında insanların nasıl ikna olduğunu, insan ruhunun derin sularına dalarak cevaplar. “İnsanlar, ikna edilmeden önce şu sorunun cevabını öğrenmek isterler; siz kimsiniz ve neden beni ikna etmeye çalışıyorsunuz. Eğer bu soruya yanıt vermezseniz insanlar kendi cevaplarını yaratırlar. Bu da genelde olumsuz olur. Çünkü insan doğası, sizi ikna etmeye çalışan birinin o işten bir çıkarı olduğunu varsayar. Bilinçaltı sizin kazancınız, onların kaybı olacağını söyler. Bu yüzden güvenilir biri olduğunuz gösterecek bir hikâye anlatmanız gerekir…”
Bu hikâye sizin kendinizin yarattığınız bir hikâye de olabilir, fikrinizin, ürününüzü, vizyonunuzu anlattığınız bir hikâye de. Önemli olan karşınızdaki kişiyle ve kişilerle bağ kuracak ve kişiliğinize, projenize ve ürününüze dair onlara anlam verecek bir hikâye anlatmanızdır. Mantığımızın duvarlarını aşacak ve bizi ikna edecek tek şey, veriler, tablolar teknik bilgiler değil onların içinde olduğu kalbimize dokunan hikâyelerdir.
[1] Annette Simons, Hikâyenin Gücü, MediaCat
[2] Richard Maxwell and Robert Dickman, The Elements of Persuasion: Use Storytelling to Pitch Better, Sell Faster & Win More Business (New York: HarperCollins Publishers, 2007).