Ezber bozan!
Fotokopi fikrini absürt bulan Kodak, Xerox’un; bilgisayarı bilim adamları dışında kim kullanır diyen Univac, IBM’in; kişisel bilgisayarın abes bir fikir olduğunu düşünen IBM, Apple ve Microsoft’un; internetin potansiyelini geç keşfeden Microsoft, Google ve diğerlerinin temeline ilk harcı koyuyor… Yeni fikirleri hazmetmek, geleceği görebilmek, çevik hareketlerle yeni düzene uyum sağlayabilmek basit değil ne yazık ki…
Daniel Kahneman “Thinking, Fast and Slow” isimli ünlü kitabında beynin iki sistem tarafından yönetildiğini anlatır. Yazarın otomatik pilot olarak konumlandırdığı Sistem1 sıradanlığın hükümdarıdır. Çalışkandır, ışık hızında düşünmeden karar verilmesini sağlar. Etraftaki her türlü girdiyi kalıplara uydurmaya, sıradanlaştırmaya çalışır. Sistem2 daha tembeldir, işlerin olabildiğince Sistem1 tarafından yapılmasını bekler. Sıra dışı ortamlarda devreye girer. Olayı algılamaya, basitleştirmeye, bir an önce Sistem1’e devretmeye çalışır. Her zaman başarılı olamaz elbette. Öğrenme, anlama, düşünme, yeniden biçimlendirme, üretme, dönüştürme süreçlerinde Sistem2 direksiyonda durmak zorundadır.
İnsanoğlu sıradanlığı sever o yüzden. Normal güzeldir. Düşünmeden yapılan işler beyni yormaz. Sadece istisnai durumlarda sıradışılık bekler beyin. Okuduğu kitap klişelerden uzak olmalıdır. Mesela sinemada seyrettiği filmle heyecanlanmalı, duygulanmalı ya da şaşırmalıdır en azından. Gittiği konferansta sahnedeki sunum beyninde yepyeni kapılar açabilmelidir. Yoksa “çok sıradandı” diye yaftalanır eser, tavsiye edilmez kimselere.
Sıradanlığa övgü
“Günümüz toplumu benzer eğitim almış benzer çalışanların, benzer fikirlerle benzer ürünleri, benzer kalite, benzer fiyat ve benzer yöntemlerle sattıkları benzer firmalarla dolu.” Girişimciler arasında oldukça popüler olan bu sözler “Funky Business Forever” kitabından… Yazarları aynı zamanda dünyanın en etkili düşünürleri listesinde yer alan iki İsveçli profesör: Kjell Nordstrom ve Jonas Ridderstrale…
Bu sözle Sistem1 ve Sistem2 yaklaşımını ilişkilendirecek olursak çok net bir saptamaya ulaşabiliriz. Evet, aynen düşündüğünüz gibi: Şirketler de aslında Sistem1 üzerine kurulu… Hiç düşünmeden, neredeyse otomatiğe bağlanmış bir tempo ile işi sonuca bağlamak, anı ve günü kurtarmak, süreçleri uygulamak; riske girmeden hasarsız ilerlemek, hızlı olmak ve çalışkanlık çok önemli. Zira ulaşılacak hedefler var. Rakamlar tutmalı, hem de tam zamanında, aksamadan.
Öte yandan fark yaratmak isteyen her şirketin en az Sistem1 kadar Sistem2’ye de ihtiyacı var, ezberleri bozabilmek, kalıpları kırabilmek için.
Inovasyon
Sistem2’yi iyi kullanan şirketler de tarihle beraber evirildi. Geçmişte ezber bozabilmek fazlasıyla ürün odaklıydı. Rakiplerde olmayan bir fonksiyon, bir özellik pazarı kırıp geçiyordu. Çoğu zaman da yeni, yepyeni, büyük bir icada ihtiyaç vardı.
Tarihten önemli örneklerle ilerleyelim. Altmışlı yılların sonu… İsviçre saat endüstrisinin neredeyse alternatifsiz tek hakimi… Derken biri dijital saat adında yeni bir fikir geliştiriyor ve sunuyor dev firmalara. Akrebi ve yelkovanı dahi olmayan, dişli takımlarından yoksun ve hatta pille çalışan bir saat bu… Üstelik 9’a çeyrek var yerine 08:45 diyor alet. Konuştuğu dil bile farklı… Saat devleri bu saçma modeli anlamsız buluyor. “Kim böyle bir saat kullanmak ister ki?”
Dijital saat, gezegenin bambaşka bir köşesinde, Japonya’da hayat buluyor. Seiko global saat piyasasını ele geçiriyor. Yeni paradigma tabuları, kalıpları, kuralları, oyuncuları ve bütün düzeni alt üst ediyor. Dünyanın ezberini bozuyor.
Örneklerin listesi uzun… Fotokopi fikrini absürt bulan Kodak, Xerox’un; bilgisayarı bilim adamları dışında kim kullanır diyen Univac, IBM’in; kişisel bilgisayarın abes bir fikir olduğunu düşünen IBM, Apple ve Microsoft’un; internet’in potansiyelini geç keşfeden Microsoft, Google ve diğerlerinin temeline ilk harcı koyuyor… Yeni fikirleri hazmetmek, geleceği görebilmek, çevik hareketlerle yeni düzene uyum sağlayabilmek basit değil ne yazık ki…
Yıkıcı Inovasyon
Yukarıda verdiğim örneklerin neredeyse tamamı gördüğünüz üzere ürün odaklı. Günümüzün popüler örneklerinde ise başka bir akım öne çıkıyor. Uber, Airbnb, Booking.com, spotify, iPhone, iPad ve yıllardır ortalığı kasıp kavuran amazon.com’u düşünün. Ürünü servise döndürmeyi başarmış şirketlerden bahsediyoruz. Listeye bakıp da “ama iPhone ve iPad birer ürün” dediyseniz yanılıyorsunuz, buralarda da başarının sırrı arkada yatan servisleştirmede, servis dönüşümünde…
Yeni dönemin her geçen gün popülerleşen bir terimi var: Yıkıcı İnovasyon (Disruptive Innovation). Yıkıcı inovasyon tanımında pazarda var olan ön yargıları, kuralları, kabulleri değiştirerek yeni bir ortam yaratmak yatıyor. Terim Clayton M. Christensen tarafından iş dünyasına 1995 yılında kazandırılmış. Yani tam 20 sene önce… İşin enteresan tarafı şirketler o kadar muhafazakar ki genelde sektörün alışılagelmiş kurallarını yıkmak dışarıdan bir oyuncuya nasip oluyor.
Bu tanımdaki yıkıcı kelimesi çok önemli. Konfor alanında duran, mevcut konumunu eski düzeni koruyarak sağlamaya çalışan şirketler için hasar çok büyük olabiliyor. Düşünün; çok değil, on sene öncesine kadar fotoğraf denince akla gelen şirket Kodak’tı mesela. Bugün on sene öncesine göre belki yüz, belki bin kat daha fazla fotoğraf çekiyoruz. Ama Kodak elindeki patentleri dahi satmak zorunda kalmış olan zor durumda bir firma. Fotoğraf dediğimizde artık aklımıza başka bir isim, Instagram geliyor. Üstelik şirketin geçmişi sadece beş seneden ibaret…
Ezberbozan Liderlik
İşte sırf bu nedenlerden ötürü özellikle de bugünlerde ihtiyaç var Sistem2’ye… Hem de fark yaratmak isteyen hemen her şirketin ihtiyacı var. Çünkü çağımız ezber bozma çağı. Dünya değişiyor. İş modelleri değişiyor, her gün hayatımıza yepyeni teknolojiler giriyor. Ama en önemli değişim bizde. Düşünce yapımız, alışkanlıklarımız, davranışlarımız kökten bir dönüşüm içinde.
Ancak Sistem2’nin devreye girebilmesi için güçlü bir liderliğe ihtiyacı var. Sadece bugünü değil yarınları da düşünen bir liderlik… Ezberleri bozabilmek için strateji, inovasyon ve teknolojinin bir araya gelmesi gerekiyor.
Ve bütün ezberbozan yolculuklar aynı basit noktadan başlıyor. Çünkü iş dünyasında her şey, her detay değişse de, değişmeyen yegane bir soru var: Müşterim ne ister?
Gelecek ay yine bu konuyla devam edelim. Bu önemli sorunun cevabını nasıl bulabileceğimizin peşinde koşalım.