Yeni yılda tüketici fiyata daha çok odaklanacak
2020 tüketimin ne dip ne de zirve yapacağı bir yıl olacak. Daha çok “kontrollü iyimserliğin” hakimiyetini göreceğiz. Firmalar her zamanki gibi ürünlerinin ne kadar yetenekli ve tüketilmesi durumunda ne kadar büyük mutluluk yaratacağını anlatacak. Ama 2020 yılı için buna bir şey daha eklemek durumunda olacaklar. O da ürünlerinin ne kadar “uygun fiyatlı” olduğu olacak.
Ekonomimizin büyüme modeli Kemal Derviş’ten bu yana hane halkı borçlanmasına dayalı bir modele geçti. Bunun en temel anlamı vatandaşın daha çok harcaması için gerekli mekanizmalar oluşturulacak ve bu sayede tüketim arttıkça ekonomimiz büyüyecekti. Nitekim öyle de oldu. Benzer dönemde dünya ekonomisi büyürken Türkiye ekonomisi de büyüdü. Bu büyüme başta perakende alanı olmak üzere birçok iş grubunda genişleme yarattı. Fakat görünen o ki zaman içinde revize edilmeyen bu modelin sonu geldi. Şu zaman itibarıyla geride bıraktığımız 2019 da hem tüketiciler hem de işletmeciler açısından pek de iyi geçmedi. Krizin ilk etkileri Ağustos 2018’de görülmeye başlandı ve hâlâ geçmiş olduğunu söylemek pek de mümkün değil.
Beklentilerde problem var
Krizden çıkmanın ve tüketimi tekrar canlandırmanın en temel koşullarından biri beklentileri yönetebilmektir. Tam da bu nedenle sürekli olarak tüketici güven endeksi çalışmaları yapılır. Özellikle 2018’in ortalarından itibaren tüketicinin beklentilerinde anlamlı bir düşüş başlamış ve bu düşük seviye henüz aşılabilmiş değil. TÜİK’in yayınladığı Ekim 2019 itibarıyla Tüketici Güven Endeksi sonuçları bu durumu bir kez daha teyit ediyor.
Yüksek enflasyon, yüksek işsizlik ve bitmek bilmeyen siyasi gerilimler bu durumun tüketici gözündeki en temel nedenlerini oluşturuyor. Enflasyonun yeniden büyük bir şekilde ortaya çıkması ve ortalama enflasyondan daha büyük bir gıda enflasyonu olması tüketicilerin hem satın alma gücünü büyük oranda düşürüyor hem de kaygılarını artırıyor. Bu belirsizlik ortamı tüketicilerin hem mikro harcamalarını kısıyor hem de makro harcama ve yatırım planlarını ertelemesine neden oluyor. TÜİK’in konut satış rakamlarına dair yayınladığı veriler de bu gerçeği ortaya koyuyor.
Yine Aksoy Araştırma’nın Eylül 2019 tarihli bir araştırmasında yer alan bulguyu paylaşmak isterim. Tüketicilere beklentilerini anlamak amacıyla “Bir yıl sonra ekonominin durumunun nasıl olacağını düşünüyorsunuz?” diye sorulduğunda yüzde 54’ü daha kötü olacağını, yüzde 15,4’ü değişmeyeceğini ve yüzde 25,3’de daha iyi olacağını düşündüğünü belirtiyor (yüzde 5,3 fikrim yok diyor) 2010 ve 2017 yılları arasında yapılan benzer ölçümlerde neredeyse tam tersi sonuçlar çıkıyordu karşımıza.
Bu beklentinin tüketim alışkanlıklarına nasıl etki edeceğini anlamak amacıyla “Önümüzdeki altı ayda harcamalarınız ne yönde değişecek” diye sorulduğunda yüzde 44,6’sı bugünkünden daha az harcama yapmaya çalışacağını, yüzde 28,1’i harcamalarını benzer seviyede tutmaya çalışacağını ve yüzde 22,7’si ise bugüne göre daha fazla harcama yapacağını ifade ediyor. (yüzde 4,6 fikrim yok diyor)
Satın alma gücü düştü
Türkiye tıpkı dünyada olduğu gibi uzun bir süredir enflasyonsuz bir ekonomiyle ilerliyordu. Şu an dünyada bu durum korunurken Türkiye diğer ülkelere göre büyük oranda negatif ayrıştı. Başta temel tüketim maddeleri olmak üzere harcama sepetindeki birçok ürün maliyet enflasyonu nedeniyle büyük oranda zamlandı. En temel gıda maddelerinde kısa bir zaman diliminde yüzde 200’lere varan zamlar görüldü. Tabii beklendiği üzere aynı zaman diliminde reel ücretler bu oranda artmadı. Eğitimden akaryakıta, kira fiyatlarından pazardaki pek çok ürüne oldukça yüksek zamlar gelirken reel ücretlerdeki artış oranları yüzde 10’ların üzerine çıkamadı. Keza gıda dışı tüketim kalemlerinde de gelirdeki artışların çok üstünde artışlar söz konusu. Özellikle değersizleşen TL nedeniyle başta teknoloji ürünleri olmak üzere dövizle ithal edilen ürünlerde ciddi fiyat artışları gerçekleşti.
Öte yandan işsizliğin yarattığı büyük yapısal sorunlar mevcut. İşi olmayanlar gelir de elde edemediği için, ekstra tüketimi geçtim, temel harcamalarını dahi yapmakta güçlük çeker vaziyette. Üstelik bu yüksek işsizlik oranı sadece işsize değil büyük oranda çalışana da etki ediyor. Çünkü dışarıda iş arayan milyonlarca işsizin varlığı mevcut çalışanların üzerinde ücret baskısına dönüşüyor. Daha düşük zam oranlarına ve görece daha olumsuz çalışma koşullarına razı olmak zorunda kalıyorlar. Bu da çalışmayanın geliri olmadığı gibi çalışanın da bir önceki yıllara göre daha düşük reel gelirle çalışması gibi bir durumu ortaya çıkarıyor.
Hane halkı daha fazla borçlanmak istemiyor
Kısa vadede tüketim alışkanlıklarını artırabiliyorsunuz fakat aynı hızda düşüremiyorsunuz. Tüketici olumsuz iklim başladığında uzun bir süre aynı tüketim seviyesini koruyabilmek için ek mekanizmalar arıyor. Aslında 2018’den buyana bu refleksin piyasaya desteği büyük oldu. Evet, eldeki poşetler azaldı ama AVM’lerin doluluk oranları çok sert düşüşler yaşamadı. O eşiğin korunmasında işlerin iyi olduğu dönemlerde genişlemiş kredi hacimlerinin, piyasaya sürülmüş KGF gibi kredi türlerinin de payı büyüktü. Ama rakamlar bize her şeye rağmen hane halkı borçlanmasının bir eşiğe gelip dayandığını gösteriyor. Henüz 2000’li yılların başında toplam 6 milyar TL olan hane halkı borç stoku 2018 sonu itibarıyla 535 milyar TL’ye kadar tırmandı. Bankaların eskisi kadar kredi vermeye hevesli olmaması ve hane halkının da eskisi kadar borçlanarak tüketim eğilimine sahip olmaması bize 2020’nin de nasıl geçeceğine dair önemli işaretler veriyor.
Peki 2020?
2020 yılı tüketimin ne dip ne de zirve yapacağı bir yıl olmayacak. Daha çok “kontrollü iyimserliğin” hakim olduğu bir yıl olacak. Firmalar her zamanki gibi ürünlerinin ne kadar yetenekli ve tüketilmesi durumunda ne kadar büyük mutluluklar yaratacağını anlatacak. Ama 2020 yılı için buna bir şey daha eklemek durumunda olacaklar. O da ürünlerinin ne kadar “uygun fiyatlı” olduğu olacak. Tıpkı en iddialı bebek bezi markalarından birinin bu günlerde yayınladığı “paketin içindeki tek bir bezin kaça geldiği”ni anlatan reklamda olduğu gibi… 2020 yılı ülkemiz ve tüm insanlık adına güzel bir olsun.