Türkiye’yi kim, nasıl kutuplaştırıyor?
Türkiye bir kez daha bir “açılım”ı konuşuyor. Üstelik bu kez hem çıkış noktası hem de önerisi itibarıyla geçmiş açılımlardan çok daha radikal ve sıra dışı bir biçimde karşımızda. Peki, “Toplumsal Barış” hedefiyle çıkılan bu yolda toplum sürecin neresinde duruyor? Kutuplaşmanın bunca yoğun olmasından kimleri sorumlu tutuyor, uzlaşı noktası yaratmak için kimlerden adım atması bekleniyor? Dahası tüm bu kutuplaşma bireylerin sosyal ilişkilerini nasıl etkiliyor? Yanıtlar Marketing Türkiye adına Aksoy Araştrıma’nın gerçekleştirdiği “Türkiye’de Toplumsal Barış Araştırması”nda…
Büyük şairin “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine, bu hasret bizim…” dediği günlerden bile daha hasretiz bir orman gibi kardeşçe hissetmeye. Öyle ki dünya kutuplarda kalabalıklaşıyor, bu kutuplaşmadan Türkiye de payına düşeni alıyor ve “Toplumsal Barış” giderek ulaşılması güç bir hayale dönüşüyor…
“Türkiye’de Toplumsal Barış Araştırması” gösteriyor ki toplumun yüzde 63,8’i ülkemizde toplumsal barışın olmadığını düşünüyor ve yine benzer bir oranla “kutuplaşma artıyor” diyor. Kutuplaşmanın baş aktörleri olaraksa siyasetçileri ve siyasi dili işaret ediyorlar.
Toplumsal barış inşasının en önemli faktörleri, barıştan uzaklaşmamızın en büyük sorumluları olarak gözükürken bu uzlaşı nasıl sağlanacak sorusunu sormamak mümkün değil…
Peki, tüm bu kutuplaşma ve çatışma hali en çok hangi alanlarda kendini gösteriyor? Farklı yaşam biçimleri ve görüşler bireylerin kişisel ilişkilerini nasıl etkiliyor? Toplum hangi noktalarda uzlaşıyor, uzlaşamadığı noktalarda en büyük etkenin kimler ve neler olduğunu düşünüyor? Hepsi ve daha fazlasının yanıtları Marketing Türkiye için Aksoy Araştırma’nın gerçekleştirdiği “Türkiye’de Toplumsal Barış Araştırması”ndan geliyor…
Barışa hasretiz…
Katılımcılara“Türkiye’de toplumsal barışın olduğunu düşünüyor musunuz?” sorusu yöneltildiğinde katılımcıların yüzde 63,8’i “hayır” yanıtını verirken, “evet var” diyenlerin oranı yalnızca yüzde 36 ile sınırlı kalıyor.
Toplumsal barışın olmadığına inanlar arasında özellikle 35-54 yaş arası kitle (yüzde 66,7) ve AB grubu (yüzde 67,6) öne çıkıyor.
Kutuplar kalabalıklaşıyor
Araştırma kapsamında katılımcılara toplumumuzdaki kutuplaşma hakkındaki görüşleri sorulduğundaysa yaklaşık her 10 kişiden 6’sı kutuplaşmanın arttığını ifade ederken yüzde 29,2’si bir değişim olmadığını söylüyor. Kutuplaşmanın azaldığı görüşünü beyan edenlerin oranı ise yalnızca yüzde 7’de kalıyor…
Her 10 kişiden 4’ü “ben de kutuplaştım” diyor!
Daha önceki araştırmalarda genel kanı “Toplum kutuplaşıyor ben değil” yönündeydi. Ancak bu kez katılımcıların yüzde 37,7’si kimi zaman geçmişe nazaran daha radikal düşünceleri olabildiğini ifade ediyor. Kutuplaşmanın kendi fikirleri üzerinde etkisi olmadığını ifade edenlerin oranı yüzde 36,5 olarak verilere yansırken, geçmişe nazaran daha anlayışlı olduğunu ifade edenlerin oranı yüzde 25,8 olarak verilere yansıyor.
Çözüm siyasetten bekleniyor
Katılımcıların yüzde 37,5’i siyasette hoşgörülü dilin teşvik edilmesinin toplumsal barışı teşvik edeceğini düşünürken 33,8’lik bir kesimse bölgesel ekonomik kalkınma projelerinin daha etkin olacağına inanıyor. Bu iki öneri diğer seçeneklerden anlamlı olarak ayrışırken okullarda barış eğitimi verilmesinin toplumsal barışa daha çok hizmet edeceğini düşünenlerin oranı da yüzde 11,5 olarak karşımıza çıkıyor.
Milli değerler bizi uzlaştırıyor
Katılımcılara toplumun uzlaşma noktaları sorulduğunda çatışma noktalarına kıyasla rakamların çok daha düşük olması dikkat çekiyor. Bu da bir biçimiyle kutuplaşmanın bir başka yansıması olarak yorumlanabilir… Ülke bütünlüğü yüzde 61,7’lik bir kesim için en büyük uzlaşı noktası olarak öne çıkarken onu milli değerler ve aile takip ediyor. Kültürel kodlarımızda önemli bir yer tutan “dayanışma” yüzde 47,7 ile dördüncü sırada gelirken “dini değerler” 46,3 ile beşinci sırada karşımıza çıkıyor. Cumhuriyet ve Atatürk’ü uzlaşı noktası olarak görenlerin oranın yüzde 40’ın altında kalması ise araştırmanın dikkat çekici verilerinden…
İdeolojik farklılıklar sosyal ilişkilere engel değil
Araştırmada katılımcılara ideolojilerinin sosyal hayatlarındaki ilişkilerini ne derece etkilediği sorulduğunda yüzde 13’lük radikal bir kesim olduğu ve “ideolojik olarak bana yakın olmayan insanlarla vakit geçirmeyi tercih etmiyorum” dedikleri görülüyor. Buna karşın yüzde 21,7’lik bir kesimse çevresinde ideolojik olarak kendinden farklı düşünen insanların çoğunlukta olduğunu belirtiyor. En yüksek oranla karşılık bulan yanıt ise “ideolojik yaklaşımlar sosyal ilişkilerimi etkilemiyor” oluyor.
Her 5 kişiden 1’i asla ikna olmuyor
Katılımcıların yüzde 59’u kendisinden farklı görüşe sahip bireylerle genellikle sağlıklı bir ilişki kurabildiğini söylüyor olsa da yüzde 32,5’i karşıt görüşlü kişinin tartışma büyüdüğünde saldırganlaşabildiğini ifade ediyor. Her 5 kişiden 1’i “zıt görüşlü birini ikna edebildiğimi hatırlamıyorum” derken, yine yakın oranlarda hakarete varan suçlamalarla karşılaştıklarını da belirtiyorlar. Arkadaşlık ve aile ilişkilerine de elbette bu kutuplaşmadan bir pay çıkıyor ve her 10 kişiden 1’i kendisinden farklı görüşte olan arkadaşları ve aile bireyleriyle ilişkisini sonlandırdığını ifade ediyor.
“Bizi siyasetçiler kutuplaştırıyor”
Kutuplaşmayı besleyen ve büyüten çok fazla faktör var elbette. Bu faktörlerin ne derece etkili olduğu katılımcılara sorulduğunda siyasi liderlerin, medyanın ve siyaset dilinin kutuplaştırma yarışında bayrağı taşıdığı görünüyor. Sosyal medya konvansiyonel medyaya nazaran daha düşük oranla da olsa her 10 kişiden 7’si tarafından kutuplaşmanın müsebbibi olarak işaret edilirken eğitim yüzde 58,7 ile son sırada yer alıyor.
Bu siyaset nasıl barıştıracak?
Araştırma kapsamında katılımcılardan son 10 yılı düşünerek bugün toplumun çatışma hallerini kıyaslamaları istendiğinde, siyasetin açık ara en büyük kutuplaşma alanı olduğu görülüyor.
Katılımcıların yüzde 70,7’si son 10 yıla kıyasla bugün toplumun siyasette daha çatışmacı olduğunu ifade ederken; siyaseti sırasıyla “kişisel özgürlükler”, “dini inançlar”, “yaşam biçimleri”, “azınlık hakları” ve “spor müsabakaları” takip ediyor.
Araştırmanın metodolojisi
Marketing Türkiye için Aksoy Araştırma’nın Kasım 2024’te gerçekleştirdiği “Türkiye’de Toplumsal Barış Araştırması”na Türkiye temsili cinsiyet, yaş, 2023 oy tercihi ve NUTS1 bölge dağılımı kotası ile 1067 kişi katıldı. Araştırma yüzde 3 hata payı ile yüzde 95 güven aralığında gerçekleştirildi.
“Farklı görüş” arkadaşlık ilişkilerini etkiliyor
Katılımcıların yüzde 40,3’ü “ideolojik farklılıklar sosyal ilişkilerim üzerinde etkili değil” dese de arkadaşlarıyla olan ilişkilerinde farklı görüşte olmanın ilişkilerinde etkili olup olmadığı sorulduğunda katılımcıların yüzde 55,6’sı bu etkiyi zaman zaman da olsa hissettiğini ifade ediyor…
Söz konusu çocuklar olunca işin rengi değişiyor
Katılımcılara yöneltilen “Çocuğunuzun kimlerle arkadaş olmasını istersiniz?” sorusunun ardından gelen yanıtlar toplumumuzun “kapsayıcılık”tan ne denli uzak olduğunu gözler önüne seriyor. Zira her 10 kişiden 7’si çocuğunun LGBTİ bir bireyle arkadaşlık kurmasını istemediğini belirtirken her 10 kişiden 6’sı çocuğunun ateist biriyle arkadaşlık kurmasını istemediğini ifade ediyor.
Çatışma alanının en büyüğü siyasetken toplumsal barışta da yine en büyük rolü siyasetin oynayacağından kuşku yok. Türkiye’nin gündeminde yeni bir açılım süreci varken katılımcılara kendilerine en yakın ve en uzak gördükleri partiler sorulduğunda CHP, MHP ve AKP pozitif ayrışan üç parti oluyor. Katılımcıların kendilerini en uzak gördüğü siyasi partiler ise HÜDA PAR, DEM Parti ve İYİ Parti olarak karşımıza çıkıyor.
Yeni bir dil yeni bir bölüşüm
✓ Türkiye’nin siyasi ve ekonomik tarihine baktığınızda hep bir dalgalanma görürsünüz. Sorunun olmadığı dönem neredeyse yok gibidir. Türkiye’de toplum sıklıkla kendini ya bir ekonomik krizin ya da bir siyasi krizin içinde bulmuştur. Bu krizler genelde bir dönemin siyasi kadrolarının değişimiyle sonuçlanmış ve aşılmıştır.
✓ Bu kez öyle olmadı. Ortalama 7 yılda bir görülen ve genelde de 1,5 yılda aşılan ekonomik krizlerden farklı olarak 2018 yılından bu yana devam eden bir ekonomik kriz var. Üstelik bu kriz toplumda anlamlı bir yoksullaşma ve tüketim davranışlarında farklılaşma yarattı.
✓ Ekonomik krizin de etkisiyle Türkiye’de yapılan araştırmalarda uzun süredir ülkenin en önemli sorunu nedir sorusuna “ekonomi” yanıtı geliyor. Oysa ki bana göre Türkiye’nin en önemli sorunu ekonomi değil toplumsal barış sorunudur.
✓ Türkiye’de bugün başka bir siyasi parti göreve gelse ve bir süre iktisat literatürüne tam bağlı kalsa ekonomik krizi aştığımız gibi yeniden refah artışına doğru yola çıkabiliriz. Oysa toplumsal barış sorununun bu kadar basit bir çözümü yok.
✓ Ülke nüfusunun önemli bir kısmı genel olarak bir biçimde nefret gruplarının içinde yer alıyor. Kürtler, Aleviler, LGBTİ bireyler, Ermeniler, Yahudiler, ateistler geçmişten beri bir mesafeliliğe maruz kalıyordu. Fakat geldiğimiz yer itibarıyla mesafeli olma hali daha çok grubu daha çok kimliği ve daha çok tercihi kapsıyor.
✓ Başta sosyal medya olmak üzere iletişimin artması, etkileşim düşkünü siyasileri yarattı. Siyasiler için başarı kriterlerinden birinin sahip olduğu takipçi sayısı ve aldığı etkileşim olmasıyla birlikte önemli oranda sorumlu bir dili terk ettiler. Anlamlı bir kısmı yeterince etkileşim alacağına inandığı açıklamaları zaman zaman insan hakkı ihlaline varsa bile yapmaktan çekinmedi. Bu da toplumu daha fazla kutuplaştırdı.