Orhan Veli’nin ceketi hep sahnede…
10-11 yaşlarındayım ve İstanbul’u henüz 2 yıldır dinliyorum… Darüşşafaka’da yeni isimler çıkıyor karşıma, Sait Faik’i duyuyorum, Nazım Hikmet’i duyduğum tüm isimlerden biraz daha fazla seviyorum, şiire merakım artıyor ve sonrasında bir “garip” adamla tanışıyorum. Onunla tanışmamız okuma üzerinden olmuyor ama, diğer tüm isimlerden farklı olarak o “garip” şairi, bir akşam şiire meraklı çocukları İş Sanat’a götüren öğretmenlerim sayesinde, unutulmayacak bir sesle tanıyorum. Kocaman camlı kapılardan (belki de ben çok küçük olduğum için bana büyük geliyorlar) geçiyoruz, sonra bir büyük başka kapıdan, kadife kumaşlı koltuklarda herkes yerini alıyor, ışıklar kapanıyor ve başlıyor…
Ben Orhan Veli
1914’te doğdum
1 yaşında kurbağadan korktum
2 yaşında gurbete çıktım
7’sinde mektebe başladım
9 yaşında okumaya
10 yaşında yazmaya merak saldım
13’te Oktay Rıfat’ı
16’da Melih Cevdet’i tanıdım
17 yaşında bara gittim
18’de rakıya başladım ve şarkı söylemesini çok sevdim
***
O günlerde küçük bir çocuk olarak zihnimde Orhan Veli’nin yüzü Müşfik Kenter’in sesiyle özdeşleşiyor ve ikisi birbirine dönüşüyordu. Aradan yıllar geçip tekrar baktığımdaysa bu dönüşümün; yalnızca bir çocuğun zihninde değil şiire meraklı binlerce zihinde, aynı sahnede, 9’unda Müşfik Kenter’in yer aldığı toplamda 16 farklı dinletiyle yaşandığına tanıklık edecektim elbette…
1914 yılında dünyaya geldiğinde Orhan Veli Kanık, takvimler 13 Nisan’ı gösteriyordu. O günlerde elbette Türkiye şiiri başına ne güzel bir “garip”lik geldiğinin farkında değildi. 36 yıllık hayatında hikâye, deneme, makale ve çeviri alanında birçok eser bırakmış olan şairi bunca büyük yapansa kendisinin bir “şiir devrimcisi” olması elbette. O döneme dek “ölçü”lere ve “süslü” bir dile sıkışan Türkiye şiirini, 1941 yılında, arkadaşları Oktay Rifat ve Melih Cevdet Anday ile birlikte manifesto niteliğindeki Garip adlı şiir kitabıyla çıkarmayı başardılar.
“Ne atom bombası
Ne Londra Konferansı
Bir elinde cımbız,
Bir elinde ayna;
Umurunda mı dünya!”
“Cımbızlı Şiir”de de açıkça gördüğümüz üzere yalın bir anlatımı benimseyerek şiir dilini konuşma diline yaklaştırmayı başardığında Orhan Veli, döneminin kimi yazarlarınca büyük eleştirilere maruz kalsa da zaman onu haklı ve “büyük” çıkarmıştı…
Oktay Rifat 1950’de Yeditepe Dergisi’nde kaleme aldığı Orhan Veli Kanık başlıklı yazısında “Orhan Fransız şairlerinin birkaç nesillik şiir macerasını kısacık ömründe yaşadı. Türk şiiri onun kalemi sayesinde Avrupa şiiriyle atbaşı geldi.” derken aynı yılın Kasım ayında Orhan Veli trajik bir biçimde bu dünyaya veda etti.
Ölümünün ardından bir başka yakın arkadaşı olan gazeteci Çetin Altan “Orhan, başka bir millette doğsaydı milletlerarası bir şöhrete de ulaşırdı. Son zamanlarda işittiğime göre ceketi olmadığı için gömlekle dolaşıyormuş. Onun yüzde biri kadar sanatkar olmayanlar, hatta insan olmayanlar bugün genel müdürlüklerde, sefirliklerde sefa sürüyorlar. Ve Orhan ceketsiz öldü.” cümlelerini kaleme alacaktı…
Bu dünyaya ceketsiz veda etse de büyük şair, sahneden duyduğumuz sesle ve binlerce seveniyle bir kez daha iyi ki doğdun diyeceğiz… Ve onun sayesinde “Dalgacı Mahmut” olanlarımız her sabah uyanıp gökyüzünü boyayacak…
Orhan Veli’nin doğum gününde ona bir “ceket” armağan etmemiz belki mümkün değil, ancak kendimize Orhan Veli hediye edebiliriz…
“Garip” şiirinle iyi ki doğdun Orhan Veli! Sahnede seni duyduğumuz nice yıllara…
Unutmadan, bugünlerde İş Sanat’ta neler oluyor diye baktığımda, karşıma İlhan Berk ve Melih Cevdet Anday dinletilerinin çıktığını da yazının sonuna eklemek istedim. 17 Nisan’da “Sen Gel Bizi Yeni Vakitlere Çıkar” dinletisinde İlhan Berk’in, 8 Mayıs’ta ise “Melih Cevdet Anday Şiir Dinletisi” ile de Anday’ın eşsiz kelimelerine tanıklık edebilirsiniz… Katılımın ücretsiz olduğu her iki dinleti için de rezervasyon yaptırmak için TIKLAYIN!