
Kültür biziz, sanat ise hayatın ta kendisi!
Hem bireylerin hem de kurumların; kültür ve sanat için yapılan harcamaları, sadece bir maliyet olarak değil, toplumun sahip olduğu kültürel dokuyu korumak ve gelecek kuşaklara aktarmak için yapılması gereken ekonomik ve sosyal bir yatırım olarak görmesi gerekir… Bugün sisler içinde de olsa bu görüş, toplumsal barışa giden yolu ışıklı kilometre taşlarıyla aydınlatır. Yol uzun, gece koyu karanlık olabilir ama kurumların yarattığı parlaklık, bireylerin ışığını ortaya çıkarır.
Kültür deyince aklınıza ne geliyor? Bu soruyla aramızda küçük bir deney yapsak ve şöyle gözlerimizi kapatıp, “kültür” kavramının çağrıştırdığı olguları zihnimizde sıralasak. Sizin gözlerinizin önüne ilk hangi görüntü gelirdi acaba?
Hangi imajlar bir kültür tanımı görseli olarak belirdi gözlerinizde bilmiyorum ama merak ettiğim asıl konu hayatımızın hep içinde olan “kültür ve sanatın” ne kadar farkında olduğumuz? Sanat deyince duvarda resimlerin asılı olduğu bir sergi salonu mu gözünüzde canlanıyor? Veya kültürü kitap yığınlarıyla mı bağdaştırıyoruz? Belki de kültür geçtiğimiz sokak; bir çocuğun oyunu, bir şarkının melodisi ya da anneanne tarifiyle pişen yemek kadar bize yakındır değil mi?
Prof Dr. Haluk Yavuzer’in eğitim sohbetlerine katılan bir arkadaşımdan, onun “kültür”ü nasıl tanımladığını dinlemiş ve çok çarpıcı bulmuştum. Şöyle anlatmış: “Bir gün bir köyde sürüden ayrılan bir koyun kaybolur. Bütün köy koyunu arar ama nafile… Kurtların koyunu parçalayacağından endişe duyan köylüler, gece bastırmış olmasına rağmen aramayı sürdürürlerken, köyün en yaşlı bilge kadını köylünün karşısına dikilip aramayı durdurur. Başındaki yazmanın iki ucunu bağlayan iri bir düğüm atar ve şöyle der – kurdun ağzını bağladım, artık ben yazmamı çözene dek hiçbir kurt koyuna saldıramaz, herkes varıp yatsın.” Kendi de gamsız bir şekilde gidip yatar. Gerçekten de sabah hayvan sapasağlam bulunur. İşte o yaşlı kadının attığı o düğüm var ya o bir “kültür”dür.
Kültür, bir toplumun kimliğinin yansımasıdır
Çünkü kültür, yaşamımızın bir bütünüdür; bizleri ve topluma dair unsurları bir araya getirir. Dil, iletişim, sanat, inanç, gelenek ve görenek, hukuk ve yönetim biçimleri, üretim ve tüketim alışkanlıklarımız kültürün bileşenlerindendir. Toplumu oluşturan bireyleri, yani bizleri birleştiren dili ve iletişimi, sanatı, inancı, gelenekleri, hukuk ve yönetim biçimlerimizi, üretim ve tüketim alışkanlıklarımızı kapsar. Kültürü canlı tutan, yaratan ve koruyan, bireylerle birlikte toplumdur. Öğrenilen, yaşayan ve gelişen bir kavramdır ve kültür kişiden kişiye kuşaktan kuşağa aktarılır. Tıpkı nenenin attığı o düğüm gibi.
Çünkü kültür, bir toplumun kimliğinin yansımasıdır; onu diğer toplumlardan farklı kılar. Toplumun yaşayış ve düşünüş tarzıdır. Bir diğer deyişle kültür toplumsal bellektir. Bizi düşünmeye, araştırmaya, tartışmaya çağırır. Bu nedenle, ülkeler ve toplumlar için hayati önem taşır. Ve unutmayalım ki kültür ve sanat, zamansız bir iletişim dili olarak insanlığın ortak mirasını oluşturur.

Kitlesel beğeniyi medya yaratıyor
Peki, toplumumuzun kültürü yaşama şeklini, günümüz insanının kültürel faaliyetlerini değerlendirmek gerekirse…
Kültür kavramını bu yazıya özne olarak seçme nedenim olan ve toplumsal barışta önemli bir farkındalığa işaret eden “çıkarımı” birlikte deneyimlemek için sizi bir başka teste daha davet etmek istiyorum şimdi: Lütfen pek de uzağınızda olmayan cep telefonunuzu alın ve sosyal medyaya şöyle bir göz gezdirin.
Artık kitlesel beğeniyi medya yaratıyor öyle değil mi? Peki bunun sonuçları ne? Sürekli maruz kaldığımız görüntü ve imgeler biz bireylerin, özellikle de çocukların ve gençlerin algılarını ve davranışlarımızı belirliyor. Sosyal medya, televizyon ve TV programları kültürü değiştiriyor, dönüştürüyor. Popüler dizi kahramanları ve sosyal medya influencer’ları gençler tarafından model alınıyor.
Popüler kültür yaygınlaşırken insanlar tektipleşiyor. Bununla beraber kültür ve sanat algısı zayıflıyor, beğeni düşüyor. Toplumlar birbirine benzeyen, yerel değerlerinden ve mirasından faydalanamayan, kendini geliştirmeyen yapılara dönüşüyor. Dahası da var; popüler kültürün tekrarlayıcılığı ve aynılığı, standart tepkiler yaratmaya ve bireysel ifade gücünün zayıflamasına neden oluyor….
Toplumu birleştirebilecek güç!
Popüler kültürün içinde sınıflar ve toplumsal farklılıklar daha çok ön plana çıkıyor. Bu durum, bireyin yabancılaşmasıyla, sınıflar arası çatışmanın ve toplumun üyeleri arasında iletişim eksikliğinin artmasıyla sonuçlanıyor. Ve ortak kültürü kaybedildiği her atakta toplumsal barıştan da biraz daha uzaklaşılıyor.
Tektipleşmemek için ve farklılıklarıyla zenginleşen bir toplum yapısını sürdürmek için başka bir şeye ihtiyacımız var. Kültür ve sanatla gelişmeye…
Kültür biziz… Sanat ise, hayatın ta kendisi.
Bireyi güçlendirecek ve toplumu birleştirecek güce sahip olan, kendi kültürümüzden beslenen sanata şimdi her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.
Ve sanat ne kadar hayatın içinde ise o kadar bizimdir.
Sanat bilgiyi saklamanın ve aktarmanın en ekonomik yolu. Aynı zamanda da çok kuvvetli bir eğitim aracı… Türkiye’de ve dünyada yapılan pek çok araştırma gösteriyor ki: sanatla iç içe olmak, yaratıcılığı, hayal gücünü, eleştirel düşünmeyi ve iletişim becerilerini yükseltiyor.
Kültürel ve yaratıcı sektörler, ekonomik etkilerinin ötesinde, bireysel sağlığı ve esenliği desteklemekten, sosyal sermayeyi teşvik etmeye kadar çok önemli sosyoekonomik etkiler sağlıyor.
Kültür-sanat bir maliyet kalemi değildir!
Çünkü hepimiz biliyoruz ki “kültür”;
Bilgi ve kaynaklara erişim sağlayarak nitelikli bilgi veri üretimine, bilginin demokratikleşmesine ve dolaşıma sokulmasına imkân verir.
Sanatın yaratıcı gücünü kullanarak toplumsal sorunlara dair farkındalık yaratır, ilham verir, eyleme geçmeye teşvik eder.
Geleneğe ait kaynakların korunmasını, muhafazasını ve aktarımını sağlar; toplumsal hafızaya katkıda bulunur.
Eğitim ve yorumlama programlarıyla güncel meselelere dair özgün okumalar geliştirir.
İşte bu yüzden, bu yazının “çıkarımı” da, sizlerin de çok net gördüğüne inandığım kültürün bireysel “çıkar”dan uzak kullanımına odaklanıyor.
Hem bireylerin hem de kurumların; kültür ve sanat için yapılan harcamaları, sadece bir maliyet olarak değil, toplumun sahip olduğu kültürel dokuyu korumak ve gelecek kuşaklara aktarmak için yapılması gereken ekonomik ve sosyal bir yatırım olarak görmesi gerekir…
Bugün sisler içinde de olsa bu görüş, toplumsal barışa giden yolu ışıklı kilometre taşları ile aydınlatır. Yol uzun, gece koyu karanlık olabilir ama kurumların yarattığı parlaklık, bireylerin ışığını ortaya çıkarır.
Ve başka bir dünya, başka bir kültür sanat anlayışı mümkün olur…
Yazı dizisi: Toplumsal dönüşüm için kültür-sanat!
Şüphesiz “Kültür ve Sanat”, bireylerin, toplumların ve kurumların dönüşümünde rol oynayan en kritik unsurlardan biri… Bu sebepledir ki ana sorumluluğu bu alanlardaki dönüşümü anlamak ve iletişim stratejilerini buna göre şekillendirmek olan pazarlama profesyonellerinin de kültür sanat alanındaki (veya bu alandaki) gelişmeleri yakından takip etmesi, daha da önemlisi mesajlarını ulaştırmak için etkili bir araç olarak kullanması kaçınılmaz bir gereklilik. Bu gerçekten yola çıkarak Türkiye’nin en önemli kültür sanat kurumlarından Salt’ın İletişim ve Yönetim Direktörü Derya Açar Ergüç’ün Marketing Türkiye için kaleme aldığı “Toplumsal Dönüşüm için Kültür – Sanat” yazı dizisi, kültür ve sanatın bireyler, toplum ve kurumlar üzerindeki etkisini ele alarak, sürdürülebilirlik, iletişim ve sosyal sorumluluk ekseninde nasıl bir değer yarattığını inceliyor, kültür ve sanatın hayatımızdaki dönüştürücü gücünü keşfetmeye ve bu dönüşümdeki yerimizi sorgulamaya davet ediyor…
Ergüç, yazı dizisinde aşağıdaki konuları ele alacak:
Kültür sanat neden önemli?
Kültür sanatta bireysel ve kurumsal rolümüzün önemi
Kültür sanat ve sürdürülebilirlik
Sponsorluk mu ve sosyal sorumluluk mu?
Kültür sanat iletişimi