Türk halkının sorgulama çağı başladı
Masumlar Apartmanı, Kırmızı Oda, Katarsis, Bir Başkadır ve Terapist… Hem TV’de hem de dijital platformlarda hızla ekranları dolduran psikolojik tahlil odaklı yapımlar izlenme rekorları kırıyor, tabiri caizse milyonlar aynı anda toplu bir terapiye giriyor… Peki, ne oldu da Türk toplumu psikolojik tahlil yapımlarına merak sardı? İçerik tercihlerindeki bu dönüşüm toplumun ruh hali hakkında neler söylüyor? Yoksa Türk insanı pandemiyle birlikte kimi kurgu kimi gerçek hikâyelerle içsel bir arayışta mı?
Marketing Türkiye’nin Almanak sayısında yer verdiğimiz “2020’nin En Beğenilen Dizileri” araştırmasına göre geçtiğimiz yılın en beğenilen dizisi Masumlar Apartmanı oldu… Yine Psikiyatr Dr. Gülseren Budayıcıoğlu’nun kaleme aldığı kitaptan uyarlanan Kırmızı Oda da ilk üçte kendine yer buldu. Yayına girdiği hafta gündem yaratan “Bir Başkadır” dizisi de yılın öne çıkanları arasında.
Aslında araştırma sonuçları hiç de sürpriz değil. Zira bir süredir ekranlarda güçlü bir “psikoloji” devrimi yaşanıyor. Masumlar Apartmanı, Kırmızı Oda, Katarsis, Bir Başkadır ve Terapist başta olmak üzere psikolojik tahlil odaklı yapımlar milyonları ekran başına kitlerken Türk toplumu da kitlesel terapilerle içsel bir yolculuğa çıkıyor, eve kapandığımız pandemi günlerinde iç dünyasını keşfediyor… Bu durum öyle büyük bir trende dönüştü ki psikiyatrlara olan talep katlanarak arttı, sahte terapistler türedi… Peki bu güçlü trendin arkasında nasıl bir toplumsal gerçeklik yatıyor? Psikolojik tahlil odaklı yapımlara artan ilgi toplumun ruh sağlığı hakkında neler anlatıyor? Uzman isimler Marketing Türkiye okurları için yorumladı…
Sosyal hayat başlayınca terapi odaklı dizilerin rüzgarı dinecek
✓ Ana akım medyanın sallandığı bir dönemdeyiz. Herkesin kendi medyasının patronu olduğu bir döneme geçtik. Hem de bu geçiş dünyanın değiştiği, dengelerin altüst olduğu öyle bir dönemde oldu…
✓ İnternet ve sosyal medyayla hepimiz yalnızlaştık, içimize döndük. Yıllar yılı Türk Sineması’nın sunduğu tek katmanlı insan modeli artık çöktü gitti. İnsanlar hem iyi hem kötü olabilir. Çok akıllı ve sağduyulu bir birey, eşini aldatabilir. Sevecen bir baba modeli, bir başka sahnede tacizci olabilir. Böyle haberler artık her yerde.
✓ Çok önemli bir gerçek daha var: Televizyon, ekran, röntgenciliktir. Camın arkasında bir olay yaşanır, seyirci bunu seyreder. Şimdi, düşünsenize insanların gizli iç dünyalarına bir dikiz imkanı sunuluyor bu dizilerle. En intim şeyleri duyma, görme zevki yaşanabiliyor. Mahalle kültürünün, doğu kültürünün egemen olduğu bir ülke burası. Biz, başkalarını merak ederiz. Soru sorarız. Böyle bir programı izlemek de sanırım bu yüzden çok cazip oluyor.
✓ Toplum bu içerikleri izlerken kendine dönmüyor; bu daha çok pandemiyle birlikte perçinlenen bir moda. İnsanların bir gruba, bir yapıya ait olma ihtiyacının tam olarak karşılanmayışı var bu dönemde. Fiziksel temas yok. Birçok mutluluk hormonunu salgılayamıyoruz. Fiziksel sağlığımızı korumaya çalışıyoruz, evet. Ama insan biyo-psikososyal bir varlık. Sosyallikle beslenen, gelişmeye programlı bir canlı türü. Hayatlarımızda çok büyük eksiklerin, yalnızlıkların olduğu bir zamandayız.
✓ Normal hayatla içsel yolculukların popülaritesinin bir nebze azalacağını sanıyorum. İnsanlar sokaklara, seyahatlere, kafelere dolunca ve dostluklar tekrar fiziksel bir boyuta oturunca, terapi odaklı dizilerin rüzgarı azalacak kanımca. Normal hayatla birlikte umarım duyarlılık tortuları kalır bir miktar. İnsan her şeyi unutur. İnsan, sadece şimdiki zamana ve gelecek umuduna tutunur. Dilerim; kişisel, çevresel, toplumsal farkındalık artışı biraz olsun kalır.
✓ Psikolojik tahlil odaklı yapımlar, medyanın genel olarak toplumu aşağıya çektiği bir dünyada, aslında bir umut; öyle değil mi? Ama çok tehlikeli bir boyutu da var: Pseudo Psikologlar, yani yalandan terapistler. Terapi süreci, çok özel bir deneyim. Danışanda gizli kalmış, uyumuş birçok problem, ufacık bir yanlışta, zamanlama hatasında açığa çıkabilir. Ancak çok eğitimli ve deneyimli bir terapist yönetebilir bu süreci. Zaten çok acıklı şeyler de yaşandı maalesef. Dizilerle birlikte özellikle birtakım beş günlük, on günlük koçluk eğitimi alan cahil kişilerin, başından büyük işlere kollarını sıvamasından çok korkarım.
✓ Bir terapist, yıllar süren eğitimle yetişir. Staj yapması, kendisinin de terapiden geçmesi şarttır. Eğitim ve araştırma hayat boyu devam eder. “Yemek masası terapisi” denen şey, çok yanlıştır. Terapist ve danışan ilişkisi, sadece terapi odasında yaşanır. İşin etik kısmı çok önemlidir. Bir de dizilerdeki gibi, öyle ilk seansta çok teatral çözülmeler, müthiş katarsis deneyimlerinin falan yaşandığı çok doğru değil. Dediğim gibi: Terapi, içinde bilimi, sanatı barındıran, ciddi titizlikle yönetilmesi gereken bir süreçtir. Çok satan bazı kitaplarda, dizilerde korkunç yanlışlar var.
Kendimize dönmek, içimizi kazımak istiyoruz
✓ İnsanımız 2019 başlagıcından itibaren ekonomi yorgunu. Bir de üzerine Covid gelince, kaygılarımızı kontrol edemez hâle geldik. Covid öncesinde de durumumuz çok parlak değildi aslında: Sağlık Bakanlığı’na göre Türkiye’de psikolojik tedavi görenler 8 milyon 600 bin kişiye yükselmişti. Antipsikotik tüketimi 5 yılda 7 milyon 201 bin kutudan 12 milyon 158 bin kutuya ulaşmıştı.
✓ Covid ile birlikte sağlık kaygıları ivme kazandı elbette… Önce bağışıklık konuştuk. Sonra kapanmalar geldi ve insanımız bunun ruhsal boyutunun da önemini fark etti.
✓ Bir de insanlarımızın yüzde 42’si ekonomik olarak çok ağır yaralı. Bu kitle ister bağışıklık olsun ister ruhsal sağlık olsun hastalanma lüksüne sahip olmadıklarını düşünüyor. Bırakın kendilerini, en büyük kâbusları çocuklarının hastalanması. Buna hem ruhen hem de maddi bir şekilde katlanamayacaklarını biliyorlar. Maazallah hastalanırlarsa, o ince buzun kırılacağını ve tüm ekonomik dengenin o ay için bozulacağını söylüyorlar. Dolayısıyla bu tansiyonlar da ilgi gösterdikleri içerikleri radikal bir şekilde değiştirdi. Herkes hem bağışıklık hakkında hem de ruhsal sağlık hakkında bir şeyler öğrenme peşinde.
✓ Ülkemiz insanı uzun zamandır yaşadığı travmalara; erteleyerek, yarım önlemler alarak, yatıştırarak, kendilerine özgün şaşırtıcı çareler bularak yaklaştı. Şimdi bunların hiçbiri çalışmıyor. Ekonomik kriz Covid ile bir araya gelince daha derin keşiflere ihtiyaç duyuldu. Bu yeni girdiğimiz çağda ertelemelerimiz, yarım önlemlerimiz bize ancak zaman kazandırır ama sonuçlardan muaf kılmayacak. Bunu anladık. Artık daha derin bir şeylere ihtiyacımız var. Onun için kendimize dönmek, içimizi kazımak istiyoruz.
✓ İnsan zihni bir simülasyon makinesidir ve yeni şartlar yeni simülasyonlar getirir. Kapanma da yeni simülasyonlar getirdi elbet. Hayatlarımız garip bir şeye dönüştü. Bu kapanmalar polarize olmuş, sosyal olarak tabakalaşmış toplumları daha çok vurdu. Yani Türkiye gibi ülkeleri. Bir çıkış kapısı arıyoruz. Psikoloji önemli bir kapıcık.
✓ Psikoloji, içini kazıma insanı yorar. Beyin bunları çok sevmez. Ona kalsa hep rölantide çalışacak. Bundan dolayı bu ilginin bir zaman sonra apatikliğe dönüşebileceğini düşünüyorum. Yani Covid sonu ile birlikte bir “bırak gitsin” dönemine gireceğiz. Derinlik değil, eğlence kazanacak.
Bazen bir dizi sadece bir dizidir
✓ Her şeyin altında başka bir olgu aramak gerekir mi? Freud’a, fallik bir simge olduğu ima edilerek, “Ama sizde puro içiyorsunuz!” dediklerinde “Bir puro bazen sadece bir purodur” dediği söylenir. Ben de burada yola çıkarak diyorum ki, “Bazen bir dizi sadece bir dizidir.”
✓ Diziler birbirine benzemeye başladı ve dizi izleyicisi farklı, derinliği olan, daha önce görmediği, acıklı, iyi anlatılmış insan öykülerini görünce ona yöneldi diye düşünüyorum. Bu öyküler hep yaşanıyordu zaten. Daha önce böyle diziler yayınlanıp da izlenmemiş olsa anlarım. 10 yıl önce de bu diziler yapılsaydı, bence yine izlenirdi.
✓ Bireysel olarak kendini keşfetme yeni bir şey değil. Şimdinin Gücü, İnsan’ın Anlam Arayışı, Nietzsche Ağladığında, Sevginin ve Şiddetin Kaynağı sadece bu dönemde değil her zaman çok satan kitaplar. Bir zamanlar Sofi’nin Seçimi hype yapmıştı mesela. Bu tür diziler tutunca rekabet benzer dizilere yönelir. Bir süre sonra bunlar sıradanlaşır. Yine bir tür gözde olabilir. O da korku çekiciliği içerebilir. O zaman da toplumun çok korktuğu anlamına gelmez. Önce Gülseren Budayıcıoğlu’nun kitapları çok satmaya başladı sonra da dizi peşinden geldi. Yani yine aynı yerdeyim; mesele iyi, kaliteli ve farklı öykü.
✓ Pandemi de farklı bir ruh haline büründüğümüz doğrudur. Evde daha çok vakit geçiriyor, okuyor, izliyoruz. Ama Gülseren Budayıcıoğlu’nun kitapları pandemiden önce çok satmaya başladı. Bu dönemde bilmediğimiz bir düşmanla savaşıyoruz ama bu düşman bizi kendimize döndürecek bir düşman değil! Açıkcası daha fazla yakın çevremizle sosyalleştiren, onların değerini anladığımız ve birçok şeye üzülmenin gereksiz olduğunu düşündüğümüz bir ortam.
✓ Türkiye sosyolojisi öyle kendini anlamaya yönelip sonra da değişecek bir yapıya sahip değil. Tarkan “Başkası olma kendin ol” diyeli kaç yıl oldu. Ya da L’Oreal “Sen buna değersin” diyeli.. Turkcell’in “Özgür Kız” kampanyası yapılalı kaç yıl oldu? Medya toplumun aynasıdır ama dönüştürme gücü farklı bir şey. Hele de bizi. Türkiye’de bir şeylere yönelten, dönüştüren güçler farklı. Bu dönüşümün kaynağını dizilerden beklemek ya da dizilerde gözlemek de yanlış. Dönüşüm için siyasete bakmak lazım. Siyasetin diline bakmak lazım. O dili belirleyen güçlere bakmak, gündemi belirleten güçlere bakmak lazım.