Rap pasifleştiriyor mu, kazandırıyor mu?
Bir rap furyasıdır gidiyor. Gençlere hitap eden pek çok marka için rap vazgeçilmez bir platforma dönüştü. Ancak konu göründüğünden daha hassas. Rap şarkıcısı Fuat Ergin bir şarkısında “Rap bana her şeyi kazandırabilir” demiş. Başka bir açıdan bakanlar da tam tersini söyleyebilirler: “Rap sana her şeyi kaybettirebilir…”
Bir dönem çok yakından tanıma fırsatı bulduğum başarılı perakende giyim markası DeFacto’nun, Aslı Enver’in (İstanbullu Gelin) rol aldığı reklam filminde kullandığı rap paçasını (Mekânın Sahibi) önce biraz yadırgadım, sonra olaya “iş” anlamında bakınca hayli başarılı buldum. Bizim en ufak numara olayı benden önce yakalamış meğer… Kendileri 8 yaşında olurlar. Tutturmuş (bunlar sürekli tutturuyorlar ya zaten) kulaklık isterim, diye… Annesinin telefonundan müzik dinleyecek…
Birden şaşırdık. Amma hızlı sonuç alınmıştı. Geceleri uyurken dinlesin diye odasına güzel bir müzik seti almıştık. Annesi özenle seçtiği sanatçıları çalıyordu. Bol bol Barok… Ve de neo klasikler… Philip Glass, Oystein Sevag, Adam Hurst, Mark Eliyahu, Eleni Karaindrou… Sandık ki etkili olmuş bu girişimimiz… Oğlan müziğe sevdalanmış…
Yanıldığımızı anlamamız uzun sürmedi… Mahallenin çocuklarıyla bir olmuşlar (aynı yaşlarda ne kadar çocuk varmış bizim sitede) rap parçaları dinlerlermiş… Sadece dinlemek mi? Hayır… Bizimki işi ciddiye almış ezberliyor parçaları… Ben Fero’ya bayılıyor. Parçalarını bayağı biliyor… Demet Akalın, 321, Babafingo…
Ben bu türün sadece bir tanesine tahammül edebiliyorum… Hadi abartayım: Bayağı bayağı hoşuma gidiyor; Çukur’un ünlü parçası “Gömün Beni Çukura!”… Eypio söylüyor… Ahmet Kaya’yı çağrıştırıyor hafif… Ancak kriter ben değilim tabii. AK Parti dahil pek çok kurum ve kuruluş marka iletişimde rap müziği kullanmaya başladı… (Bkz. Sompo Sigorta’nın sosyal sorumluluk projesi “Yerküreye Saygı” için yapılan “Dünyanın Sigortası Sensin!” video klibi)
Ben Fero verdiği bir röportajda Sansar Salvo’nun şarkılarıyla büyüdüğünü, Türkçe rap müziğin kemik isimleri Mahsal, Firar, Kadıköy Acil, Hemsta, Cash Flow, Giotin, Server Uraz, Beta, Sagopa Kajmer, Fuat, Ceza, Killa Hakan’ın şarkılarını dinlediğini belirtmiş. Saydığı isimlerden bir tek Ceza’yı duymuştum… Dedim ya kriter ben değilim. Cahil mi kalmışız ne… Ben ki bir süre önce şöyle bir yazı kaleme almışım: “Batı dünyasında siyahi alt kültürün üretimi olarak ortaya çıkan bu müzik türünün, ‘protest’ özellikler taşıması onun kimliğinin büyük bir bölümünü oluşturuyor. Rap bizde de 90’lı yıllarda filizlenmeye başladı. İlk örnekler çok naifti… Hatırlarsınız MFÖ’nün Ali Desidero’su (1990), Barış Manço’nun Ayı adlı şarkısı (1992), Cem Karaca’nın Raptiye Rap Rap (1992) isimli parçası, bu türün pop müzik ögeleriyle birleştiği örneklerdi…”
Tabii bugünün rap şarkıları, bunlardan anlayış olarak çok uzaklarda… Bugün “arabesk rap” de denen hayli farklı bir müzik türüyle karşı karşıyayız… Çok da eski olmayan zamanlarda köyden kente göçün ve acının müziği arabeskken, şimdi köyden kente göçün ifade edildiği müziğin evrim geçirmiş başka bir türü bu. Arabeskle yoğrulmuş, rap ögeleri içeren, belki rock müziğin popüler zemindeki tahtını sarsan… İşin teknik kısmı böyle işte!
Peki ya içerik, mesaj kısmı? Orada sorun var! Gördüğümüz kadarıyla rap müzik, protest amaçları olan bir “counterculture” (karşı-kültür) olarak kendini ortaya koyuyor. İskandinav ülkeleri, İsviçre gibi gayrısafi yurt içi hasılaları yüksek, gelir adaletinin dengeli olduğu ülkelerde Amerika’daki kadar alıcı bulamıyor… Gelir adaletsizliğinin sorunlu olduğu ve bu konudaki protestoların diğer sosyal alanlara yayıldığı bölgelerdeyse benimsenmesi daha yaygın…
Türkiye’ye baktığımızda bundan daha da “ithal bir kültür ögesi” olamazdı herhalde… Amerika’nın lümpen proletaryasından doğan bu müzik bizim buralara geldiğinde dinleyicisine vaat ettiği “muhalefet” yapma işlevini yerine getirebiliyor mu? Bizce hayır! Bozuk bir Türkçeyle, bazen alt yazıya ihtiyaç duyularak sarf edilen sözlerde mekanik bir protesto anlayışı var. Protestonun bir anlamda en ilkel boyutu bu… Açıkçası bunu sahiplenmeye çalışan cenah için “Sol hiç bu kadar çaresiz olmamıştı” demek geçiyor insanın içinden… Bella Ciao’yu, Hasta Siempre’yi, Viva la Quince Brigada’yı, Enternasyonel’i marş edinmiş bir geçmiş için ne büyük kayıp!
Sosyal bilimcilerin elbette yakından ilgilendiği bu konu için bir de “kontra” yorum var. Özellikle Amerika’da rap müziğe destek verilmesinin altında, muhalefet edilen konulara eğilme değil, bu kesimlerin enerjisinin boşaltılması amacı yattığı iddia ediliyor…” Yani bir tür pasifleştirme söz konusu olabilir bu iddiaya göre… Ancak en alt kesimlerin içinden bir iki tanesi bile “yırtsa” ve madden sınıf atlamayı başardığı için olsa gerek bir tür Sindrella masalına hizmet ettiği için olacak, kitleler üzerinde etkisi belirgin ki pazarlama iletişimi “ille de rap!” diyor…
Rap şarkıcısı Fuat Ergin bir şarkısında “Rap bana her şeyi kazandırabilir” demiş. Yukarıdaki açıdan bakanlar da tam tersini söyleyebilirler: “Rap sana her şeyi kaybettirebilir…”
Türkiye’nin bilim diplomasisi çalışmalarını atlamayın
Southern California Üniversitesi’ndeki Uluslararası İlişkiler ile İletişim ve Gazetecilik okullarının iş birliğiyle kurulan Kamu Diplomasisi Merkezi bizim gibi konuyla ilgilenenler için iyi bir kaynak olabilir. Merkez’in internet sitesinde Türkiye’nin “kamu diplomasisi” alnında yaptığı hamlelerle ilgili makalelere yer veriliyor. Bilindiği gibi kamu diplomasisi devletlerin diğer ülkelerin halklarına doğru uyguladığı bir siyasi yöntem.
Gastrodiplomasi, müzik diplomasisi, dijital diplomasi, iletişim diplomasisi, görsel diplomasi, sağlık diplomasisi gibi çeşitli kollardan yürütülebiliyor. Bu kollardan biri de “bilim diplomasisi…” Sözünü ettiğimiz sitede, “Türkiye’nin Yeni Diplomasi Alanı: Bilim Diplomasisi” başlıklı bir makale yayınlanmış.
Bilimin, makro ölçekte bir ülkenin uluslararası sahnede olumlu itibar kazanmasına yardımcı olabileceği söyleniyor. Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğinde, Afrika ülkeleriyle bilim, eğitim ve diğer yumuşak güç araçlarıyla güçlü bir ilişki kurduğu ifade ediliyor. Bilim, araştırma, ticaret ve inovasyon alanlarında ortaklık kurularak bilim diplomasisinin farklı ülkeler arasındaki ilişkileri nasıl geliştirebileceği vurgulanıyor.
Bilim diplomasisi, Türkiye’nin akademik alanda uluslararası tanınırlığının sağlanması için çok önemli. Afrika’daki çalışmalarımız “örnek çalışmalar” olarak sunulacak nitelikte. Ülke olarak yaptığımız faaliyetlerin iletişimini daha da güçlü yaparak yumuşak güç konusunda daha da sağlam bir altyapıya sahip olmamız mümkün. İşe bilim diplomasisi çalışmalarımızı sahiplenip tanıtmaktan başlanabilir…