Türkiye, Olimpiyatlarda nerde hata yaptı?
Paris 2024’ü arkamızda bırakırken sokağın ve sosyal medyanın dilinden “Son 48 yılda en başarısız olduğumuz Olimpiyatlar” söylemi düşmedi. Peki, bu büyük hayal kırıklığının ardında yatan sebepler nelerdi? Bu büyük düşüşün sorumlusu kim? Daha da önemlisi bir daha böyle bir sonuç almamak için neler yapılmalı?
Büyük yazar Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Yaban’da kıymetli bir soru sorar: “Şimdi, elinde orak, buraya hasada gelmişsin. Ne ektin ki ne biçeceksin?” Olimpiyatlardaki başarısızlığın sebebi işte bu sorunun da yanıtında gizli adeta.
Olimpiyatların ardından geri dönüp baktığımızda muhakkak çıkaracak çok fazla ders var ancak yarına hazırlanmak için de geri sayımın başladığını da unutmamak gerekiyor… Tam da bu nedenle spor medyasının önde gelen kalemlerine Olimpiyatları Team Türkiye adına değerlendirmelerini istedik. Sonuçlar sürpriz miydi? Nerelerde hata yaptık ve dahası bu genç takım için hayal kurmalı mıyız? İşte yanıtlar…
Gerçek destek mi, başarılı bir PR dönemi mi?
- Dünya üzerinde birçok spor organizasyonu düzenlenmektedir ama taraftarlardan daha çok sporcuların boy göstermek için yarıştığı en önemli arena, Olimpiyatlardır. Belki de kitaplarda “amatör” olarak geçen branşların aslında ne kadar kıymetli olduğunu sergileyen bir sahnedir orası.
- Organize edilen neredeyse tüm turnuvalar kıymetlidir tabii ki ama bir kültüre sahip olan yegane vitrin tarih boyunca Olimpiyatlar olmuştur. Dolayısıyla yarışmadan çok kültüre yoğunlaşmak, başarının ya da başarısızlığın temelini görmemizi sağlayacaktır.
- Olimpiyat kültürü, 3-5 yılda oluşacak bir durum hiçbir zaman olmamıştır. Yeni ve kaliteli tesisler tabii ki gelişimin itici güçlerinden biri durumundadır ama ilgi, kıymet vermek, teşvik etmek ve sürekli kılmak gibi soyut değerler maalesef somut yatırımların her zaman önünde olmuştur. Bizim ülke olarak sorunumuz da soyut yerine sadece somuta yatırım yapmak diyebiliriz. Unutmamak gerekir ki hayaller de soyuttur ama yıllarca süren çabalar ona ulaşmak içindir.
- Peki enseyi karartalım mı?
- Benim umudum yine kadınlarımızda. Altın madalya mutluluğu yaşayamadığımız bu olimpiyatlarda kazandığımız madalyaların büyük bir kısmı kadın sporcularımızdan geldi., Hatice Akbaş, Nafia Kuş Aydın, Buse Tosun Çavuşoğlu, Buse Naz Çakıroğlu ve Esra Yıldız Kahraman bireyselde, Şevval İlayda Tarhan ise Yusuf Dikeç ile karışık takımda madalya elde etti. Kadın voleybol takımımız ise potansiyelinin altında kalarak 4. sırada yer aldı. Aslında yıllardır verilen kısıtlı desteği çok kıymetli bir yatırıma dönüştüren bu sporcularımız, sonraki olimpiyatlar için kendimize altın madalya hedefi koymamızı sağlıyorlar.
- Kadın sporcularımızın yanı sıra gençlerimiz de geleceğe umutla bakmamızı sağlıyor.
- Yüzmede 1500 metrede 5. olan 16 yaşındaki Kuzey Tunçelli, okçulukta çeyrek final gören 17 yaşındaki Elif Berra Gökkır, eskrimde son 16 turunda mücadele eden 21 yaşındaki Nisanur Erbil, halterde 4. olan 23 yaşındaki Muhammed Furkan Özbek ve boksta gümüş madalya elde eden 24 yaşındaki Hatice Akbaş.
- Bu isimler, olimpiyat kültürüne sahip olması gereken, yeteneklerini geliştirmenin yanı sıra hayatlarını herhangi bir sporcu olarak değil, bir olimpiyat sporcusu olarak yaşamaları gerekir. Bu ayrıcalığa sahip olmanın kıymetini onlara anlatmalı ve Los Angeles’a gitme hazırlıkları yaparken değil, madalya kazanamadıkları son oyunların hemen ardından yani bugünden yanlarında durmamız gerekir.
- Bir de bu saydığım görevlerin sahibi olan federasyonlara da dikkat çekmek gerekiyor. Gördük ki gerçekten destek vermek yerine, başarılı bir PR dönemini geride bırakmışlar. Bunu da biz değil, Türkiye Cumhuriyeti Gençlik ve Spor Bakanı Sayın Osman Aşkın Bak’ın açıklamalarından anlıyoruz. Bu da demek oluyor ki, sporcularımıza hak ettikleri değer verilirse 2028’de soyut hayallerimizi somut madalyalara çevirebiliriz.
Sonuç sürpriz değildi
- 1984 yılından itibaren madalya ortalamamız 6,5. Paris 2024’te aldığımız 8 madalyayı ne başarısız, ne de başarılı olarak değerlendirebiliriz.
- Sporda başarıyı yalnızca olimpiyattaki altın madalya ile ölçmek doğru değil. Toplumun ne kadarı aktif spor yapıyor, lisanslı sporcuların oranı nedir, profesyonel ligler ve kulüpler ne kadar sürdürülebilir, tüm bunları göz önünde bulundurmak gerek. Sporda kısa vadeli çözümler ancak tekrarı olmayan kısa vadeli sonuçları getirir.
- Türkiye’nin spordaki potansiyeli çok büyük. Paris 2024’teki genç ve başarılı sporcularımızı öncü olarak kabul edip, doğru yapılanları çalışarak, ve bunun üzerinden bir kültür yaratarak uzun vadede başarılı sonuçlar alabiliriz. Tesisleşmede uzun bir yol kat ettik, altyapının en önemli parçalarından biri de işinin ehli antrenörler ve spor yöneticileri. Uzun vadeli ve kapsamlı bir gelişim planı ile, önümüzdeki yıllarda çok daha güçlü ve başarılı olabiliriz.
- Benim özellikle dikkat çekmek istediğim konu, mental sağlık. Modern sporda mental sağlığın artık başarının yüzde 50’sini oluşturduğunu biliyoruz. Olimpiyat oyunları, tüm dünyanın gözünün üzerinizde olduğu dev bir sahne, ve sporcuların bu baskıyı hissetmesi çok normal. Büyük potansiyelli, çok başarılı olmuş sporcu ve takımlarımızın, önemli yarışmalarda baskıyla mücadelede sorun yaşayarak kendilerinden uzaklaştığını görüyoruz. Baskı altında özgüvenli olabilme ve performans verebilme konusunda ülkece kendimizi geliştirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Önümüzdeki yıllar için üzerinde durmamız gereken konulardan biri bence bu.
“Podyum dışı kalmayı başarısızlık saymak yerine, nasıl podyum inşa edeceğimizi kurgulamamız gerekiyor”
- Neden büyük beklentilerimiz vardı ki? Türkiye, Olimpiyat tarihi boyuncu 7-10 madalya arasını hedefleyen, üstüne sadece iki kez çıkabilmiş bir spor ülkesi. Londra 1948’de, İkinci Dünya Savaşı’nın tahrip edici tarafından olabildiğince uzak kalan, bu sayede kimi ülkelerin sportif açıdan önüne geçebilen Türkiye, oyunları 12 madalyayla tamamlamış. 2021 yazına ertelenen Tokyo’daki oyunlarda gelen 13 madalyanın 4’üyse takvime tek seferlik eklenen karatenin, şans eseri ülkemizin her köşesinde öğretilen bir disiplin olmasından kaynaklıydı. Bu açıdan bakınca, hedef bandımız olan 7-10 skalasında geçen 8 madalyalı Paris, bir sürpriz değil.
- Son olimpik döngüde ülkenin ekonomik olarak içinde bulunduğu durum, her alanda olduğu gibi spora ayrılan kaynakların da artamayacağını düşündürtüyor. Bu konjonktürde, kapsamlı sportif atılımlar da görmemişken bu sonuç sürpriz değil.
- Bu olumsuz bakışın sebebi, 40 sene sonra ilk kez altın madalyasız bir olimpiyat geçirmemiz ve madalya sıralamalarının, altın madalya miktarına göre yapılmasından kaynaklı. Toplam madalya sayısında 29’uncu sıradayız Paris’te. Karatenin dört madalyalık artısına rağmen 21’e çıkabilmiştik Tokyo’daki toplam madalya miktarında.
- Atlanta 1996’da toplam 4 altınla iyi iş çıkarsak da yanına sadece 2 madalya ekleyebilmiştik. Toplam madalya sırasında 30’uncu sıra demek bu. Bir maç eksik kazanmak, tüm bakış açımızı değiştirmemeli bence.
- Daha fazlası nasıl olurdu şeklinde bakarsak, burada belli disiplinleri ayırmak gerekiyor bence. Tekvando ve güreşte potansiyelimizin altında madalya çıkardık Paris’ten. Tarih boyu güçlü olduğumuz iki disiplinden güreş, ciddi kan kaybettiğimiz bir dal. Taha Akgül de emekliye ayrılıyorken, yeni bir programa ihtiyaç var. Tekvandodaysa podyum kalibresindeki beş sporcudan neden tek madalya çıkarabildiğimizi, kafile içinde analiz edip doğru geribildirimlerle teşhis koyabilmeliyiz.
- Alp Ulagay’ın Fayn’daki araştırmasında yer verdiği üzere, müsabakalarını ilk 8’de bitiren sporcu sayımız Tokyo’nun ardından tarihimizin en iyi miktarı: 27. Yüzmede henüz 16 yaşındaki Kuzey Tunçelli’nin, sırıkla atlamada 24 yaşındaki Ersu Şaşma’nın ilk beşe girmesi, üzerine podyum inşa edebileceğimiz bir potansiyel demek. Okçuluk’ta tarihimizin ilk takım madalyasına ulaşmamız, sistemli başarı yarattığımız, madalya hacmimizi artırabileceğimiz anlamı taşıyor. Henüz 17 yaşındaki Elif Berra Gökkır’ın çeyrek finali, bir diğer özel potansiyel demek.
- Kadın Voleybol Milli Takımımız, tarihinde ilk kez yarı final gördü. Kaptan Eda Erdem hariç takımın omurgası, gelecek olimpiyatta da kadroda olacak. Podyum dışı kalmayı başarısızlık saymak yerine, üzerine nasıl podyum inşa edeceğimizi kurgulamamız gerekiyor.
- Öte yandan, inancım var mı tüm bu yazdıklarıma, pek yok. Madalya alan bir sporcumuzla sohbet ederken, ilk cümlelerinden biri “İnternette linç ediliyoruz maalesef” oldu. Düşünün, dünyada, herhangi bir zanaatı icra eden en iyi 3 kişiden biri olmanın mutluluğunu yaşamak bir yana, altınsızlık baskısından neredeyse mutsuz bir haldeydi madalya kazandığı için. Voleybol takımımıza yapılan ağır eleştiriler, Mete Gazoz’un, bir efsaneye kaybetmesine rağmen aldığı “kötü turnuva geçirdi” yorumları…
- Voleybolda tepeye oynuyoruz, okçulukta tekil bir başarıdan ziyade farklı dallarda tepeye oynuyoruz, Yusuf Dikeç-Şevval İlayda Tarhan ikilisinin atıcılıkta getirdiği ilk madalyamız orada bir furya yaratabilir… Çiçek açmaya hazır goncalar mevcut. Öte yandan her şeyi gündelik yaşıyoruz, o yüzden evet, kâğıt üzerinde ümitvar bir resim var ancak bu şekilde yorumlama ihtimalimiz gerçekçi gelmiyor bana.
- Güreş, halter, tekvando gibi potansiyelimizin yüksek olduğu sporlarda doğru bir Z raporu almak, hataların üzerine gitmek için 3 sene sonrayı beklemeden hemen harekete geçmek, kaynakları doğru kullanmanın yollarını bulabilmek gerekiyor. Bunun için tek bir reçete yazmak da mümkün değil. Örneğin okçuluk, bunu en iyi başardığımız spor dallarımızdan biri. Yılın 310 gününü kampta geçiriyor milli sporcular. Antalya’da, günde 7-8 saat ok atıyorlar. Bu her spor için mümkün bir reçete olmayabilir. Voleybolda bunu yıllarca lige yapılan yatırımlarla, büyük kulüplerin ve federasyonun istikrarlı yaptığı altyapı yatırımlarıyla başardık. Bu yüzden her federasyonda, o sporun sorunlarına hâkim, hayatını fedakârca çalışmaya adayacak, alanında dünyadaki son gelişmeleri takip eden figürlerin güçlendirilmesine ihtiyaç var.
2028 için bile gecikiyoruz
- Herkes için sürprizlerle doluydu Paris 2024. Uluslararası analiz şirketlerinin dahi öngöremediği bir yerdeyiz oyunlarda.
- Elbette bardağın dolu tarafını da görüp, kürsü arkasında kalanlara, Kuzey Tunçelli&Ersu Şaşma gibi uzun kariyerleri olması muhtemel sporcuların gelişiminden mutlu olmalıyız. Lakin madalya tablosu başarı ölçütünü yansıtan en doğru yerdir. Oraya baktığımızda yüzümüz asılıyor.
- Bu başarısızlıkta tek tek eğitmen/antrenör/yönetici avına çıkmamak lazım. Genel olarak spor yönetimi sorunlu. İki olimpiyat şampiyonu sporcumuz, kürsü mücadelesi dahi veremedi Paris’te. Los Angeles öncesi de büyük problem bu zaten; sürdürülebilir başarı.
- Paris’ten Los Angeles’a yukarıda bahsettiğimiz gençlerin yanına yenilerini ekleyebilmek mümkün ama olimpiyatların bir gerçeği var. Deneyimli, o zorlukta çok mücadele etmiş, o baskıyı yaşamış sponcular kürsüde yer buluyor. Gençlerin gelişimini takip etmeli ama ilk olimpiyatlarında da onlara büyük sorumluluk yüklememeli.
- Team Türkiye’nin başarı çıtasını birden çok yukarı çekmek mümkün değil. Zira sadece 4 yıllık hazırlıklarla dünyanın en büyük spor organizasyonunda başarı elde etmek mümkün değil. Ama kısa vadede yapılabilecek en iyi şey, kota alabilecek sporcu sayısını artırmak. Çok sporcu çok madalya ihtimali demek.
- Bunu ne kadar başarabiliriz bilmiyorum. Çünkü hala genel bir olimpiyat stratejimiz, oyun planımız vs yok. Kulüp, antrenör, sporcu performansına bel bağlar haldeyiz. Bu çaresizlik devam ederse, olimpiyatlarda ilk 20 bizim için hayal olarak kalır.
Türkiye’nin bir spor politikası yok
- Beklentilerimizin ne olduğunu belirlememiz gerek önce. Biz sporcularımıza altın madalya için mücadele edecek kadar destek veriyor veya ilgi gösteriyor muyuz olimpiyat dönemleri dışında? Bence hayır.
- Sonuç sürpriz değil. Çünkü Türkiye’nin bir spor politikası yok. “Bir şekilde” yetenekli bir sporcunun çıkmasını adeta bekleyip, ona başarısı devam ettiği sürece ilgi göstermek dışında düzenli yaptığımız bir şey yok. Federasyonların sadece başkanlık seçimi yarışına indirgendiği, tesisleşmenin sadece inşaat tarafıyla ilgilenilen, halkı spora katmak yerine, onları serbest şekilde spor yapacak alanlardan mahrum edip sporsuz bırakan bir sistemde olabilecek maksimum başarı bu maalesef. Bugün federasyon websitelerine bakarsanız organizasyonun ne durumda olduğunu anlayacaksınız.
- Olimpiyatın en genç takımlarından biri olmak, ilk kez olimpik heyecan yaşayan sporcularımızın finallere, madalya müsabakalarına, ilk 10’lara girmesi şüphesiz gelecek için çok değerli. Belki madalyalar istendiği seviyede değildi, ancak kafilenin üçte birinin kendi branşında ilk ona girdiğini, yine kafilenin yarısına yakınının 25 yaş altında olduğunu düşünecek olursak, bu iyi haber. Fakat şu ana kadar belli bir planla desteklemediğimiz bu sporcuların önümüzdeki dört yıl boyunca rakiplerine kıyasla hangi şartlarda çalışacaklarına dair maalesef bir garantimiz yok. Ümit her zaman var, ancak sadece sporcu yeteneği ve yaşına bağlanamaz, desteklenmeli.
- Türk insanı aslında olimpik sporları izliyor. Fakat dört yılda bir. Olimpiyat biter bitmez tekrar nefret dolu futbol kutusuna dönüyor ve her şeyi unutuyor. İlginin olmadığı yerde ne federasyonlar işini düzgün yapıyor, ne sponsorlar topa girmek istiyor, ne de sporcuların ve hatta sporun durumundan haberdar olunuyor. Başarı için sporcuların kafasındaki soru işaretlerini gidermek gerek. “Nerede antrenman yapacağım, bana ödenek çıkacak mı, ya kulübüm kapanırsa, okulu bitirmem lazım ama şampipyona var” ve benzeri soru dizilerini ortadan kaldırıp, onlara hayal etme şansı verdiğimizde gerisini halledeceklerdir.