Paris’te bir Kasım sabahı ve…
Her ne kadar krizin etkisi deyip duruyorlarsa da EPICA’ya katılan işlerde geçen yıla oranla artış var. Bu yıl katılım yüzde 4 daha fazla. Her kategoriden toplam 3893 işin katıldığı yarışmada basın kategorisinde 887 iş yarışıyor. Televizyon 636, Poster 617, Medya kullanımı 259 ve mecralar açısından kritik bir durumu göstermesi açısından interaktif mecraya katılan iş sayısı 428. Sayılar açısından bakınca giderek büyüyen Branded Content yani markalı içerik yani advertorial gibi gözükmeyen ama advertorial olan içerik geçen yıla oranla neredeyse yüzde 50 büyümüş. Sanırım bizde olduğu gibi bir süre sonra buralarda da gazete okuduğumuzda haber mi, reklam mı anlamayacağız! İş gönderen ülkeler sıralamasında geçtiğimiz yıla oranla pek bir değişiklik yok. Almanya 78 ajanstan 721 işle en başta.Fransa 39 ajans 451 iş, İngiltere 46 ajans ve 358 işle ilk üçte. Türkiye bu sene 16 ajanstan 84 işle katılmış. Yarışma eski Avrupa orijinli olmasına rağmen Amerika, Hindistan, Hong Kong, Malezya, Avusturalya, Brezilya, Mısır, Meksika, Yeni Zellanda, Filipinler, Porto Riko, Singapur, Güney Afrika, Sri Lanka ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden işler de yarışıyor. Tabi bu ülkelerden jüri üyesi gazeteciler de Paris’te. Farklı kültürleri anlamak için bu geniş katılımlı jüride olmak çok öğretici.
Peki, neden bu ülke reklamcıları Avrupa’nın en merkezindeki yarışmaya iş gönderiyor. Akıllılar. Biliyorlar ki EPICA yılın İlk yarışması. İşler ne kadar çok görülürse diğer yarışmalarda ödül alma olasılığı o kadar artıyor. Kaldı ki 30 bin işin yarıştığı Cannes Lions’ta jüri üyeleri biyonik olsa tüm işlere aynı dikkati veremez. Çok iyi işlerin görülmeden kaçtığına, “Yahu bu nedir!” dediğimiz işlere çoğu kez şahit olmadık mı? Ayrıca deneyim de kazanıyorlar. Bu işlerin deneyim merkezli olduğunu işin profesyonelleri benden iyi bilir. Kaldı ki bir ülkeden ne kadar çok iş gönderilir ve o ülke kreatifleri seçenlerin aklında ne kadar çok kalır o kadar iyidir. Meseleye oraya, şuraya, buraya birkaç iş gönderip yarışıyor olmaktan öte bakmak gerekir. “İstanbul’u Yaratıcı Endüstrilerin Merkezi” yapmak için de çaba gösterirken çok yönlü ve stratejik düşünmek gerekiyor. Bilirim ki reklamcıların, habercilerin dünyasında ağızdan ağza pazarlama yöntemi diğer meslek gruplarından daha güçlüdür. İşlere gelince; görüyorum ki bizdeki gibi herkes işi televizyon reklamcılığının kolaycılına bırakmış. Sakın ola televiyona mecra olarak karşı olduğum anlaşılmasın. Nedenini hemen söyleyeyim; reklam dediğin zeki, çevik ve akıllı olur oysaki gördüğüm filmler neredeyse kısa film tadında. Uzun ve komedi öğesi çok yüksek. Reklam değil de kısa film yarışması olsa eminim hepsi ödül alır. İşe daha henüz başladık sayılır. Tüm yorumları bitirmeyelim. Önümüzde 12 saatlik 2 koca gün var. Yazmaya, yorumlamaya devam edeceğim.
Günseli Özen Ocakoğlu