İzmir konseri “muhteşem” ya sonrası?..
İzmir Büyükşehir Belediyesi, İzmir’in Kurtuluş Günü olan 9 Eylül’ün 100. yıl dönümü kutlamalarına 30 milyon lira ayırmış. Resmi bir açıklama yok. Ben nereden mi biliyorum? Eylül ayının başında, 1970’lerden arkadaşımız, İzmirli gazeteci ve dergi yayıncısı Prof. Dr. Erkan Sevinç’le konuştuk. O söyledi… Tarkan’ın 6 milyon lira aldığı konuşuluyormuş. Bu arada araştırdık, sponsor ismine de rastlayamadık. Tarkan, “Siyasi malzeme olmak istemiyorum” demiş. Bu nedenle iki platform hazırlanmış. Biri konser, diğeri de Kemal Kılıçdaroğlu’nun konuşma yapması için…
Ancak nazar mı değdi bilinmez, platform yıkılınca konser mekânı değişti. Sanki iyi de olmuş. Tarihin en kalabalık 5. konseri bu sayede düzenlenebildi. Belki de en muhteşem konser görüntüsü böylece elde edilebildi. “Bugüne kadar böyle şey görmedim” demişti Sevinç, “Bildiğin inşaat yapıyorlar. Platform falan değil, bayağı sahne inşa ediyorlar…” İletişim adına, tüm taraflar için iyi numara. Hem CHP hem İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanı Tunç Soyer hem de Tarkan açısından… CHP dev bir şenlik havasında, ülkenin en popüler şarkıcısını kalkıp Almanyalardan gelmesi ve halka “ücretsiz”(!) konser vermesi için ikna etmişti.
9 Eylül İzmir’in kurtuluşunu böylece sahipleniyorlardı. “En çok bizim hakkımız” der gibiydiler. Üstelik ortada para da konuşulmuyordu. Yani, “Kaynakları konsere harcayacağınıza, şu problemi çözseydiniz” diye söylenen de yoktu. Tarkan da hem bu “dev şenliğin” katalizörü olmayı, hem de “Siyaseti sahneme karıştırmayın tavrıyla” kendini korumayı başarmış görünüyordu. Tüm bu işlerin mimarı da Soyer olmuştu. Üç aşamada, yani etkinliğin öncesinde, sırasında, sonrasında yürütülmesi gereken iletişim çalışmaları da tıkırındaydı. Ta ki Tunç Soyer’in “sırasında” ettiği sözler, “sonrası”nı gölgeleyene, bir çuval inciri berbat edene kadar.
Büyükşehir Belediyesi Başkanı’nın konuşmasını, AK Parti sözcüsü Ömer Çelik’in ifadesiyle, “şuursuzca” bulanların sayısı, en az beğenenler kadardı. Siyasi tarih okumasını “resmi tarih” anlayışına dayanarak “Almanlar yenilince biz de yenilmiş sayıldık” düzeyinde yapabilen yarı cahillerin, emperyal güçlerin, bugün de süren vahşi saldırıları karşısında 600 yıllık cihan imparatorluğunun son günlerinde içine düştüğü çaresizlikten yola çıkarak ve Atatürk’ün “Gençliğe Hitabe”deki sözlerini de çarpıtarak gaflet, delalet ve hıyanet kavramlarıyla suçlanmasını hazmetmek kolay değil. Başkan Soyer’in konuşmasının büyük bir başarıyla düzenlenen konserin önüne geçmesini ve onu gölgede bırakmasını Başkan’ın da arzu ettiğini zannetmiyoruz. Ancak “iletişim kazaları” tam da böyle oluyor…
Bir “-de -da”, bir “de da’” değildir
İtibar, namus gibidir; kimseye emanet edilemez. Herkes kendisininkinden mesuldür. İletişim çalışmalarında itibarın inşası için pek çok faktör devrededir ama ilkin de ilki Türkçe kullanımının doğru ve etkili olmasıdır. Biz, değil sosyal medya platformlarını, WhatsApp’ta bile imla kurallarına uygun, anlam bakımından hatasız Türkçe kullanımını savunuyoruz.
Gelin görün ki; “Hayaller ve hayatlar” çelişkisi yakamızı bırakmıyor. Mobilya firması İpek’in bu konudaki problemi gözden kaçacak gibi değil. Dijital mecra için hazırladıkları ilanla “Dahi anlamındaki -de ayrı yazılır” cümlesini hayatının sloganı hâline getirenlere ciddi bir malzeme vermiş durumdalar. Kullandıkları görselin üzerinde şöyle yazıyor: “Değişime sende katıl”… İletişimi ehil ellerle yürütmek, işte bunun için çok önemli. Üniversitedeki öğrencilerimize -de, -da meselesinin önemini anlatmaya çalışırken Sezar’dan örnek veririz… Hani şöyle: – Sende mi Brütüs? – Hayır, bende değil, Octavianus’a vermiştim…
Sinek küçüktür ama mide bulandırır. İletişim eğitiminin “kritik başarı faktörü” Türkçe kullanımı olmalıdır. Çünkü itibarın temel taşıdır. Öyle ajansın hatası laflarıyla da geçiştirilemez.
Ölme eşeğim, ölme
Bazı IKEA anları birer klasiktir. Herkesin gördüğü, tanıdığı, yaşadığı o anlarla, işte #BirIKEAKlasiği” Bu sözler IKEA’nın gençleri odağına koyarak hazırladığı reklam filminden… Hani köfteli, möfteli… Batı klasik müziği ile soslandırılmış. Bir kere hemen söyleyelim; marka, pek çok uluslararası firmanın yaptığı hataya düşmemiş, iletişimin evrensel bir dili olduğu iddiasıyla İsveç’te hazırlanan bir filmi Türkçeye çevirerek servis etmemiş. Hanelerine bir artı puan. Gelelim eksi puanlara: Filmin içinde dört klasik parçadan bölümlere eğlenceli Türkçe sözler yazılmış, gençler de dansla eşlik etmiş.
Klasikler şöyle:
1. Edvard Grieg: Peer Gynt Suite No. 1, “In the Hall of the Mountain King”
2. Wolfgang Amadeus Mozart: “Türk Marşı”
3. Ludwig van Beethoven: 9. Senfoni “Freut Euch des Lebens” (AB Marşı)
4. Pyotr İlyiç Çaykovski: “Kuğu Gölü”
IKEA’nın hedef kitlesi orta ve onun üstü sınıflar; yani B ve B+… Şimdi bu kitle, bu klasikleri anlayacak, cezbolacak… Müzikler ile “IKEA Klasiktir” sloganını birleştirip klasiğe duyduğu hayranlıkla ikna olacak… Neticede köfte yiyip IKEA’dan alışveriş yapacak. İletişimin “kritik başarı faktörleri”nden biri mesajların kolay anlaşılır olmasıdır. Bu reklam filmi için her şey söylenebilir ama kolay anlaşılır olduğu asla dile getirilemez.
Millî elektrikli tren heyecan veriyor
Babam yüksek makine mühendisiydi. Atatürk’ün eğitim için yurt dışına gönderdiği kuşaktandı. “Toplu iğnemizi bile kendimiz üretemiyoruz” diye hayıflanır, motor gövdesi dökemediğimiz için kahrolurdu. Keşke bunu görseydi.
Türkiye için çok önemli bir olayı tesadüfen öğrendik. Ayrıntılar şöyle: Ülkemizdeki raylı sistem araçlarının farklı bölümlerinin üretildiği üç önemli şirket varmış; TÜLOMSAŞ, TÜDEMSAŞ ve TÜVASAŞ… Bunlar, 4 Mart 2020 tarihli Cumhurbaşkanlığı Kararı ile TÜRASAŞ çatısı altında birleştirilmiş.
Bu reform hareketiyle Türkiye’deki raylı sistem üretim süreçlerinde yeni bir ivme ve sinerji yakalanmak istenmiş. Bu iki yıllık süre içinde TÜRASAŞ, ülkemizin ihtiyaçlarını karşıladığı gibi yabancı ülkelere de cevap verebilecek kapasitesiyle bir dünya markası olma yolunda adımlar atmış. Orta Doğu’nun en büyük raylı sistem araç üreticisi hâline gelmesi ise kısa süre önce tescil edilmiş. TÜRASAŞ’ın en son ürünü ise millî elektrikli tren. Prototip üretimde yüzde 65 yerlilik sağlanmış. Seri üretimde hedef ise yüzde 75 yerlilikmiş.
Çok heyecanlandık… Şimdi TÜRASAŞ’a düşen en önemli görev; bizim gibi herkesi heyecanlandırması. Bunun için de gerekli stratejik iletişim çalışmalarını devreye sokması…