
Sadece “evden” olmuyor…
Pandemi, uzun yıllardır tartışılan bir konuyu şıpın işi çözdü! Evden, uzaktan çalışma meselesi… Bizim ofiste yıllarca uğraşmıştım… Ne server’lar aldık ne yazılımlar yükledik ne yatırımlar yaptık… Arkadaşlar evden çalışsın, hem ofis giderlerinden tasarruf edelim hem de verimlilik, motivasyon artsın istedik.
Nuh dediler, peygamber demediler. Kimseleri ikna edemedik, alıştıramadık. Şimdilerde ise kimseleri en azından haftada iki-üç gün ofise gelmeye ikna edemiyoruz. “Yolda kaybettiğim zamana değmiyor…”, “O kadar gereksiz ki şu an ofise gelmek…” gibi sözler kulağımıza çalınıyor. Bizce İstanbul’un trafik sorunu çözülse de bu yaklaşımın değişmesi artık çok zor.
Peki “ofis ortamı” gerçekte ne için gereklidir?.. Gelin, cevabı için biraz entel muhabbetlere girelim… Bir kere bir kurumun “varoluş nedeni”nin tüm çalışanlarca içselleştirilmesi için aynı mekânın paylaşılması çok önemlidir. Sonra hem mesleki hem de bireysel gelişim için karşılıklı etkileşim son derece gereklidir. Üçüncü olarak da deneyim paylaşımı, özellikle uygulama odaklı sektörlerde katma değerli hizmet üretimine büyük fayda sağlar.
Çalışan tekamülü ile ilgili ünlü formüldür: 3+3… Yani, Anglosaksonların deyişiyle “Will-Skill- Focus” (İrade, Beceri, Odaklanma) bir yandan; “Derinlik-Ciddiyet-Merak” üçlemesi diğer yandan… Başka türlü nasıl gelişebilirler ki…
O hâlde… En azından bir ara yol bulunmalı, özellikle de hizmet sektöründeki kurum ve kuruluşlarda en az haftada bir gün, tüm çalışanların katılımıyla “tekâmül toplantıları” düzenlenmeli… Yoksa ne olur? Yoksa, gün gelir ve “Biz nerede hata yaptık yahu?!” diye düşünüp durabilirsiniz…
Tüketiciyi yanıltmak bir sektörün sonu olabilir

Ticaret Bakanlığı’na bağlı Reklam Kurulu, 10 banka hakkında “reklamların durdurulması” cezası uygulanmasına karar vermiş.
Tüketicilerin “çevreye ilişkin hassasiyetlerinin istismar edilmesini engellemek” amacıyla bankacılık sektöründe yapılan incelemelerde, özellikle “yeşil konut kredisi” ve “yeşil taşıt kredisi” gibi reklamlarda sunulan avantajların açık ve anlaşılır bir şekilde belirtilmediği tespit edilmiş. Ayrıca “indirimli”, “avantajlı”, “uygun” ve “cazip” faiz oranı gibi ifadeler kullanılmasına rağmen, bu avantajların standart kredilerden herhangi bir farkı olmadığı ve tüketicilerin yanıltıldığı ortaya çıkmış. Reklamlarda tespit edilen bir başka husus da çevresel eylemlerin gerçektekinden daha fazla etkiye sahip olduğu algısı yarattığı yönündeymiş.
Reklamlar gibi çok geniş halk kesimlerine ulaşan içeriklerle çeşitli hassasiyetlerin istismar edilmesi, yalnızca etik bir ihlal değil, aynı zamanda bankaların itibarını da ciddi şekilde zedeleyebilecek bir durumdur. Bu tür dezenformasyonlar yoluyla tüketicilerin güveni sarsılırsa, mali istikrarı korumak zorlaşır.
Gastronomi, Urla’ya çok kapı açacak…
“Sofradan Beyaz Perdeye” ana temasıyla bu sene ilk kez düzenlenecek Uluslararası Urla Gastronomi Film Festivali 2-4 Mayıs tarihlerinde hayata geçecekmiş. Festival, Türk gastronomi filmleri kültürünü geliştirme ve bu alandaki yaratıcı girişimlere destek verme amacını taşıyormuş.
Michelin’in 2024 seçkisine İstanbul ve Bodrum’dan ikişer restoran, Urla’dan ise üç ayrı restoran; OD Urla, Teruar Urla ve Vino Locale girmişti. Michelin’in internet sitesine bir göz attık, sadece yıldız alanlarla kalmamış, 11 restorana dair bilgi vermişler…
İzmir’in küçücük Urla ilçesi, yeme- içme konusundaki başarılı işlerini doğru bir iletişimle tanıtarak kabını genişletiyor. Gastronomi, kamu diplomasisinin çok değerli bir ayağıdır. Film festivali ile yeni bir açılım getirdiği bu alanda ilerlemeye devam ederse Urla’nın adını duymayan kalmayabilir…
Çare, “Pozitif aktif eşitlik ayrımcılıkta!” olmadı mı?

Çevrim içi eğitim platformu Bilişim Garajı’nın CEO’su Zerrin Topal, TEDx sahnesinde bir konuşma yapmış ve “Aktif Eşitlik” kavramından bahsetmiş. Özellikle kadınlar için kullanılan “pozitif ayrımcılık” anlayışına alternatif bir isim önerisiymiş bu. Çünkü “pozitif ayrımcılık” kavramının kadınları “yardıma muhtaç” gibi gösterdiği ifade ediliyormuş.
Kadınların ne düşündüğünü en iyi kendileri bilirler, o nedenle “ifade yanlış” diyorlarsa, öyledir. Fakat erkeklerin de bu pozitif ayrımcılık kavramına “takıldığını” biliyoruz…
Bir kere, olumsuz anlamı olan “ayrımcılık” kelimesinin kendisi bir tedirginlik yaratıyor… “Pozitif ayrımcılık” dendiğindeyse algılanan; “Benim yerime o” oluyor ki haksızlık hissiyatını doğurduğundan kendini anlatmada “aciz” bir kavram olmaktan öteye gidemiyor… İletişimin özü dilin doğru kullanılmasıdır. Gramerin düzgün olması yetmez. Kelimenin, kavramın, sloganın “ilginç” ya da “çarpıcı” olması da… Dil yaşar, toplumla birlikte gelişir, evrilir; kültür ve değerlerle aynı karında büyür. O nedenle ister satış odaklı bir çalışma olsun isterse buradaki gibi bir fikrin, anlayışın yerleşmesi için kullanılsın, fark etmez… Bir bütünün içinde ele alınmazsa, başarıya ulaşamaz…
Ali Saydam yazdı: “İletişim mezunu ‘bal gibi’ yönetici olur!”