Markaların taraftarı olur mu?
Futbol taraftarı, takımının renkleri ve amblemiyle ken- dini bütünleştiren, bunları bir kimlik olarak sahiplenen insandır. Koyu bir taraftar için takımı, hayatın anlam kaynaklarından biridir. Taraftar olmak, “ben” duygusunu terk edip “biz” olmak demektir. Taraftarlık, kendini büyük bir güce ait hissetmektir. Futbolun hem psikolojisi hem sosyolojisi, markalar için gerçekten çok ilham verici. Pazarlama ve marka dünyasının futboldan öğreneceği çok şey var.
Hangi marka müşterilerini bu kadar sıkı bağlarla kendine bağlayabilir? Hangi marka müşterilerine, kendi marşını hep bir ağızdan söyletebilir? Hangi marka için insanlar, hiç üşenmeden bir ülkeden diğerine, hem de sadece doksan dakikalık bir buluşma için giderler? Başka hangi alanda, insanlar hiç başarılı olmasa da bir markaya bağlı kalabilirler? Hangi marka için insanlar bu kadar savunucu ve koruyucu olabilirler?
Futbol, insanlara hayatın başka alanlarında yaşayamayacakları çeşitlilik ve derinlikte bir duygu yelpazesi sunar. Tuttuğu takım bir gol attığında veya kaçırdığında milyonlarca insanın aynı anda aynı duyguyu paylaştığı başka bir alan yoktur. Kazanmak-kaybetmek, birlik olmak, ortak tepki göstermek, tavır koymak, ait olmak, gurur duymak, nefret etmek… Hepsi futbolun yaşattığı duygulardır. Takımı yenildiği zaman morali bozulan ya da bir zafer kazandığı zaman günlerce, haftalarca bunu konuşmaktan bıkmayan insanların yaşadığı bu duygular, onları futbola bağlar hatta bağımlı yapar. Futbolun anlamı, yaşattığı bu duygu yoğunluğundadır.
Futbol, efsane oyuncuları, renkleri, formaları, bayrakları, mabet gibi statları, marşları, sporcularının görkemli hayatları ya da dramları, kulaktan kulağa dolaşan hikayeleri, her daim heyecan veren transfer haberleri, strateji ve taktikleri, zafer ve bozgunları, umut ve hayal kırıklıklarıyla kendini bu oyunun büyüsüne kaptırmış olanlar için hayatın anlam kaynaklarının başında gelir. Futbola ait her şey, olduğundan daha büyük bir anlam kazanır.
“Futbol hayatın bir versyonudur”
Unutulmaz zaferler, kaçan fırsatlar, hayal kırıklıkları, yaşanan dramlar futbol öykü- lerinin kaynağıdır. Taraftarlık bu öyküler etrafında oluşup güçlenir. Futbol, insanın hiç tanımadığı birisiyle hemen bir ilişki kurmasına imkan verir. Futbol, en güzel sohbet konularından birisidir. Torunla dedeyi, birbirlerini hiç tanımayan insanları hatta farklı ülkelerden insanları birleştiren ender alanlardan biridir.
Futbol bir felsefedir. Nick Hornby, “Futbol, hayatın bir versiyonudur” der. Sadece oyunun kendisi ya da kuralları değil, taraftarlığın da bir hayat felsefesi vardır. “Top yuvarlaktır.” felsefesi, futbolun hayata armağan ettiği anlayışlardan biridir mesela. Bir süre Cezayir Üniversitesi genç takım kaleciliği yapan, tüberküloza yakalanınca futbolu bırakmak zorunda kalan ünlü Fransız yazar Albert Camus, “Ahlak ve insana dair ne biliyorsam onu futbola borçluyum. Hayata ilişkin ne öğrendiysem futboldan öğrendim” der.
Futbol maçı seyretmenin kuralları ve adabı vardır. Bir takımı desteklemek, arkadaşlarla birlikte maça gitmek, maç öncesi buluşmak, bir şeyler yemek içmek ya da evde, kahvede maç izlemek; izlerken forma giymek, totem yapmak; uğurlu günlere, haftalara, sayılara inanmak… Bütün bu alışkanlıklar ve “akıl dışı” davranışlar, futbolun gizemini artırıp, bu oyunu daha da mistik bir hale getirir. Mistisizm arttıkça da futbolun yarattığı etki, kurduğu bağ daha da yoğunlaşır, güç kazanır.
Futbol kabileleri!
Futbol bir spor olduğu kadar taraftarların paylaştıkları bir tarihtir. Dünyada ve Türkiye’de yüz yaşını aşmış birçok futbol kulübü var. Bu tarih beraberinde, renk, amblem, forma maskot gibi simgeleri; kurucuları, başkanları, efsane futbolcu ve teknik adamları, köklü gelenekleri, uzun yıllara dayanan ritüelleri, ortak buluşma alanlarını ve
kendine has bir hayat kültürünü geçmişten geleceğe taşır. İnsan bir takımın taraftarı olunca, bir anda -sanki kendisi için hazırlanmış- bu kimliği ve tarihi sahiplenir. Bunlara sahip olmanın ayrıcalığını yaşamaya başlar. Bu ayrıcalık, hiç şüphesiz en kitlesel ayrıcalıktır.
Futbol takımları kendi etraflarında kabileler yaratır. Birbirlerini hiç tanımayan insanları ortak bir amaç, duygu ve anlam etrafında birleştirir. Coğrafi sınırları olmayan bu modern kabilelerin üyeleri kader birliği yaparlar. Bernard Cova’nın dediği gibi, insanların ilgilendikleri “şeyden” ziyade, o şeyle ilgilenirken aralarında oluşan bağ, daha fazla önem kazanır. Bir süre sonra kazanmak ya da kaybetmekten çok, insanlar tuttukları takım etrafında birbirleriyle kurdukları bağdan mutlu olmaya başlar. Bu ait olma duygusu, onları takımlarına daha da yakınlaştırır. Kim olurlarsa olsunlar ait olma duygusuna aşık olurlar.
Marka yaratmanın sırrı futbolda gizli
Futbol insanların hayatlarına heyecan, coşku ve keyif katar. İnsanlar doksan da- kikalığına da olsa hayatın stres, sorumluluk ve sıradanlığından kaçma imkanı bulur. Maç boyunca başka bir dünyaya giderler. Doksan dakikanın bitiminde ise günlerce paylaşabilecekleri, anlatabilecekleri öykülere sahip olurlar. Bunları yapmak en sıradan insana bile bir kimlik kazandır. Futbol sayesinde yalnız insanlar bile, bir camianın parçası olur.
Markaların futbolu yakından inceleyip futboldan kendilerine ders çıkarmaları gerektiğine inanıyorum. Futbol, marka yaratmanın bütün kurallarının somut olarak görüldüğü bir alan. Büyük futbol kulüpleri, insanların ilgisini çekme, onlarla duygusal bağ kurma, bir logo, bir renk etrafında bir topluluk oluşturma, bir kültür oluşturma ve insanlara deneyim yaşatma konusunda dünyadaki her markaya örnek olacak başarılara sahipler. Büyük markalar, futbol takımlarının kuruluş öykülerini, sembollerini, efsanelerini, ritüellerini, oluşturdukları modern kabileleri, yaşattıkları anlam ve deneyimleri inceleyip kendi isimleri, renkleri, logoları ve amblemleri etrafında tıpkı futbol takımları gibi bir kimlik sistemi, bir topluluk ve bir kültür yaratabilirler. Futboldan ilham alabilirler.