Marka olmanın önündeki üç büyük engel
Bugünün dünyasında, ellerindeki akıllı telefonlalar ve tabletlerle meşgul olmaktan, değil televizyon izlemek, arkadaş sohbetinde ya da iş toplantısında bile konuşulanları dinleyemez olmuş, dikkat fakiri insanların ilgisini çekmek, onların zihnine markanın ismini ve vaadini sokmak, markaların aşması gereken en önemli engeldir.
İnsanlar her gün, yüzlerce ürün ve hizmetin reklamını görürler fakat bunların yüzde doksanından fazlasını hiç fark etmezler. Bir markanın bu kalabalığı yarıp, kendi ismini hedef kitlenin zihnine sokması için hem yeteri kadar yoğun bir iletişim yatırımı yapması hem de çok net bir mesajı gerçekten yaratıcı bir şekilde vermesi gerekir. Belirli bir bütçenin altında reklam yapan markalar, tüketicinin dikkatini çekemezler. Belirli bir eşiğin altında iletişim bütçesi harcamak parayı çöpe atmak demektir. Ayrıca, Ries ve Trout’un bundan kırk yıl önce söyledikleri gibi, markaların tek bir anlamı, mümkünse tek bir sözcüğü sahiplenmek üzere iletişim yapması gerekir. Birden fazla mesaj veren marka, parasını ve emeğini boşa harcar.
Her marka, bir vaattir
Markaların aşması gereken ikinci engel tutarsızlık engelidir. Her marka, bir vaat, bir sözdür. Şirketin bütün departmanlarının, bütün çalışanlarının bu vaadin arkasında durması gerekir. Bir marka, insanlarla birçok noktada buluşur: Markanın ürünlerinin satıldığı satış noktaları, reklamları, marka sözcülerinin demeçleri, çağrı merkezi, satış sonrası hizmetleri, web sitesi, markanın araçları… Bunların hepsi markanın insanlarla buluşma noktalarıdır. Bu noktaların hepsinde markanın aynı anlamı içeren mesajlar vermesi, aynı tonda konuşması, aynı “telden çalması” gerekir. Markayı temsil eden her çalışanın, markanın vaadini aynı tutarlılıkta dile getirmesi gerekir.
Bir markanın vaadini oluşturmak ve marka konumlandırması yapmak elbette çok önemli bir iştir ama bunu yapmakla marka olunmaz. Markanın her gün her değme noktasında kendi vaadinin arkasında durması, mesajlarını tutarlı bir şekilde iletmesi gerekir. Tüketicilerle, müşterilerle, dağıtıcılarla ilişkiye geçen her çalışanın davranışı; markanın tüm mecralarda verdiği mesajlar, satış noktalarında ürünlerin nasıl sergilendiği, marka hakkında insanların ne konuştukları… Hepsi insanların zihninde markayla ilgili izler bırakır. Bu izlerin toplamı zamanla adına marka dediğimiz elle tutulmaz varlığı oluşturur. Eğer markanın verdiği mesajlar ve çalışanların, yöneticilerin, marka sözcülerinin davranışları tutarlı olmazsa insanların zihninde marka yerine dağınık izler oluşur. Marka yaratmak demek, bir fikrin, bir anlamın, nakış işler gibi planlı bir şekilde insanların zihnine işlenmesi demektir.
Marka, şirketin bir fikri, bir hayali olarak doğar ama insanlara değdiği noktalarda tutarlı davrandığı ve vaadini tuttuğu ölçüde marka olur. Aksi taktirde bir niyetten öteye geçemez. Marka sadece reklam ve iletişimle değil, her değme noktasında tüketicisine, müşterisine yaşattığı deneyim ve onlarda bıraktığı izlenimle marka olur. Marka dediğimiz soyut varlık, bu değme noktalarında insanların yaşadıkları deneyimlerden zihinlerinde kalan izlerin toplamıdır.
Kullanıcılarının, tüketicilerinin, müşterilerinin zihninde tutarlı imgeler oluşturmayı başaramayan şirketler marka yaratamazlar.
Kısa vadeli planlar
Marka olmanın önündeki üçüncü engel kısa döneme odaklı olmaktır. Marka bir yatırımdır. Her yatırım gibi, gelecekte kazanmak için bugün harcamayı gerektirir. Her yatırımın kendine özgü koşullardan kaynaklanan bir geri dönüş hızı vardır. Eğer şirket doğru bir alanda, doğru bir marka yatırımı yaparsa, yaptığı harcamayı mutlaka geri kazanır ama bunun kaç senede gerçekleşeceğini kesin olarak hesap etmek mümkün değildir.
Marka yolculuğuna çıkan bir şirketin uzun vadeli bir plan yapması ve ekonomik koşullar ne kadar değişirse değişsin, piyasada talep ne kadar oynaklık gösterirse göstersin, yaptığı plana sadık kalarak yoluna devam etme kararlılığı göstermesi gerekir. Uzun vadeli düşünememek markalaşmanın önünde en önemli engellerden biridir. Markalaşma, finansal gücün yanı sıra belki de bundan daha önemli olan, uzun dönemde kazanmayı kısa dönemde kazanmaya tercih eden bir zihin yapısı gerektirir. Parasal kaynağı olsa bile, birçok şirketin marka yaratamamasının sebebi, bakış açılarının kısa dönemli olmasıdır. Türkiye gibi kültürlerde girişimcilerin çoğu, kısa dönemli bir anlayışa sahip oldukları için, marka yaratma gibi uzun dönemli bir yatırıma sabır gösteremezler.
Bugün büyük marka yaratmış bütün şirketler, ekonomik krizler ve savaşlar gibi olağanüstü dönemlerde dahi markalarına olan “imanlarından” vazgeçmeden yollarına devam etme basiretini göstermiş şirketlerdir.
Bugün yapacağı yatırımı birkaç yıl içinde geri almak isteyen bir girişimcinin marka yaratma yolculuğuna hiç çıkmaması gerekir. Kendi zihniyetine daha uygun kısa dönemli işlere yatırım yapması daha doğru olur.
Bir markanın değeri -tanımı gereği- gelecekte kazandıracağı gelirlerin bugünkü değeridir. Dolayısıyla bir markanın değerinin büyük bölümü -her zaman- geleceğe aittir. Bu nedenle, marka her zaman, bugüne değil geleceğe ait bir kavramdır.
Markalaşmak bütün sektörlerde, her zaman “bugünkü satış performansı” ile “uzun vadede marka değeri” arasında bir değiş tokuşun (trade-off) konusu olur. Şirketin kısa dönemli harcamalarını finanse etmek için gelire ihtiyacı vardır ve bunu mutlaka gerçekleştirmesi gerekir ama diğer taraftan da uzun vadedeki çıkarlarını düşünerek markasına da yatırım yapması gerekir. Kısa dönemde yeterli gelir elde etmeden hayatta kalmak mümkün değildir ama geleceğe yatırım yapmadan da marka yaratmak mümkün değildir. Şirketlerin marka yaratmak için bu çelişkiyi yönetecek sistemler kurması gerekir. Bu sistemleri kuran şirketler başarılı olur.
Markalaşmak için bir şirketin kalabalıktan sıyrılıp tutarlı olması ve uzun dönemli bir bakış açısıyla davranması gerekir. Bunlar, söylemesi kolay yapması zor işlerdir. Ama bir marka yaratmak hele güçlü bir marka yaratmak geri dönüşü en kârlı yatırımdır.
NOT: Daha fazla bilgi için: Tim Calkins, Branding Challenges, Kellogg on Branding.