2015 Yılının Anti Trendleri
Gelenektir; yeni yılın ilk yazısı trendlere ayrılır. Başlık genelde “2016’da bizi neler bekliyor?” teması üzerine kurulur; hayatımızı, pazarlamayı, iş dünyasını değiştirecek en önemli akımlar, yenilikler, trendler anlatılır. Gelin bir değişiklik yapalım ve anti-trendlere ayıralım yazımızı. Teknolojiden ya da gelişmelerden o kadar haz duymayanlara, tamamen karşı olmasa da “her an, her yerde, her durumda” teknolojinin gerekmediğini düşünenlere, “Tech-NO!” diyenlere kulak verelim.
Milward Brown tarafından 2014 yılında yapılan bir araştırmaya göre günümüzün önemli bir kısmı ekran başında geçiyor. Türkiye’de günde ortalama 132 dakika akıllı telefon, 111 dakika televizyon, 109 dakika bilgisayar, 39 dakika tablet ekranına bakıyoruz. 2015’te bu sürenin çok daha uzamış olduğundan eminim. Her an, her yerde, her durumda ulaşılabilir olmak; internete bağlı kalmak en doğal beklentimiz. “Anı” yaşıyoruz hep. Bir fotoğraf çekiyoruz; o anda, anında instagram’a yüklüyoruz. Bir gelişme oluyor; o anda, anında haberimiz olmak zorunda. Duygularımızı, hislerimizi hemen yansıtıyoruz, yorumluyoruz, tweet’liyoruz. Arkadaşımız sosyal medyada bir şeyler paylaşıyor. Hemen aksiyona geçiyoruz: like, fav, retweet… Televizyonda dizi seyrediyoruz. Maç seyrediyoruz. O anda, anında, ekranın alt köşesindeki #hashtag’in peşinden koşuyoruz. Oyunlarımız gerçek zamanlı artık. Bittiği anda sonucu öğrenmemiz, kaçıncı olduğumuzu idrak etmemiz lazım. Gerçek zamanlı olmayan, yakınlık (proximity) gösteremeyen oyun sıkıcı, demode… Haberleşmek için “instant” messaging’i tercih ediyoruz. Adı üzerine instant/anlık çünkü. Karşımızdakinin online olduğunu görüyoruz. Yazıyoruz, hemen cevap bekliyoruz. Gelmezse bozuluyoruz. Uçaktan iner inmez telefonumuzu açıp mesajlarımıza bakıyoruz; içimizde bir tedirginlik… Temponun gerisinde mi kaldık yoksa? Hızla göz gezdiriyoruz, yarışta geride kalmanın telaşıyla anı yakalamaya çalışıyoruz. Neyse ki açığı kapatıyoruz hemen. Oh geçti… Yeniden gerçek zamandayız… Nasıl ki “fast-food / hızlı yemek” akımı karşı sında “yavaş yemek” krini tetiklediyse; yavaş şehir (cittaslow) olmak bir gurur kaynağıysa; bu gidişata, bu tempoya dur demek isteyenlerin sayısı da her geçen gün artıyor. Çünkü aslında “O kadar hızlı gidiyoruz ki, ruhlarımız geride kalıyor”. Aynen o ünlü Kızılderili atasözünde denildiği gibi… Arada sırada da olsa anı değil de ruhu yakalamak için “Tech-NO” demek gerekiyor.
Gelin, geçtiğimiz seneden 7 gelişmeye göz atalım.
1) Mahalle Baskısı
Eylül ayında San Francisco’da Alamo Park civarında oturanlar enteresan bir durumla karşı karşıya kaldı. Belediyenin astığı “Buraya park etmek yasaktır” levhasının altına bir tabela daha eklenmişti: “Park civarında akıllı cihazların kullanılması yasaktır”. Civarda yaşayanlar hemen tepki gösterip belediyeyi aradılar. Belediye konudan bihaberdi, levhayı hemen kaldırttılar. Olayı sahiplenen çıkmadı. Teknoloji karşıtı bir grup da olabilir bir troll de… Bilinmiyor.
Ancak Tech-NO Zone’ların önümüzdeki yıllarda popülerleşeceği aşikar. İstanbul’da yılın ilk yarısında açılan SOHO Club’da mesela telefon kullanmak ya da fotoğraf çekmek yasak. Yurtdışında teknoloji diyetine girerek Tech-NO tatillere çıkanların sayısı hızla artıyor. Ve gerçekten de Tech-NO alanlara ihtiyaç var. (Bkz Madde 2)
2) Sinema, Tiyatro, Konser
Ekim sonu Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nde Diana Krall konserindeyiz. Konser başlamadan hemen önce anons yapılıyor: “Lütfen telefonlarınızı kapatınız.” Hemen sonrasında “Konser esnasında fotoğraf ya da video çekmek yasaktır” anlamına gelecek cümleler söyleniyor. Ne mutlu bize! Dışarıdaki dünyayla olan ilişkimiz az da olsa kesilecek. Işıkların kapanmasıyla beraber sade ama etkili gösteri başlıyor. Fonda hâkim olan renk siyah… Arada sırada devreye giren ışık oyunları da olmasa oturduğunuz yerden sanatçı dışında herhangi bir detay göremeyeceğiniz zifiri karanlık bir ortam yaratılmış. Birkaç şarkı geçtikten sonra tam önümdeki koltuktan bir ışık huzmesi yayılıyor göğe doğru. Tahmin ettiniz, uyarılara rağmen yine de fotoğraf çekmek isteyen, anı Instagram’la bütünleştirme derdindeki bir seyirci iş üzerinde… Ses etmiyorum önce. Ancak zulüm bitmek bilmiyor. Çünkü o fotoğraf bir türlü çekilemiyor. Telefonda yer kalmamış, kadının birkaç megabaytlık temizlik yapması lazım. Birlikte fotoğra arın üzerinden geçiyoruz. Zira telefonun ışığı yüzünden sahneyi görebilmem imkânsız artık… Her fotoğrafa en az iki-üç saniye bakıyor kadın, hiç birini silemiyor. Ben bir iki fotoğraf seçecek ve bitecek derken, uygulamalara geçmeye karar veriyor. Az kullandığı bir uygulamayı silerek yer açacak aklınca. Ne mümkün… Hangi uygulamanın ne işe yaradığını hatırlamak lazım bunun için. Artık dayanamayıp tüm kibarlığımla uyarıyorum hanımefendiyi. Bana çok sert bir bakış atıyor ve bir şey söylemeden hışımla kapatıyor ekranı… Yeniden karanlık, yeniden huzur… Ama kısa sürüyor. Az sonra yine önümdeki sıradan, bu sefer iki üç koltuk yandan yayılıyor ışık. Bir başka seyirci kendini WhatsApp’a kaptırmış durumda. Hemen arkasında oturan kişi benden daha hızlı davranarak uyarıyor. Cevap çok sert: “Çok önemli bir mesaj aldım beyefendi. Önemli olmasa yazışmazdım…”
Dünyanın her köşesinde durum aynı aslında… Sinemada, tiyatroda, hemen her gösteride telefonlarından ayrılamayan bir kitle var. Çare yine teknolojide belki de… Nesnelerin interneti mi devreye girer, yoksa “nearables” mı bilmiyorum; belki de gün gelir, gösteri es nasında telefon kullanan seyirciye oturduğu koltuk bizzat müdahale eder. Önce kibarca, devam ederse sarsarak, son çare görevlileri uyarıp gelmesini sağlayarak… Sonra görevli gelip tüm Tech-NO’cular adına şöyle seslenir mesela: “Arkadaşım kapar mısın o telefonu?”
3) Anı “Gerçekten” Yaşamak
Ekim ayının sonlarına doğru Amsterdam’ın en önemli müzelerinden Rijksmuseum ilginç bir inisiyatif başlattı: #hierteekenen yani “Çizmeye başla”. Binanın üzerine asılan dev afişteki “fotoğraf çekmek yasaktır” simgesinin sebebi bu… Önemli bir tespitte bulunmuşlar. Çoğu ziyaretçinin müzeyi gezerken sürekli telefonlarıyla fotograf çektiklerini, adeta “görevsavar” gibi hızlı hızlı dolaştıklarını, eserleri doğru dürüst incelemediklerini fark etmişler. Aksiyon olarak fotoğraf çekmeyi yasaklamakla kalmayıp, isteyenlere kalem ve kağıt temin ediyorlar: “Madem eseri hatırlamak istiyorsunuz bakarak çizin.” Çizmek için incelemek lazım, hem de derinlemesine, detaylıca gözlemlemekten bahsediyoruz. Resimleri çöpten adamlarla çizmek bile mümkün aslında, yeter ki bakmayı bırakıp göremeye başlasın insan.
4) Yatak Odası
Sabah uyandığımızda elimize ilk aldığımız nesne akıllı telefonumuz. Çalar saatleri çoktan depoya kaldırdık, artık telefonumuz uyandırıyor bizi. Alarm çalınca telefonu alıyoruz elimize, aleti sustururken gözümüz diğer ikonlara takılıveriyor hemen. Yüzümüzü yıkayamadan dalıyoruz Facebook’a, Twitter’a, İnstagram’a. Yatarken de durum pek farklı değil aslında. Çoğumuz yatağa elimizde telefon ya da tabletle giriyoruz. Bir araştırmaya göre sırf bu yüzden insanların cinsel yaşamalarında 10 sene öncesine göre yüzde 20’lik bir azalma söz konusu… Durexlabs konuya el atmış ve “seksin geleceği” üzerine bir araştırma yapmış. http://labs. durex.com/ sayfasını ziyaret etmenizi ve göz atmanızı tavsiye ederim. Çok keyi i bir video var sayfada. Pek çok çiftle anket yapmışlar. Sorular şu şekilde özetlenebilir: Yatakta tablet ya da telefon kullanıyor musunuz? Seks hayatınız nasıl? Daha iyi olmasını ister misiniz? Videoda beklenen an geliyor, laboratuvarda gözlüklü bir biliminsanı seksin geleceği için geliştirdikleri inovasyonu anlatmaya başlıyor. Her telefonda her işletim sisteminde çalışan ücretsiz bir uygulama bu… Kapama düğmesi! Kampanyanın sloganı; turn-off- to-turn-on…
5) Ölçemezsen Yönetemezsin
Gelelim bir başka uygulamaya. Yazının başında belirtmiştim Türkiye’deki akıllı telefon kullanıcıları günde ortalama 132 dakika telefonlarının ekranında vakit geçiriyor. Yani tam 2 saat 12 dakika. Peki ya siz? Ne kadar kullandığınızı düşündünüz mü? Telefonu günde kaç defa elinize alıyorsunuz? Kaç dakika boyunca telefonunuzla haşır neşirsiniz? Ünlü sözdür “Ölçmezsen yönetemezsin”. Yaz sonunda Moment isimli bir uygulama yükle dim telefonuma. Ve acı gerçekle karşılaştım. O küçük renkli ekranda Türkiye ortalamasının çok daha üzerinde vakit harcadığımı idrak ettim. Uygulama çok basit aslında. Kendinize günlük bir zaman hede belirliyorsunuz. Uygulama sizi doldurduğunuz her yirmi dakikada bir uyarıyor. Hede geçerseniz uyarının şiddeti artıyor.
Uygulamayı Kevin isimli bir girişimci yazmış. Amacı insanlara iş-hayat dengesini yakalatmak… Uygulamanın bir de aile sürümü var. Vesileyle ailede kim ne kadar telefonda vakit geçiriyor takip edebiliyor, herkese (özellikle çocuklarınıza) kota koyabiliyor, hatta ailecek geçirilecek tech-NO zaman dilimleri (akşam yemeği esnasında telefonlar kapalı duracak gibi) belirleyebiliyorsunuz.
6) İş, İşte Kalır
Geçtiğimiz senenin bir başka önemli gelişmesi de Avrupa’da çeşitli ülkelerde alınmaya başlayan mesai sonrası erişilebilirliğinin sınırlaması. Almanya Çalışma Bakanlığı iş bağlantılı stresin psikolojik ve ekonomik etkileri üzerine bir araştırma başlattı. Sonuçları 2016’da açıklanacak olan araştırmanın, mesai dışı iletişime karşı çıkartılacak yasanın dayanağı olması bekleniyor. Sendikalar, akıllı cihazların her an hazır işgücü sonucu doğurduğunu söylüyor. Tasarı, çalışanların modern iletişim teknolojileri aracılığıyla her an ulaşılabilir olmasını engellemeyi amaçlıyor. Almanya Çalışma Bakanı Andrea Nahles, Rheinische Post’a verdiği röportajda, “Ruhsal hastalıklardaki artışla, çalışanlardan sürekli erişilebilir olmasının beklenmesi arasında inkâr edilemez bir bağ var” diyor. Fransa’da teknoloji ve mühendislik endüstrisi sendikaları, toplu sözleşmeyle çalışanların mesai saatleri dışında “iletişim araçlarına bağlanmama hakkını” almıştı. Bazı büyük şirketler, mesai saatleri dışında iletişim araçlarına bağlanmama hakkını şirket içi yönetmeliklerle tanıyor. Ve 2016 “iş işte kalır” temasının daha da güçleneceği bir sene olacağa benziyor. En azından gelişmiş ülkelerde…
7) Muhabbet
Yazıyı Aydın Boysan’ın rakı içilirken yapılmayacak 100 şey listesine bağlayarak bitirelim. İlk 5 maddenin 3’ü Tech-NO maddeler. ➞ Rakı sofrasında fotoğraf çekilmez. Dışarıdan çekene kızılmaz.
➞ Telefonla konuşulmaz. Çalarsa açılır, “Rakı içiyorum” denir, kapatılır. ➞ GSM’le oynanmaz: Sofra iPhone, Blackberry tanımaz.
Sadece içki sofralarının değil her türlü muhabbet ortamının raconu bu aslında. Bugünlerde nereye gitseniz aynı masada oturmalarına rağmen telefonlarına dalıp gitmiş kişilere sıkça rastlamak mümkün.
Evet, bir yılı daha bırakıyoruz. Teknolojiyi seviyoruz, yeniliklere açığız ama arada sırada da olsa anı değil de ruhu yakalamak için “Te- ch-NO” demek gerekiyor.
Anı sadece “ekranlardan” değil “gerçekten” yaşadığınız bir yıl olması dileklerimle…